Modern, Dijital bir Serüvende Yaşayan Eleştirel İnsanın Ölümü

Modern (Dijital) Eleştirelin Serüveni

Dijitallik aracılığıyla bu çağda verilmekte olan amansız savaş; modern olanın yaşama dürtüsü ile kendisine bir iktidar alanı devşirme hevesinden kaynaklanmaktadır. Modern olan, kitle fethine çıkmış, daimi ‘biyo-politik’ bir bedenden ibarettir.

Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma.

Çıkma kendinden dışarı, serseri olma.

Kendi içine sefer et erenler gibi.

Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.

  Ömer Hayyam

Dijital olanın kısa tarihinde kendi benliğinden kopuk, dünya seyrine dalmış insan, hayata dair kat ettiği yolda, yaşamanın türlü olasılıkları ile karşı karşıya kalmıştır. Yolculuğun en cezbedici tarafı ise, toplumda yaşayan her bir bireyde daima bir şeyler üzerinde tahakküm kurma arzusunun hâsıl olmaya başlamasıdır. Böylesi bir arzunun peşindeki insan, finaldeki son sahnenin ölüm olacağını unutmuş ve yaşamını gün sonuna kadar devam ettirmiştir. Bu düşüncede hareket eden insan, temelde tahakkümü altındaki dijital ‘ethos’larda iktidarını pekiştirmek için belirli kavramlar bulmak zorunda kalmış ve onlara sımsıkı sarılmıştır. Nitekim insanın bu karmaşa dolu yolculuğunu tanımlayan kavramları Marx; eşitlik, özgürlük, mülkiyet hakkı ve belki Benthamcı bir faydacılık biçimi şeklinde sıralamış ancak insan doğasının da bu kavramların tam zıddını yapmaya meylettiğini tecrübe etmiş ve yazmıştır.[1] Belli ki olagelen tek bir krallıkta bu krallığın fatihi olmaya çalışan milyarlarca arzu biçimi, bahsi geçen kavramların anlam alanını şekillendirmiştir.

Varoluş yolculuğu boyunca insan; finalin, yani ölümün mutlak bir son olduğunun farkına vardığından beri[2] bir diğerinin eleştireni olmuş ve kamusal alan da el verdikçe kanonik değerler bırakmaya çalışmıştır. Ancak kamusal alan her zaman onu arzulayanın tahakkümünde olmamıştır; her daim onu yönetebilen, sınırlı sayıda, görece daha güçlü hükümran(lar) olmuştur. Böylesi sonlu bir alanda, sonsuzluk arzusu içerisinde olan ve bu uğurda türlü devrimleri, savaşları ve daha nice olgu ve olayı gerçekleştiren insan, eleştirel olana/alana ait birçok neferin de ölümü görmesine sebep olmuştur. Nihayetinde eleştirel insan, bu serüven içerisinde hikâyesini bugüne kadar sürdürmüş ve karşısına çıkan her şeye hakim olarak iktidarını kurma arzusunu devam ettirmiştir. Eleştirel olma ideası ile yola çıkan insan, gücün dayanılmaz arzusuna karşı koyamamış, içindeki eleştirel olanın ilk başkaldırısında güçten yana olmuş ve benliğindeki Galileo’yu giyotine göndermekten çekinmemiştir. Tabiiyet, güçlü olma arzusu, bireyin bir diğerine karşı hükümran olma sevdasına kapılması gibi olgular modern eleştirel insanın varlık biçimini şekillendirmiştir. Böylesi bir hal içindeki eleştirel insan; başarıya aç, kitle fethine çıkmış, habis ve kör taraftarların bayrak taşıyıcılığını yapan, çağa uygun dijital bir radikal olmaya hızla evrilmiştir. Eleştirel olan insan, kamusal olanı/alanı kaybetmiş ve ölmeye başlamıştır. Ölmeye başlamak yeni bir hikâyenin başlangıcı mıdır?

Modern (Dijital) Eleştirelin Ölümü

Dijital bir ölümün eşiğine sürüklenen eleştirel insan; varlığını sürdürmek adına ‘doğru yaşam nedir?’ veya ‘bana biçilen yaşam süresini nasıl kullanmalıyım?’ şeklindeki birkaç sorunun peşine düşmekte ve sosyal ağların yaratmış olduğu sesin güçlü yankısından faydalanarak sözüm ona yukarıda bahsi geçen değerleri koruma dürtüsü ile hareket etmektedir. Eleştirel öznenin hareket kabiliyeti arttıkça, kitlede olumlanmak adına daha radikal adımlar atmaya başlamış, linç kültürünü benimsemiş, siyasi tarzda bir kurnaza dönüşmüştür. Sosyal ağlar, bilhassa ‘Twitter,’ ‘bu habis siyasetçiyi’ besleyen tüm fırsatları sunmakta ve eleştirel olanı eleştirisi yapılamayacak bir kutsiyet durumuna taşımaktadır. Bu kutsiyet içerisindeki eleştirel insan, ilk fırsatta bilge (sapien) olan yanından feragat etmektedir. Hal böyle olunca, kitlesi için yaşayan bu birey, ki artık eleştirel olan değildir, kendisine bir ödev belirlemekte ve daima bu ödevi yaptığı için kitlesinin takdirini alma hedefinde bir şoven olmaktadır.[3] Bu hedef doğrultusunda içindeki eleştirel olanı öldürüp onun geçmiş yaşamının veçhelerinden de kurtulur. Eleştirel insan artık sosyal medya ağlarıyla bağlı uzantısı biçiminde dönüşen bedeniyle ve salt bu bedenin kendisi olarak hareket eden davranışla, hatta davranışlarından utanmayan bir kitle fatihidir. Zafer sarhoşluğu yaşayan bu modern fatih, artık bir bedene sahip bilge bir zihin değil aksine dijital ve kendisini takip eden onlarca arzuyu barındıran, görünmez ve metinsel bir varlıktan oluşan bir cesetten ibaret olmaktadır.

