Kitap Tanıtımı: Melike Kuyumcu’dan İnsan-dan Başka Öyküler

Davet.

İnsan-dan Başka Öyküler başlıklı öykü koleksiyonu, insan türünün imkânsızlıklarını veya sınırsız imkânlarını, oluşlarını izlemeye, okumaya, düşünmeye bir davet. Daha iyisi, bu yolculuğu okuruyla birlikte alan öyküler, yeni bir edebiyat akımının başlangıcını müjdeliyor. Gelin, bu davete icabet etmeden, biraz yol haritamıza bakalım.

İnsan türünün imkân(sızlık/lılık)ları üstüne yıllardır zihnini, bedenini, benliğini yoğunlaştırmış Melike Kuyumcu, İnsan-dan Başka Öyküler koleksiyonunu üç evrede sunuyor:

  1. Domestik Evre,
  2. Ters Yüz Evre,
  3. Rizomatik Evre.

Her bir evreye başlamadan önce kısa önsözlerle giriş hazırlıkları yapmak, aslında Kuyumcu’nun sunduğu ziyafetin aperetifleri ve ara sıcakları. Ana menüde “insan” var.

***

“İnsan”dan başka, “insan”ın dışında ne varsa antik çağlardan günümüze hemen hemen tüm kurgularda/edebiyat eserlerinde kişileştirilerek okurla buluşmuştur. Aslında insan evreninden dışlanan ama insana meze yapılan bu insan-dan başkalar, kimi zaman mitik tanrıların öfkesini insan türünün üstüne kusmasına yarayan fantastik canavarlar olarak karşımıza çıkar; kimi zaman insana, bilhassa çocuklara ve gençlere, ahlak dersleri verme gayretinde sevimli fabl hayvanları olarak; bazen trajedi ve destan gibi yüksek sanatın sergilendiği sahnelerde butaforlar, dekorlar; çoğu zaman da kişiliksiz, isimsiz, dilin değinip geçtiği süsler olarak. Peki kişileştirmeden, yani insanlaştırmadan, insan-dan başka varlıkları nasıl anlatabiliriz? Bu mümkün müdür? Onların da hikayeleri var mıdır? Varsa erişebilir miyiz? Erişirsek bize insan-dan başkalar neler söyle(yebili)rler? Söyleseler de onları anlar mıyız? Anlamak ister miyiz?

Bu soruların ve bunlara benzer nicelerinin oluşturduğu deryaların kıyılarında gezinen İnsan-dan Başka Öyküler, tam da şimdi ve burada dünyalıların krizlerine kısa soluklarla dalış yapıyor. Bu koleksiyon, geçtiğimiz iki yılın türümüze yolladığı zoraki empati duygusuna daveti daha da uzatıyor. “Zoraki” empati demem, “Aman bana/bize/sevdiklerimize bir şey olmasın!” kaygısının yine insan türü üstünde odaklaşmasından kaynaklı. Bu odağı tam da yirmi birinci yüzyılın başlarındayken daha genişletmek ve mümkün olduğunca adil bir şekilde diğer türlere ve varlıklara da üleştirmek gerekir. Hele ki Holosen Yok Oluşu veya Altıncı Kitlesel Yok Oluş hızla devam ederken, İklim Krizi günün her vakti alışılmadık atmosfer olaylarıyla bizleri hazırlıksız yakalarken, Dördüncü Sanayi Devrimi hayret verici bir hızla rutinimizi değiştirip her an kendimizi “upgrade” etmemizi beklerken, sadece kendi türümüzü önemseyemeyeceğimizi anlamış olmamız gerekir. Henüz o anlayışa gelemediysek, tüm dünyayı ve 2021 ortasından itibaren ülkemizi daha da derinden sarsan COVID-19 salgınını tekrar düşünmekte büyük yarar var.

Tek öznenin insan olmadığını anladığımız bu dönemde, insandışı diğer varlıkların bedenlerimiz, hayatlarımız, sistemlerimiz, toplumsal ve kurumsal yapılarımız, habitatlarımız, gezegenimiz içinde ne kadar yüksek söz haklarının olduklarını birinci elden gözlemliyoruz. Bu varlıklar, ister gözle göremediğimiz bakteriler ve virüsler olsun, ister gölgesine ve nefesine sığındığımız ağaçlar, ister muhtaç olduğumuz su, bizden/insandan daha az değerli değiller. Hiç olmadılar.

