Gözetim Evreleri, Büyük Filtre ve Post-Truth

Panoptikon, Sinoptikon, Süper-Panoptikon ve Omniptikon. Gözetim dörtlüsü ile Büyük Filtre’den bahsettikten sonra Post-truth’a değineceğim. Doğrudan bağlantılı olmasalar da hakikat-sonrasından bu denli bahsedilirken, öte yanda sosyal yaşam ve birey üzerindeki gerçeklik denetimi ile üretimi daha da şiddetlenmiş durumda. Bir bakıma madalyonun iki yüzü olarak görüyorum.

Panoptikon: Etimolojik olarak; pan bütün demek, opticon ise gözetlemek. Bütünü gözetlemek manasına geliyor. Tarihsel kaynağı ise şöyle: 18.yy. imparatorlukları kendi tebaasını gözetim altında tutabilecekleri yapılar arzu etmişlerdi, 1785’te mimar Samuel Bentham, kardeşi Jeremy Bentham ile bu amaçla ortak bir projeye giriştiler. Tasarımın fikir babası Jeremy Bentham’dı, bu yüzden onun adı daha çok bilinir. Panoptik yapıdan gözleyenler görünmemeli, gözlenenler ise gözleyenler karşısında tamamen görünür olmalıdır. Ana ilke bu. Hapishane planlaması olarak bakarsak; hücrelerdeki mahkumlar birbirleriyle temasa geçemezler, her hareketleriyle görünürdürler ve tek başınalığa kapatılarak direniş imkanları yok edilmiştir. Projenin arkasında yatan fikri önemsiyoruz. Keza gözetim ve denetim fikri, imparatorluklardan modern kapitalist devletlere kadar her zaman önemli bir husus olmuştur.

Foucault’nun konuyla ilgili ifadelerini özetleyelim: Feodal toplumda iktidar doğrudan bireyi ve toplumu gözetleme derdinde değildi, işlerin çıktılarına bakıyordu diyebiliriz. Bir süre sonra iktidarın gözü, doğmakta olan kapitalist düzeni korumak adına nüfusla birlikte doğrudan bireyleri gözetleme ve denetleme amacına yöneldi. -Bireyleştirme projesinin de tohumlarının atıldığını söyleyebiliriz.- 19.yy. sonları ve 20.yy. başlarında artık paranın-iktisadi aklın egemenliğinin yanında iktidarın gözünün egemenliği de önem kazanmıştı. Birinin iktidarından ziyade görünmez gözün iktidarı. Gelişen gözetim teknolojileri, kapitalist iktidarın varlığının teminatına dönüşmüştü. -Orwell’in 1984’ü de bunu anlatıyordu.- Louis Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarını da hatırlamak gerek, ona göre iktidar tamamen görünmez değildir, kendini gösterdiği aygıtlara sahiptir; dini kurumlar, partiler, hukuk, eğitim sistemi, kültür endüstrisi vb. örnek verilebilir. (Ayrıca klasik modern dönemde fabrika modeline sahip çalışma düzeni de panoptik özellikler taşıyordu. Marx ve Weber ilk gözetim tartışmalarını fabrikalardaki işçiler, üretim sürecinin denetimi ve bürokratik işleyiş üzerine başlatmışlardı.)