Zihnin ahlaki kısmından da bir şekilde uzaklaşan kitle fatihi bu ‘modern prens,’ bencilliğini ve tarafçılığını da ispat etmiş olur. Bahse konu olan prens artık tebaasının (kitlesinin) kendisi hakkındaki izlenimleri doğrultusunda yaşamaya başlar ve bu sayede içini kemiren ‘hiçbir şey olamama’ fikrinden de kurtulmuş olur. Gelinen bu noktada kitleye oynayan ve modern faydacılığı benimseyen siyasetçi, kaba ve hırçın davranışlarını ortaya dökmekten de geri durmayan birine dönüşmektedir. Kitleyi arzulamaktan doğan bu yeni beden, Tolstoy’un meşhur kahramanı İvan İlyiç tarzı bir kendini acındırma hevesine kapılmakta ve İlyiç’in ‘tıpkı çocukların okşanıp avutulması, her daim sevilmesi ve başucunda gözyaşı dökülmesi isteğine’ benzer bir duruma gark olarak hakikat olan eleştirelin can çekişmesi için gerekli sahneyi kurmaktadır.[4] Ancak kurulan sahne, kendi gibi olanların alkış tuttuğu, varlık alanındaki boşlukların idrakinde olunmadığı veya bilerek gizlendiği, malum prensi de kariyerinin zirvesine taşıyan dijital bir sahnedir. Burada bahsi geçen zirve, prens ve kendisinin metinsel veya görsel olan varlık alanının ‘hayır’ deme seçeneğini reddettiği, temelsiz bir sarhoşluğun varlık alanı olan bir zirvedir. Bu zirvede kişi artık başkalardan (ötekilerden) oluşan bir bedene sahiptir çünkü bu zirve eleştirel bedenin öldüğü zirveyi temsil etmektedir.

Başkalarından İbaret Olan Bedenin Yalnızlığı

Modern eleştirmen bir bakıma kendisi dışında belirlenmiş olan dijital bir yolda ilerlemekte ve yaşadığı her an çoklaşmaktadır. Bu çoklaşma elbette ki eleştirmeni cezbetmekte, ona bir lider olma ideası da yüklemektedir. Böylesi bir varlık alanında beden, kendisini şekillendirecek olan eksikliklerin idrakindedir ve eksiklikleri gidermek adına bir ‘amok koşucusu’[5] misali zihnindeki boşluğu dolduracak ve kendisini yıkıma ve yok olmaya itecek her türlü adımı atmaya başlamıştır. İçinde yaşanılan uzam, içerisi olmayan dijital bir dışarıdan ibaret olmakta; hal böyle olunca bu uzam içinde yaşayan modern entelektüeli de saydam ve ardı görünen bir sanallığa çevirmektedir. Sanal bedene sahip modern entelektüel, başka (öteki) için yaşayan, başkalarının tepkilerini ölçen, akademik birikiminin zirvesinde olduğunu hayal eden bir var olma bedenine ulaştığında ise, mesajın artık bizatihi kendisi olduğunu da fark etmektedir. Yaşadığı bu farkındalık sonrası entelektüel artık bir markadır ve içinde yaşayan titiz reklamcı devreye girmek için sırasını kollayan bir fırsatçıya dönüşmektedir.[6]

