Merhaba! Spektrum ile Söyleşi

Posthümanizmin her türlü ayrımcılığa karşı hareketi bünyesinde toplayan bir üst çatı olması nedeniyle, ırkçılık, cinsiyetçilik ve türcülük gibi düşmanlık beslemeye yatkın hareketlerin örtük veya açık biçimlerine karşı bir mücadele olduğunu söyleyebiliriz. Liberal hümanist düşüncenin öncelikle tüm insanları kapsaması gerekirken yalnızca belli tanımlara uyan bir insanı kendine özne atfetmesini problem ediniyoruz. Ayrıca bu öznenin, insan-dışında kalan türleri de öteki olarak görmesi ve bu nedenle de onlar üzerinde hakimiyet kurma, onları tahakküm altına alma, sömürme veya yok etme, böylelikle de gezegen üzerindeki iktidarını sağlamlaştırma adımlarına dayanak sağlaması da büyük bir problem. Bu nedenle hem antihümanist hem postantroposantrik izlerden beslenen posthümanizm, elbette sağlamcılığa karşı da bir duruş sergilemeli. Ancak yakın zamandaki ufak gelişmelere karşın, engellilik çalışmaları ile posthümanizm arasında henüz tam bir işbirliği oluştuğunu söyleyemeyiz. İşte bu yüzden, PENTACLE ve Merhaba! Spektrum arasında organikleşmesini umduğumuz bağı önemsiyoruz.

Burada beş otistik üyeden oluşan Merhaba! Spektrum ekibiyle (yani Vin, Deniz, İlhan, Hazandra ve Alaz ile) gerçekleştirdiğim röportajı PENTACLE okurlarıyla paylaşırken, ekiple iletişim kurmamı kolaylaştıran Evren Sünnetçioğlu’na teşekkürlerimi de sunuyorum.

B.A.: Davetimi kabul ettiğiniz için çok teşekkürler. Hemen ilk sorumu sorayım. Manifestonuzda şöyle bir paragraf var: “Bizleri var olmayan kategorilere sığdırma çabası, tüm otistiklerin sesini bastırıyor. İletişim şansı verilmemiş otistiklerin hikayelerini, kimileri kendi istek ve çıkarlarına göre şekillendirirken, hem kendi sesimizi aktarmaya çalışan bizlerin söylediklerini değersiz kılmaya çalışabiliyor. Oysa ki biz her otistiğin kendi hakkını aramasına zemin hazırlamak ve bunun gerekliliğini herkese gösterebilmeyi istiyoruz.”

Kategorilerin sesleri bastırdığı konusunda hemfikiriz. Ancak insan zihninin geleneksel olarak kategorilere odaklı şartlandığını biliyoruz. Sizce kategorilerden tümüyle vazgeçmek mümkün mü? Kategorisiz bir düşünce biçimini harekete geçirmek için yapabileceğimiz neler var? Bunu etik ve/veya politik olarak nasıl yeniden şekillendirebiliriz?

M.S.: Biz teşekkür ederiz. Soruyu kısaca şöyle yanıtlayabiliriz. Kategorilerden vazgeçmek mümkün değilse bile kategorileri sorgulamak ve ne işe yaradıklarını iyice düşünmek gerekiyor. Bu bağlamda işlev kategorileri, ağır-hafif kategorileri aslında bizim yaşayışlarımız, iç dünyalarımız, deneyimlerimiz hakkında anlamlı bir bilgi vermek yerine ya bizi susturmak ya da ihtiyacımız olan destekten mahrum bırakmak için kullanılıyor. Bu kategorilerin asıl sorunu kategori olmaları değil, yanlış ve anlamsız bir sınıflandırmayı dışarıdan dayatarak, patolojize ederek, bizim karmaşık, akışkan ve çeşitli deneyimlerimizi gözardı etmeleri. Bunu aşmak için otizmi bir patoloji olarak görmemek, “işlevli” olmanın aslında anlamsız ve kişinin iç dünyasını hiçe sayan bir kavram olduğunu anlamak, bir kişinin otizmi deneyimleyişinin dışarıdan anlaşılamayacağını, tanımlanamayacağını kabul etmek gerekiyor.