Panoptikonu kapatalım. Gördüğümüz üzere azınlık çoğunluğu gözetliyor. Kalan optikonlardan bahsederken iç içe geçireceğim. Sinoptikon; televizyon ve radyoyla yaşanan değişimden söz ediyoruz; çoğunluk ekrandaki azınlığı gönüllü izlemekte, ekrandaki azınlığın kanaatleri, yaşam tarzı, zevklerine göre kendini uyarlamaktadır. Panoptikonda yönlendirme için tek seçenek bırakılırdı, yani başka seçim şansına yer verilmezdi. Sinoptik-tüketim düzeninde ise seçenekler şiddetle çoğaltılır ve özgür irade yanılsaması kurulur. Bireysel hazzı ve özgürlüğü göklere çıkaran kişi, sınırları sermayenin hegemonyası tarafından çizilmiş ve onun eliyle imal edilmiş haz ve özgürlükler yaşadığından bihaberdir. Böylelikle panoptik köleliğe karşı isyan tehdidi de sinoptikteki gönüllülükle yok edilmiştir. Ceza yerine ödüllendirme, bastırma yerine baştan çıkarma. Tüketim toplumuyla panoptik bir sınıflandırma tekrar başlamıştır zaten; veri-tabanlı pazarlama ve demografik sınıflandırma makinesi söz konusu, sermaye insanlara tüketim eğilimlerine göre yaklaşıyordu. Yani sinoptikon ile panoptikon beraber işliyor, -ki etkili bir pazarlama ikisine de ihtiyaç duyar. Zygmunt Bauman şöyle demişti; “Panoptikon hâlâ hayatta ve iyi durumda, aslında Bentham’ın hatta Foucault’nun hayal bile edemeyeceği kadar güçlendi.”[1] Keza süperpanoptik araçlar bunun göstergesi; insanın yerine, zamanına, tüketim eğilimine ve kimliklerine ulaşabilen, kamusal yaşamın dört yanını sarmış kredi kartları, MOBESE’ler, kameralar, GPS teknolojisi vb. örnek verilebilir. Günümüz sanal gerçeklik evresinde ise, ki sosyal medya da süperpanoptiğe girer, büyük filtre ve sınıflandırma yazılımları sosyal medya üzerinden işlemekte, eskisinden daha etkili ve yönlendirici olmaktadır. Unutmayalım ki bir simülasyonu gözetleyip denetlemek, doğal olanı gözetleyip denetlemekten çok daha kolaydır.

Omniptikon internetle, daha ziyade sosyal medyayla yaşanan değişim için kullanılmakta. Süperpanoptik araçların da en gelişmişi. Omniptikonda karşılıklılık vardır, herkes gözleyen ve gözlenendir; görünür olmak, görünür olan her şeyi gözle tüketmek, yakalamak, denetlemek arzusundadır. Sinoptikondaki gönüllü gözetimin ileri boyutudur, -aktif de diyebiliriz. Her şey iç içe geçmiştir. Eğlenmek ve gösteri ana hedeflerdendir, her şey tüketim düzenindeki gibi yan anlamlar dünyasında dolaşır; yaratılan imajlar, statü arayışları, hem pazarlamacı hem de meta olarak kullanıcı-birey, bitimsiz sanal sahneleme… Panoptik tarzdaki, yani iktidar ve birey arasındaki yukarıdan aşağıya gözlem sürerken, bireyler arası yatay gözlem de işler. Akışkan moderniteye en uygun yapı; kimlikler ve imajlar sürekli değişmekte, içerikten ziyade biçime, derinlikten ziyade yüzeye odaklanılmakta, duygudan bilgiye kadar her şey parçalı ve süreksiz biçimde vuku bulmakta, birey tarihsel algıyı yitirerek kendi içine kapalı bir şimdide yaşamaktadır. (Guy Debord’un Gösteri Toplumu da en yüksek işlevselliğe ulaşmıştır.)

Omniptikon da sinoptikon gibi eğlence ve gönüllülük esaslıdır, haz ve arzu üzerinden baştan çıkarma kodlarını işletir. Belirttiğim gibi; insanlar görünür olmak, daha fazlasını görmek ve hiper-iletişime karışmak için can atmaktadırlar. Çünkü gündelik yaşamın sıkıcılığından kaçmak ve boş zamanı değerlendirmek için başka yol kalmamıştır, kaçtığını sanan birey kültür endüstrisi yoluyla kapitalist akışkan modernitenin içine daha da batmaktadır. Tıpkı küreselleşme ortamında para ve metanın mekansızlık düzeyi arttıkça, insanların oldukları yere çakılma düzeyinin derinleşmesi gibi.

Öte yanda ise büyük veri eliyle iktidar sınıfının birey üzerindeki dikey gözetleme ve denetleme gücü, Weberyan devletten bile daha etkili hale gelmiştir. Hâla tutuklu olan Julian Assange ve arkadaşları şöyle demişlerdi; “Yalnızca Amerikalılar, İngilizler ve Rusların, bir de İsviçre ve Fransa gibi birkaç devletin kitlesel gözetim uyguladığı döneme kıyasla, bugün gözetleme çok daha bariz bir hal almış durumda. Günümüzde kitlesel gözetlemenin ticarileşmesi sayesinde, neredeyse bütün devletler bunu uygulayabiliyor.” Yani omniptikon aşamasında içerikleri, yöntemleri ve bağlamları değişmiş olsa da aynı mantıkla, aynı mantığın elinde sürmekteler. Süperpanoptik aygıtları da hesaba katarsak, iktidarın gözetleme ve denetleme arzusunun önünde durabilecek engel kalmamış gibidir. (Meta ve paranın mekansızlığı.) Kaldı ki kamusal yaşamın varlığının sorgulandığı ve sosyalleşmenin ekrana endekslendiği yerde bu daha da barizdir.