Reklam şirketlerinin yalnızlığı toplumsal olanda yaşayan herkesin malumudur. Sadakat ve dostluk bu şirketlere yapılan maddi ödemeler ile ölçülür. Peki entelektüele ödenen sadakat bedeli nedir? Bu soruyu, eleştirel teori kitaplarını karıştırmaya gerek duymaksızın cevaplamak mümkünse de buna Arendt’ten bir yorumlama ile cevap vermek yerinde olacaktır. Modern çağ entelektüeli, insanlığın sonuna yetişmiş ve ibresi aşağı yöne doğrulmuş kişidir.[7] Bu hal üzere olan modern eleştirel, kalabalık bir yalnızlığın girdabına girmiştir. Kurtarıcı olarak görülen ise kalabalığı daima etrafında tutacak argümanlara sarılmaktır. On dokuzuncu yüzyıla ait süslü ve bu çağı yansıtmayan kılıç/kalkanvari keskin aforizmaların paylaşımı, atılan tweet’lerin ya da yapılan paylaşımların etkileşim değerleri, takipçi sayılarındaki artış, Twitter veya diğer platformlarda yapılan canlı yayınların linkleri gibi pek çok değişken, modern eleştirelin sarıldığı alanı oluşturmaktadır. Kocaman bir kalabalıkla yürüyen bu özne, bir noktada, kalabalığın nesnesi haline gelişine de tanık olmaktadır. Nesneleşen yeni tip eleştirel yukarıda bahsedildiği gibi ölüme en yakın olan andadır. Çünkü aslında elde ettiği şey, cenazeler ne kadar kalabalık olursa olsun kendisinin yalnız gömüleceği farkındalığıdır. Cenaze yalnızlığına kapılan modern eleştirelin sarıldığı argümanlar, onu, nihayetlenen akademik/entelektüel dünyanın kapılarına dayanmış prekarya bir yabancıya çevirmektedir. Peki, son nerede başlar?

Dijital Eleştirenin Sonu

Kapının ardındaki geleceksiz son; modern eleştirelin hayalini kurduğu akademik zirve kapısının açıldığı yönde olsa da kendisi art alandaki sanrıda hapsolmuş bir bireydir. Bu sanrı, dijitalleşmiş eleştirelin sonudur. Bu sonda; yazma arzusu, eleştirme arzusu gibi kavramlar bir yabancıya dönüşen modern eleştirel için artık sadece dijital bir benlik olumlamasının reklam ürünleri olmaktadır çünkü beden olumlanmak için sonsuz bir ‘ben sunumu’ döngüsüne girmiştir. Özellikle ‘ben olana’ kitle sunan Twitter, bahsi geçen bu sonluluk kapısı olma görevini itina ile yerine getirmektedir. Kapıya dayanan modern eleştirel, Jounvenel’in tabiri ile kendini kitleye dayatan, başkalarını kendi iradesine alet eden bir bedene bürünmüş ve ancak bu sayede elde ettiği, mukayesesi yapılamayacak bir haz aracılığıyla da kendisini ‘daha fazla insan’ hissettiği mertebeye ulaşmıştır.[8] Bu noktadaki eleştirel, ki bu artık kurnaz bir siyaset erbabıdır, başkası üzerinde tahakküm kurmak adına elindeki Twitter aracının enformatik şiddetinden faydalanır. Bu faydalanma sona işarettir çünkü buradaki tahakküm şiddeti kendisinin iktidarını kaybetmeye başladığını anladığı anda başlar.

Modern dijital eleştirelin yaşamı hızlı ancak eksiklikler ile dolu olmaktadır. Süreklilik arz eden bu eksiklikler cehenneminde eleştirel olanın istediği şey, herkese karşı bir olanın yani dijitalleşen entelektüelin zaferidir. Zafere erişmek için kendi yok oluşu pahasına bir dayatma biçimine girer. Toplumsal alanda cereyan eden en ufak bir kıvılcıma ilk o koşar, en cesur olanın kendisi olduğunu savunur. Bu miti belirli argümanlar ile zenginleştirir; bu bazen kendisinden daha güçlünün yanında durmak olurken bazen de en uçtaki bir grubun hak savunuculuğu olmaktadır. İktidar olmak hakkında yapılan tüm yorumlarda, muktedir olanın varlığının ancak kitlenin savunusu ile sürebildiği ve tek başına asla eylemsellik gösteremeyeceği yönünde yorumlamalar olmuştur. Böylesi bir yorumlamanın farkında olan modern dijital entelektüel bahsi geçen argümanlar ile kitleye karışır, kitlenin sesi olur herkesleşir ve nihayetlendiğinde bu döngü bir sonraki grubun hedefinde olan bir sosyal linç kurbanına dönüşür. Bu noktada, tahakküm ağı polisliği yapan kullanıcılar veya bu ağların asıl sahipleri olan sermaye patronları tarafından sonsuzluğa uğurlanır.


[1] Karl Marx, Kapital, Cilt 1, Yordam Kitap, 11. Basım, 2018, İstanbul

[2] E. M. Cioran, Zamana Düşüş, Metis Yayınları, 1. Basım, 2020, İstanbul

[3] Jürgen Habermas, İnsan Doğasının Geleceği, Alfa yayınları, 1. Baskı,  2019, İstanbul

[4] Leo Tolstoy, İvan İlyiçin Ölümü, İş Bankası Kültür Yayınları ,11. Baskı, 2019, İstanbul

[5] Stefan Zweig, Amok Koşucusu, İş Bankası Yayınları, 1. Baskı 2016, İstanbul

[6] Salih Kinsun, Bağsız Posthuman Olarak Prekarya: Modern, Dijital İnsan Üzerine Bir Okuma.

[7] Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, İletişim Yayınları, 9. Baskı, 2018, İstanbul

[8] Bertrand De Jouvenel, Power: The Natural History of Its Growth, 1952, Londra , s. 122

+ posts