İnsan-dan Başka Öyküler’in ilk aşaması olan “Domestik Evre” tam da bu değer yargılarımızı titreten beş öykünün bir araya gelişi. Hem de bu evre, tüm bu olan biteni domestik alanlarımızdan, alışageldiğimiz konfor alanlarının içerisinden biz okurlara aktarıyor. En iç mekan olan ev ile ilgili bu evre, her gün içinde yaşadığımız, kendimizi rahat ettiğimiz evlerimizden biraz daha fazlasıyla ilgili. Hemen açalım: Birincisi, Yunanca ev anlamına gelen oikos’un kökenini oluşturduğu “ekoloji” ile ilgililer. İkincisi, Almanca ev anlamına gelen heim’in kökünü oluşturduğu “unheimlich/tekinsiz” ile alakalı. “Doğa ve kültürün—sonuçları tekinsiz olabilecek—ilişkileri gezegenimizi ve tüm dünyalıları nasıl etkiler?” diye hepimiz adına soran Kuyumcu, birbirinin özel alanlarına saygı duymayan, anlayış göstermeyen varlıkların (ki bu genelde insandır) domestik yolculuklarından kesitler veriyor. Ve bu yolculuklar, kendimizi hapsettiğimiz iyi/kötü, ak/kara, erkek/kadın, kültür/doğa, zihin/beden, insan/hayvan, canlı varlık/kaba madde gibi ikili zıtlıkların bizi iteklediği çoğu zaman ucu karanlık tünellerde bitiyor. İnsan-dan Başka Öyküler, bu tünellerden çıkış imkânları sunan bir bilinçle, felsefeyle, varoluşla kaleme alınmış: Posthümanizm.

Hali hazırda, PENTACLE başta olmak üzere, pek çok platformda bahsini duymuş olabileceğiniz posthümanizm, öncelikle, bahsettiğim ikili düşünce yapısını ters yüz ederek çokluklar içinde yaşayageldiğimiz algısını yerleştirmeye çalışır. İnsanı merkeze alan, yaşam değerlerini insan çevresinde odaklayan “hümanizm”in uzundur başımıza ördüğü çorapları ilmek ilmek sökmeye ışık tutar. Pek çok posthümanist algı bulunduğundan, özellikle teknoloji ile sıkı fıkı olan bir posthümanizmden bahsetmiyor olduğumun altını çizeyim. Bu sebeple, İnsan-dan Başka Öyküler, teknolojik gelişmeler aracılığıyla çevremizdeki/doğadaki herşeyi kullanarak insan türünü “ultravarlık” konumuna getirmeye çalışan Transhümanizm güzellemesi yapmıyorlar. Aksine, yirminci yüzyılı kasıp kavurmuş iki dünya savaşında şok edici yıkımlara sebep olan tekno ilerlemelerin daha da fazlasına bugün sahipken, bir durup, tüm bu hırslı gelişmeler üzerine düşünmeye davet ediyorlar.

Tam da bu sebeple, tüm bu öyküler, kaprisli bir önerme olan “Hadi insanlıktan kurtulalım!” deyişiyle aynı düzlemde değiller. Ahlak dersi verme kaygıları da yok; bir şeyler öğretme telaşları da. İnsan-dan Başka Öyküler, daha ziyade, doğaların ve insan kültürlerinin iyice iç içe geçip birbirinden ayrılmaz haller aldığı bir dönemde “Yaptıklarımıza, yaşamlarımıza, tekno-bilimsel gelişmelerimize eşlik eden sonuçların etkileri neler olabilir?” sorusuna alternatif düşünme durakları. Daha yaşanılır, adil, kapsayıcı bir geleceğe bakma fırsatı.

***

Domestik Evre, hemen her gün iletişim halinde olduğumuz insandışı varlıklarla ilgili. Tüm bu insandışılar, kendi özneliklerini ve eyleme/etkileme/etkilenme becerilerini Kuyumcu’nun süzgecinden aktarıyorlar. Biraz önce bahsettiğim gibi, bilinçli, istençli, duygulu ve/ya güdülü şekillerde çevresini/çevresindekileri etkileyebilme kudretine sahip tek varlık insan değildir. Denizler de eyler, bastonlar da; toprak da kendini ifade eder, bir (insan olmayan) hayvan da. Domestik Evre, bu etkileşimleri ve bunların sonucunda sürekli değişime uğrayan insandışı öznelikleri, bireylikleri ve meclisleri gündelik yaşamlarımızdan örnekliyor.