Bauman şöyle der; “Hegel özgürlüğü öğrenilen ve tanınan bir gereklilik olarak tanımlıyor. Kendini kayıt altına alma tutkusu, Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım” sözünün güncel uyarlamasının “Görülüyorum (izleniyorum, fark ediliyorum, kaydediliyorum) öyleyse varım” olduğu çağımızda Hegelci hakimiyetin en başta gelen ve belki de en açık örneğidir.”[2]

Büyük Veri çalışma ve yatırımları özellikle 2008 itibariyle, yani Büyük Durgunluk’tan bahsedildiği ve sosyal medyanın yaygınlaştırıldığı süreçlerde artış göstermişti. Cathy O’Neil bunlara Matematiksel İmha Silahları adını vermiştir, kısaca MİS. Ve şöyle der; MİS’leri kullananların “geribildirimleri paradır ve bu aynı zamanda onların teşvik kaynağıdır. Sistemleri daha fazla para kasaya aksın diye daha fazla veriyi işleyecek ve analizlerini iyileştirecek şekilde programlanmaktadır. Yatırımcılar elbette bu getirilerle bayram etmekte ve MİS şirketlerine daha fazla para dökmektedirler.”[3]

Veriyi elinde tutan ve dikey gözetim gerçekleştiren büyük biraderler, sadece gerçekliği üretmekle veya saptırmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihi de baştan yazıyorlar. Büyük sitelerden bazı haberlerin silinmesi, ulaşımının engellenmesi ya da kültür endüstrisi içerisinde tarihsel bir unsuru kendi ideolojilerine uygun hale getirerek yaygınlaştırmaları gibi. George Orwell şöyle yazmıştı; “Bugünün ipleri kimin elindeyse geçmişi de o kontrol eder ve geçmişi kontrol eden her kimse geleceğin dizginleri de ondadır.”

Büyük filtre, veri madenciliği ve dijital gözetim politik yönlendirme açısından oldukça etkilidir. En yakın örnek, seçimlerde kişisel verilerin Trump lehine kullanılmasıydı. Yahut “özgürlükçü” Biden küresel savaş suçlarını işlemeye devam ediyor ama haberlere yansımıyor. Bizde ise sansür ve -her yerde olduğu gibi- safsata yöntemleri uygulanmakta. Öte yandan iktidar sınıfının artık meşakkatli fiziksel gözetim yollarına ihtiyacı kalmamıştır, keza muhalif kesimler paylaşım, beğeni, mesaj, üyelik vb. üzerinden dijitalde çok daha rahat istihbarat sağlamaktadırlar. Hatta mücadele çoğunlukla sanala endekslenmiştir.

Büyük filtre kullanıcı-bireyi yankı odalarına kapatır. Birey eğilimlerinin yeniden ve yeniden üretimiyle karşılaşmakta, geçmişin döngüsüne kapılmakta ancak enformasyon bombardımanı ve kamusal deneyimin yitimi sebebiyle bunu fark edememektedir. Ayrıca kendisi gibi düşünen kişilerle temas kurmaya yönlendirilir. Sözler üç aşağı beş yukarı aynı fikirleri paylaşanlar arasında yankılanıp durmakta, beğeni-onay hakikat yanılsaması yaratmakta ve kişisel itibara dönüşmektedir. Yalın Alpay’dan öğrendiğimiz üzere, insanları kendi kısırdöngüsüne kapatan bu sisteme 2011’de Eli Pariser filtre balonu adını vermiş. Görüşlerimize meydan okuyan yahut ufkumuzu genişletecek bilgilere daha az ulaşıyoruz, ve itiraz temelli bilgiler de çoğunlukla bizim itiraz ettiğimiz şeylerle paralellik gösteriyor. Özetle, kişinin önceden sahip olduğu inançlar sürekli pekişiyor. Bu da bir bakıma kutuplaşma ve ayrışmanın körüklenmesidir.

Yalın Alpay Yalanın Siyaseti adlı kitabında şöyle yazmıştı; “Önümüze sürekli olarak kendi dünya görüşümüzle ve ilgi alanlarımızla alakalı ve kendi önyargılarımızı onaylayan gönderilerin düşmesi, bir süre sonra bizleri gerçek dünyadan koparmaya başlıyor ve internetin sonsuz özgürlük vaat eden ütopyası içerisinde bir distopyaya, tamamıyla kendi içimize kapanan bir cendereye girmemize neden oluyor.”

