Romantik Dönemin Doğa ve Endüstriyel Toplumla İlişkisi

18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süregelen Romantik dönem, eserlerinde güçlü duygular, bireycilik ve doğayla bağlantı üzerine vurgu yapmasıyla ünlenmiştir. Aydınlanma Çağı ve sanayi devrimine, rasyonalizme ve toplumun sanayileşmesine karşı tepki olarak ortaya çıkmıştır. Romantik yazarlar doğayla tekrar bağ kurmayı ve insanların duygusal ve ruhsal varlığını yeniden keşfetmeyi amaçlamıştır.

Doğa, Romantizm hareketi için her zaman ilham konusunda en büyük rolü almıştır. William Wordsworth, Samuel Taylor Coleridge ve John Keats gibi Romantik şairler, doğayı insan ruhu için bir sığınak olarak görüp methetmişlerdir. Doğanın engin ruhsal ve ahlaki öneme sahip olduğuna inanıp, onun bu sıra dışı özelliklerini eserlerine yansıtmışlardır. Hayvanları, bitkileri, nehirleri, gölleri doğaya dair her şeyi şiirlerinde, resimlerinde konu alıp aynı doğada olduğu gibi spontane bir şekilde ölümsüzleştirmişlerdir.

Romantikler ayrıca sanayi devriminde yaşanan endüstriyelleşmenin ve onun toplum üzerindeki olumsuz etkisini bolca eleştirmişlerdir. Fabrikaların yükselişini, kentselleşmeyi ve iş gücünün makinelerin eline geçişini insanlığa karşıtlık olarak görmüşlerdir. William Blake’in “The Chimney Sweeper” adlı şiirinde konu aldığı çocuk işçiliği ve bu trajik durum da bunun en büyük örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Sanayileşmiş toplumu, bireyselliğe, yaratıcılığa ve doğa ile insan arasındaki uyumuna karşı bir tehdit olarak nitelendirip, insanın ait olduğu yere, doğaya ve kırsal hayata dönüşünü teşvik etmişlerdir. Sanayideki bu hızlı gelişmenin sonucu olarak doğal manzaraların, ekosistemlerin yok olacağını ve toplumda eşitsizliğin ortaya çıkacağını savunmuşlardır. Fabrikaların, makinelerin, kentleşmiş şehirlerin sistemine karşı, doğaçlamanın ve spontanenin insan doğasına en uygun olduğunu düşünmüşlerdir.

Sonuç olarak, Romantik dönemin doğa ve endüstriyel toplumla ilişkisi karmaşık bir ilişkiydi. Romantikler doğayı bir ilham kaynağı olarak kutlarken ve kutsarken bir yandan da sanayileşmenin olumsuz etkilerini eleştirmiş ve karşı durmuşlardır. Aynı zamanda insanlığın gelişimi ile doğanın korunması arasındaki çatışmayı da görmezden gelmemişlerdir. Onların doğa ve endüstriyel toplumla ilgili fikir ve kaygıları, günümüzde halen çevresel ve toplumsal hareketleri şekillendirip yön vermeye devam etmektedir.

Bu altyapıyı aklımızda tutarak, şimdi size Doç. Dr. Z. Gizem Yılmaz’ın Romantik Edebiyat dersi için hazırladığımız şiirlerden bir seçki sunmaktayım.

Torn

I cry like a new born lamb
Thrown into life
Without any clue

Without any clue that
My mother will be taken
For greater good

My tears are pouring out like
A cloud that fulfilled
Its job and rests.

I flew over the whole world
Saw a lot of of sunrises
In different colors but still.

Still i cry but this time
This time its different
Like each color of the rainbow.

I’m at peace while I’m not
I’m lonely but not alone
I’m sich though everyone says im not

My mind is
As colorful as the northern lights
That u can see half the year.
Yet again its

Kopuk

Hayata atılmış
Yeni doğan bir kuzu gibi ağlıyorum
Hiçbir şeyden habersiz

Hiç haberim olmadan
Annemin yüce bir amaç için
Benden koparılacağını bilmeden

Gözyaşlarım dökülüyor
Adeta bir bulut gibi
Görevini tamamlamış ve dinlenen

Tüm dünyayı uçtum
Gördüm bir sürü gündoğumu
Çeşitli renklerde ama yine de

Yine de ağlıyorum ama bu kez
Bu kez daha farklı
Gökkuşağının her bir rengi gibi

Huzurluyum huzurlu değilken
Yalnızım ama tek başıma değilim
Herkes iyisin dese de iyi değilim

Zihnim
Yılın yarısında görülen
Kuzey ışıkları kadar renkli

Ancak
Ormanlar kadar da karanlık
Tüm sakinleriyle birlikte

Alara Apcin


Love’s Melody
In fields of green and skies of blue,
My heart beats fast, my love for you.
The sunset, the moon rise,
But my passion for you never dies.

The flowers bloom, the birds sing,
My soul takes flight with every fling.
The world around us fades away,
As we dance to love’s sweet melody.

With every kiss and every touch,
My heart overflows, my love is too much.
The stars above, shine so bright,
As we hold each other through the night.

Aşkın Ezgisi
Yeşil tarlalarda mavi gökyüzünde,
Kalbim hızla çarpar, senin sevginle.
Güneş batar, ay yükselir,
Ama sana olan aşkım hiç bitmez bende.