B.A.: Otizm ve nöroçeşitliliği bir arada mı düşünmeliyiz?

M.S.: Otizm bir nöroçeşitlilik türüdür, ama otistik olmadan nöroçeşitli olanlar da vardır. Nöroçeşitlilik, otizmi bir eksiklik, hastalık veya bozukluktansa insan beyninin bir çeşidi olarak konumlandırdığı için otizmle bir arada ele alınması gereken bir kavramdır.

B.A.: Otizm ve nöroçeşitliliği bir spektrum olarak ele aldığımızda, toplumun geneli yine kategorilere ve sınıflandırmalara, daha doğrusu derecelendirmelere gidiyor. Oysa websitenizde, “DSM-V’de artık bu sınıflandırmalar yerine akışkan destek ihtiyaçlarından bahsediliyor” diyorsunuz. Bu akışkan destek ihtiyaçlarını biraz açmanız mümkün mü? Akışkanlık nedir? Bunun özne oluşla bağlantısını kurmak nasıl mümkün olabilir? Yani kuramsal açıdan düşünüldüğünde, akışkanlık ve öznellik konuları yirmi birinci yüzyıl cinsiyet çalışmalarında, queer kuramlarda, posthümanizmde sıklıkla karşımıza çıkıyor örneğin. Bunu otizm ve nöroçeşitlilik açısından ve daha genel olarak engellilik açısından nasıl ele almamız ve düşünmemiz gerekiyor?

M.S.: Kişinin destek ihtiyacı otizmin onda nasıl tezahür ettiğine ve komorbid durumlarına göre değişen bir şeydir. Buradaki akışkanlık, destek ihtiyacının ve otistik insanların deneyimlerinin bağlamsallığından gelir. Bir insanın hayatının farklı dönemlerinde ve farklı koşullar altında otizmi farklı yaşaması, destek ihtiyaçlarında da değişkenlik oluşturur. Kişinin destek ihtiyacı sadece onun nörotipik bir toplumda bakımverenlerinden ve destek sistemlerinden nelere ihtiyacı olduğu, neler talep etmesi gerektiğini belirtir, kişinin iç dünyası hakkında bir bilgi verme amacı yoktur, o yüzden kişinin değişken ve son derece bağlamsal deneyimini ağır-hafif ekseninde sınıflandırmaktansa otizmi bu kavram çerçevesi içinde kurmak daha anlamlı oluyor. Buradaki akışkanlık cinsiyet deneyimindeki akışkanlıktan farklı. Kişinin kendini tanımlaması ve deneyimini adlandırmasındaki akışkanlıktansa aynı kişinin farklı koşullarda ve farklı zamanlarda farklı ihtiyaçları olabileceğinden bahsediyoruz. Otizm kişinin ihtiyacı olan destekle tanımlanan bir şey değil, ama içinde bulunduğumuz toplumda ihtiyaçlarımız norm dışında kaldığı için işin toplumsal yanını ele alırken bu destek ihtiyacından bahsetmek anlamlı olabiliyor. Öznelik ve destek ihtiyacı konusunda da anlaşılması gereken şey, kişinin destek ihtiyacının o an daha az olarak algılanması onu daha az otistik yapmaz, destek ihtiyacının fazla olması ise onun yetkinliğini, iç dünyasının karmaşıklığını, yaşadığı deneyimi anlayip anlatma kabiliyetini azaltmaz. Engellerin içinde bulunduğumuz sağlamcı, normatif ve belli bir kapitalist üretkenlik seviyesini zorunlu tutan toplumsal, ekonomik ve siyasi düzende engel olarak kurulduğunu, engelliliğin engelli öznenin bedeni veya zihni içinde üretilmiş bir şey olduğunu düşünürsek, destek ihtiyacını sadece destek ihtiyacı olarak anlamanın ve kişinin özneliği ya da deneyimleri hakkında anlam yüklememenin önemi anlaşılıyor.