Mekanın, zamanın ve maddenin bütünleştiği Ters Yüz Evre, “varoluş nedir?”, “birlikte oluş nedir?” sorgularının gerçek ve gerçeküstü yanıtlarıyla bezeli. Bu evrenin okuru davet ettiği “perspektifizm”, iç içe geçmiş pencerelerin ve çerçevelerin imkânlarını önümüze seriyor: Birbirini şekillendiren, birbiriyle zuhur eden, birbiriyle dolanan, birbirinden ayırması artık mümkün olmayan bakış açıları/pencereler/çerçeveler/bedenler/zihinler/hikâyeler. Ancak bu dolanıklık ve anlayışla, gelmesinden çoğumuzun çekineceği bir dünyaya bu Evre’nin sonunda giriş yapabiliyoruz. Bu Evre’nin öyküleri ve karakterleri, güneş ışığının izdüşümleri gibi, kendi öznel deneyimlerini gerçekleştiriyor, kendilerini oluşturuyor ve daimi zuhurlarına devam ediyorlar. Zira hepsinin kendi yollarını, ömürlerini, kaderlerini tayin etme hakları var.

Rizomatik Evre, kendi hanesine TABUre çatısını örmüş. Kuyumcu’nun “ansık” davetine kapılıp giriverdiğimiz upuzun “koridor”dan bir ileri bir geri koşa koşa çıktığımızda, İnsan-dan Başka Öyküler’in son allegrosunun verdiği nefes nefese bir keyif ile buluşabiliyoruz. Domestik ve Ters Yüz öykülerin kreşendolarının yükselişi İnsan-dan Başka Öyküler bestesini bu Rizomatik Evre’de biraz buruk, epey sürprizli, içli dışlı sonlandırıyor. Kulaklarımızın algılayabileceği en yüksek perdeden gelen bu tiz sesleri duymadan önce, bu uzun soluklu senfoninin notaları TABUlarımıza dokunuyor. En güzeli de TABUlarımızı ters yüz ederek, totemlerimizi indirerek bize son davetini gönderiyor.

Bu koleksiyonun Anadolu topraklarından çıkması bulunduğumuz yerin en anlamlı göstergelerinden bir tanesi. Pek çok etnisiteyi barındıragelmiş, nice inanışı harmanlamış, bilhassa da milyonlarca insandışına ev sahipliği yapmış Anadolu, özellikle çevre, posthümanizm ve edebiyat alanlarında dünyaca saygın belli başlı isimleri ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple, İnsan-dan Başka Öyküler’in tesiriyle daha da çoğalmak ve bu hiyerarşiler-dışı alana uzun soluklu dalışlar yapmak isteyenleriniz, ekoloji, insan ve edebiyatın dolanıklığı için Serpil Oppermann’ın Ekoeleştiri: Çevre ve Edebiyat’ına, Başak Ağın’ın Posthümanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu’suna ve Transnational Press London’ın Posthümanizm seri editörü Sümeyra Buran’ın Edebiyatta Posthümanizm’ine başvurmak isteyebilir.

***

Son olarak, İnsan-dan Başka Öyküler, ister klasik kağıda basılı halinden ister elektronik baskısından okuyun, okurlarını farklı bir deneyime de çağırıyor. Bazı öykülerin içinde bulacağınız siyah-beyaz çizimler ve karekodlar, bu öykülerin etkisiyle sizlerin üretebileceği resimlerin, fotoğrafların, illüstrasyonların, sosyal medya paylaşımlarının, daha büyük çaplı eserlerin birer parçası olabilirler. İnsan-dan Başka Öyküler’in medyalar arası geçişlilik sunan bu tasarımı, okurun düşünme duraklarında yazar Melike Kuyumcu ile Twitter/Instagram’dan doğrudan iletişim kurmasını da kucaklıyor.

Hepimize afiyet olsun.

***

Kitap Kapağı

(2021 yılının Aralık ayında Transnational London Press’in Posthumanism Serisi altında yayımlanan Melike Kuyumcu’nun İnsan-dan Başka Öyküler kitabına yayınevinden ve Play Kitaplar’dan ulaşılabilir.)

Website | + posts

Yorum