Yeni medya düzeni, post-truth yani hakikat sonrası ifadesinin doğmasına ve hakikat yanılsamasının şiddetlenmesine sebep olmuştur. Herkes hakikat merciine dönüştüğünden ve gönderiler viral biçimde yaygınlaşabildiğinden, hakikat eskisinden de beter aşınmaya başlamıştır. Mimlerin gücü karşısında her şey erimektedir, McLuhan’ın “araç mesajdır” değerlendirmesi, “Mim mesajdır” olarak okunabilir artık. Rasyonel akıl yürütme ya da sorgulama tedavülden kalkmış, muhakeme yeteneği parçalanmıştır; mühim olan başlık, gösterge ve biçimdir, hakikat yaratıcıları da ilgi tüccarlarıdır. Yeni medya herkesin istediği yerde hızlıca hakikate ulaşabileceği özgürleştirici bir güç olarak pazarlanmışsa da, Yalın Alpay’ın ifadesiyle, tam aksi yönde bir toplum tasarımına yol açmıştır.

Şimdi Yalın abiyi rahat bırakıp Lee Mcintyre’ye geçelim. Mcintyre’nin Hakikat Sonrası[4] adlı kısa ama etkili bir kitabı var. (Sonraki alıntıların hepsi buradan.) Özellikle değinmek istediğim, hakikat sonrasının kökenlerini postmodernizmde aradığı bölüm. Kaynakları birkaç temel fikir üzerinde arıyor yazar. Açıklayarak özetleyelim: Başta Derrida’nın yapısökümünü ele alıyor; yani yazarın metinde ne söylemek istediğini bildiğine güvenilemez, bu sebepten metni parçalara ayırarak incelemek gerekir. Tavır sadece edebiyatta kalmıyor, zamanla her şey metin olarak değerlendirilmeye başlanıyor. Bu da metinselcilik. Doğru cevap yok, yalnızca anlatılar. Ardından nesnel hakikat sorgulanmaya başlıyor ve yokluğu ilan ediliyor. Nietzsche’den mirasla perspektivizm kuvvetleniyor. Yani hakikate ilişkin tüm iddialar, kişinin ideolojisinin yansıması. (Foucault’da da bulabileceğimiz bir değerlendirme.) Ve her şey toplumsal inşa temelli… Hakikat ve nesnelliğin toptan reddedilmesi, yorumun aşırılaştırılarak bayrak haline getirilmesiyle karşı karşıyayız. Oklar artık doğa bilimlerine çevriliyor. Hatta öyle ileri gidiliyor ki, Newton’un Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri kitabı, cinsiyet perspektifi üzerinden tecavüz el kitabı olarak bile değerlendiriliyor.

Paul Virilio şöyle yazmıştı; “Fenomenlerin iflası ve görünür olanın krizi, ancak ekonomik ve siyasal dezenformasyonun işine yarar.”[5] Öyle de oldu. İşin kaymağını sermaye sınıfı ve gericiler yedi. Kaldı ki postmodernizm bir süre sonra bilime saldırmak isteyenler tarafından kullanışlı bir silaha dönüştü, “her şey uyar”cı tavır ve kanıt temelli akıl yürütmelere yapılan saldırılar hakikat sonrasının düşünsel zeminin hazırladı diyebiliriz. Bu bilim inkarcılığı, zamanında iklim krizi için kanıt temelli yapılan bilimsel çalışmaların da ciddiye alınmamasına, aslı astarı olmayan karşıt argümanlarla savuşturulmasına sebep olmuştu. Paralel olarak evrime karşı akıllı tasarım inancını savunanlar da, düşünsel çevrelerde sözün iktidarını almaya başlayan postmodernizmin taktiklerini uyguluyorlardı, -hâlâ da devam ediyorlar.