Çiçekler açar, kuşlar öter,
Her sıçrayışta ruhum uçuşur.
Aşkın tatlı ezgisine dans ederken biz,
Dünya kaybolur gider.

Her öpücükle, dokunuşla,
Kalbim taşar, aşkınla.
Yukarıda yıldızlar parlar pas parlak,
Gece boyunca tutarken birbirimizi sarılarak.

Baran Öztürk


Oh Ankara
Oh Ankara, city of green
Hills long and sheen
And Valleys between
With everything, you should be seen

Oh Ankara, city of Republic
History who dissent pathetic
Monuments pertain to epic
With everything, you are heroic
Oh Ankara, city of youth
Narrow streets flow smooth
Black frost rarely soothe
With everything, you are a beauty

Oh Ankara, I have done my duty
To all I explained your beauty
But complain didn’t vary, If I received any
While everything, Where is the goddamn sea?

Ah Ankara
Ah Ankara, yeşilin şehri
Tepeleri uzun parlak
Aradaki vadileri
Her şeyinle görmeli seni

Ah Ankara, Cumhuriyetin şehri
Acınası sana karşı duranların hali
Abidelerin efsanevi
Her şeyinle, sana kahraman demeli
Ah Ankara, gençliğin şehri
Dar sokakları akar gider
Kara ayazları dondurur içini
Her şeyinle, sen güzelsin

Ah Ankara, tamamladım görevimi
Herkese paylaştım senin güzelliğini
Yine de değişmedi işittiğim şikayetleri
Her şey tamam da nerde bunun denizi?

Tufan Ufuk Akın


Changing to the Seasons

With the fading sun, I glimpsed my heart’s purity.
I watched myself make the same mistakes from afar under the violet sky.
On the final flap of the birds’ wings before they leave this city,
I sensed you leaving me flying to another land just like them.

Only the wind’s hands were in my hair.
I was alone amid the final beams of summer sun.
As the moon rose in the sky, I envisioned your touch.
The light shone my face, and the stars giggled in my face like you.

When I gazed up, there was no limit to the universe.
In the pitch black of the night, my love and purity mingled.
During this winter time, I yearned for you.
And you lingered like the fiercest embers in my heart.

At night’s ends, I stained my heart the hue of the night sky.
Like hope, the moon was far away.
For the first time the north star was pointing south.
I am mingled with the night’s darkness.

The grey city now has spring.
After a long night, the sun emerged.
You left my garden when it started raining.
But I am clean and green again at last.

Mevsimlerle Değişmek

Batan güneşle, kalbimin saflığını gördüm.
Eflatun gök kubbenin altında izledim aynı hatalarımı tekrar yapışımı.
Kuşlar bu şehri terk etmeden son kanat çırpışlarında,
Aynı onlar gibi senin de başka yerlere uçup beni terk ettiğini hissettim.

Sadece rüzgârın elleri saçlarımdaydı.
Yaz güneşinin son ışıkları altında yalnızdım.
Ay gökyüzünde yükseldiğinde, dokunuşunu düşledim.
Işık yüzüme yansıdı ve yıldızlar senin gibi bir gülümseme bıraktı yüzümde.

Kafamı kaldırdığımda evrende bir sınır yoktu.
Gecenin karanlığında sevgim ve saflığım karıştı.
Tüm kış boyunca, hasretini çektim senin.
Ve kalbimde kaldın güçlü bir kor gibi.

Gecenin sonunda, kalbimi gecenin karanlığıyla lekeledim.
Aynı ay gibi, umut da çok uzaktı.
İlk defa Kuzey Yıldızı güneyi gösteriyordu.
Gecenin karanlığına karıştım.

Gri şehirde bahar vardı artık.
Uzun bir geceden sonra güneş çıkageldi.
Bahçemi yağmurlar başladığında terk etmiştin.
Ancak ben sonunda tekrar saf ve yemyeşilim.

Melek Aleyna Göktaş


Snow

White crystals that fell from the sky
How you look pure and fragile
We await your arrival
But despise your presents in the end

White crystals who came from above
Cold and warming at the same time
Welcomed by all
And shunned by all

White crystals that fell from the sky
Tragic your life is
Pure white while you come
Murky and abandoned when you left

White crystals who came from above
Much like human your life are
Better stay in high and virgin place
Or else be defiled and defile others

Kar
Beyaz kristaller düşer gökyüzünden
Ne kadar kırılgan ve saf gözükürler
Bekleriz gelişinizi dört gözle
Ancak tiksiniriz arkanızda bıraktığınızdan

Beyaz kristaller yukarıdan düşen
Soğuk ancak iç ısıtan
Herkesçe istenen
Ve herkesçe lanetlenen

Beyaz kristaller gökyüzünden düşen
Trajiktir hayatınız
Bembeyazdır gelişiniz
Kapkaranlık bırakır gidişiniz

Yukardan gelen beyaz kristaller
Tıpkı insanlar gibi sizin de hayatınız
Yüce, dokunulmamış kalmalı
Yoksa kirletir kendini ve herkesi

Ibrahim Muhammed


 

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde İngiliz dili ve Edebiyatı öğrencisi, illüstrasyon, edebiyat, posthümanizm, uzak doğu.