B.A.: Bir zamanlar “engelli” yerine “engelsiz” veya “farklı kabiliyetlere sahip” gibi daha “güzel” olduğu düşünülen adlamalar vardı; İngilizcedeki “people with disabilities” veya “differently abled” gibi. Bu gibi sözcük seçimlerinden neden vazgeçildi? Bu konularda farklı görüşler var mı?

M.S.: Bu tabirler maalesef hâlâ var ve engelli / otistik topluluklar tarafından reddediliyor. Bu kavramların çıkış noktası engeli kişiye içkin olarak gören ve bunu bir eksiklik olarak algılayan bir bakış açısı. Ancak engel toplumsaldır ve engelli olmak kötü, aşağı bir varoluş değildir. “Person first language” dediğimiz “person with disability” veya “person with autism” tarzı söylemler genelde engelliler tarafından kabul edilmiyor, çünkü zaten engelli olmak bizim insanlığımızı azaltan bir şey değil, engelli olmak kötü bir şey değil. İnsanlar artık engelli, otistik gibi sıfatlarla gurur duymaya, bunları yaşayışlarının bir parçası olarak taşımaya başladı. Tabii ki her konuda olduğu gibi burada da fikir ayrılıkları vardır, ancak engelli ve otistikler sağlamcı propagandadan, içselleştirilmiş sağlamcılıktan uzaklaşabildikçe engelli ve otistik olmayı (otizmli birey olmaktansa) tercih ediyorlar.

B.A.: Ve son soru. Sizce posthüman engellilik çalışmaları, otizm ve nöroçeşitlilik üzerine oluşturulacak kuramlarda hangi adımları atarsa başarılı olur?

M.S.: Posthüman çalışmalar ve eleştirel engellilik çalışmalarının kesiştiği temel bir alan olduğunu düşünüyoruz – insan olmanın tanımlarını sorgulamak. Otistikler ve engelliler için alenen olmasa da ima yoluyla, sağlam kişilerin bu konularda düşünme biçimlerine ve söylemlerine işlemiş bir anlayış var – bizim tam insan olmadığımız, eksik olduğumuz anlayışı. Bu insanlığın, insan olma halinin çoğunluğa, norma ve daha da önemlisi toplumun bilgi üretme gücü olan, sözü epistemolojik olarak geçerli başat öğelerine göre tanımlanmasıyla ilgili. Nöroçeşitlilik alanında biz iletişimi iletişim yapan şeyleri sorguluyoruz örneğin; göz teması, sözel iletişim, doğru yüz ifadeleri ve beden hareketlerinin iletişim için şart olmadığını, iletişimin sayısız yöntemi ve modu olabileceğini savunuyoruz. Aynı şey sosyalleşme için de geçerli. Genelde nörotipik insanlar ve toplumla ilişkilerimiz, idealize edilmiş ama namümkün bir bağımsızlık sanrısına uyamayışımız (uymayışımız), yine son derece bağlamsal ve normatif olan çocuk gelişimi aşamalarına erken veya geç varışımız bizi “insan” kategorisinin sınırlarına itmek için kullanılan gerekçelerden birkaçı. Otistiklerin “melek çocuk” diye güzellenmesi, gayet anlamsız bir şekilde kalbimizin temizliğinden dem vurulması bunun en basit ve gündelik yansımalarından birkaçı, ancak ihtiyaçlarımız karşılanmayınca ve haklarımız ellerimizden alınınca verdiğimiz tepkilerin patolojize edilip şiddet uygulanması da bu insandışılaştırma, insanaltılaştırma sorununun bir parçası. Eğer bizim deneyimlerimiz, çeşitliliğimiz, özelliklerimiz, ihtiyaçlarımız birer insan deneyimi, çeşitliliği, özelliği, ihtiyacı olarak görülürse hem sistemik hem de mikro düzeydeki sağlamcılık, ayrımcılık gibi sorunların çözümüne doğru temel bir adım atılacağına inanıyoruz.

B.A.: Yanıtlarınız ve zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

M.S.: Biz teşekkür ederiz.