Mcintyre’nin aktarımıyla, hataya düşmüş olabileceklerini biraz da pişmanlıkla dile getiren postmodernistler bulunmaktadır. Bruno Latour’un buna örnek teşkil edecek bir açıklamasını özetleyelim, şu soruyu soruyor; “Bilimde bir kesinlik olmaması durumunu ortaya çıkarmak için ben de geçmişte mesai harcadım, bunu asli bir mesele haline getirdim. Ahmakça bir hata mı yaptım? İşler bu kadar hızlı mı değişti?” Ve başka bir yerde sürdürüyor; “Birçok doktora programı olguların imal edilmiş olduğunu, hakikate ulaşacak doğal, dolaysız, yansız bir yol olmadığını, her daim dilin tutsağı olduğumuzu, konuşurken hep belirli bir bakış açısından konuştuğumuzu vb. Amerikalı gençler zor yoldan öğrenmeye devam etsinler diye hâlâ sürdürülmektedir. Öte yandan tehlikeli aşırılıkçılar, toplumsal inşacılığın kullanıdığı argümanların tıpatıp aynılarını, hayatlarımızı kurtarabilecek zor kazanılmış kanıtları yerle bir etmek için kullanmaktadır.”

İçsel bir hesaplaşmaya girişiyor Latour. Ve yıllardır bilimsel argümanları, sosyal inşacı ve radikal belirsizci perspektifleri adına fütursuzca kullandıkları için eleştirdiğimiz postmodern tavrı, aynı şekilde o da sorguluyor ve şunları soruyor; “Bilim çalışmaları denilen alanın icadına katılmakla hata mı ettim? Tam olarak söylediğimiz şeyleri kastetmediğimizi dile getirmek yeterli midir? Küresel ısınmanın, sevseniz de sevmeseniz de, bir olgu olduğunu söylemek neden dilimi yakıyor?”

Akademide hakikate saldırmak eğlenceli olabilir, gerçek yaşamda ise o kadar eğlenceli değil. Ve neo-liberal okul sermayeye insan yetiştirme merkezi gibi çalıştığına göre, akademide olan gerçek yaşama da tezahür eder. Marx’ın anlatmaya çalıştığı üzere, fikirler toplumu etkileri altına alır almaz maddi güç haline gelirler. Postmodernler, diğer ideolojilerin yaptığı gibi, hem bu etkiyi hem de yaşanan süreçte pay sahibi olduklarını yadsımaktadırlar.

İktidarın tamamen görünmez ve ekonomi-politiğin göstergelerden ibaret olduğunu, mücadelenin anlam teşkil etmediğini, tarihin sonunun geldiğini, lanetli paya dönüştürülen sistemin alternatifinin bulunmadığını, birlik-beraberlik gibi çağrıların hem imkansız hem de toptan faşizm olduğunu ilan eden ve üst-anlatı perdesi arkasından geçmişteki her şeyi aynı çuvala atıp çöpe gönderen bu yaklaşım, tek büyük-anlatı haline gelmiş küresel kapitalizm (ve sorumlusu olduğu iklim krizi) karşısında son derece nihilist, çözümsüz ve sessiz kalmıştır. Ben postmodernizmin belirli yaklaşımlarını paylaşıyor, hatta kullanıyorum. Ancak diğer yandan kepaze bir oyunun döndüğünü ve yaşadığımız hakikat-sonrası süreç ile sağın yükselişini beslediğini de düşünüyorum. Her şey uymaz, uymayacak da. Mcintyre’nin aktardığı üzere; hakikat sonrası, faşizm öncesidir, bugünlerde çok daha iyi anladığımız gibi…

Pekala, son sözü Lee Mcintyre’ye bırakalım;

“Eğer hakikat diye bir şey yoksa ve her şey perspektiften ibaretse, herhangi bir şeyi bilmemizin koşulu nedir? Ana akım haberlerden şüphe etmemizin ya da komplo teorisini sahiplenmemizin önündeki engel nedir? Eğer haber dediğimiz siyasal bir ifadeden başka bir şey değilse, neden biz de haber uydurmayalım ki? Kimin olguları hakim olmalıdır? Doğru olan kimin perspektifidir? Dolayısıyla, postmodernizm, hakikat-sonrasının atasıdır.”


[1] Akışkan Gözetim – Ayrıntı Yayınları (ÇVR: Elçin Yılmaz)

[2] Akışkan Gözetim – Ayrıntı Yayınları (ÇVR: Elçin Yılmaz)

[3] Matematiksel İmha Silahları – Tellekt Yayınları (ÇVR: Akın Emre Pilgir)

[4] Hakikat Sonrası – Tellekt Yayınları (ÇVR: Mehmet Fahrettin Biçici)

[5] Enformasyon Bombası – Metis Yayınları (ÇVR: Kaya Şahin)

+ posts