Bu yazıda, iç ve dış doğamızı tahrip eden yangınların düşündürdükleri temelinde, sürdürülebilir bir toplum için insanötesi (posthuman) politik-etik bir çerçeve önerisinde bulunacağım. Burada, sürdürülebilir bir toplumun şekillenişinde öncelikle insan, ekoloji, ekonomi, hukuk, bilim ya da din konusunda bazı ön kabullerden vazgeçmemiz gerektiği varsayımından hareket ediyorum. Her kabul gibi her vazgeçişi de politik-etik birer mesele olarak değerlendiriyorum.
İnsanlık olarak, zamanında ve olması gerektiği gibi yüzleşmeyi tercih etmediğimiz için ciddi kayıplara yol açan kitlesel olayların sayısı son çeyrek asırda artmış vaziyette. Akla hemen 2007-8 Mali Krizi ve koronavirüs salgını geliyor. İklim değişikliğine bağlı aşırı iklim olayları da hız kesmiyor. Tüm bunları oikosun iyi yönetilememesiyle ilgili sorunlar olarak görmek mümkün.[1] “İyi” yönetimi adalet, dahil etme ve sürdürülebilirlik nosyonlarıyla açıklamayı tercih ediyorum. Bu açıdan, söz konusu ayaklardan bir tanesi eksikse yönetimde eksikler olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu üçü birbiriyle çelişmemeli; bir diğer deyişle sürdürülebilirlik adı altında yapılanlar adaleti zedelememeli ya da birileri için dışlayıcı sonuçlar doğurmamalıdır.[2] Ancak iyi yönetime ışık tutması beklenen ekoloji ve ekonomi bilgimiz de oikosu, yani evimizi ve ailemizi nasıl tanımladığımıza, neleri dikkate alıp neleri görmezden geldiğimize göre değişiyor. Dolayısıyla, bu yazıda, bu tanım ve kabulleri biraz açmak ve alternatiflerin neler olabileceğine bakmak istiyorum. Ama öncelikle iki konuyu açıklığa kavuşturmak iyi olabilir.
İlk olarak, “evrensel, kapsayıcı bir insanlık anlatısı”nın sorunlu oluşuna dikkat çekmeliyim. Bu anlatı hem küresel hem yerel ölçeklerde sorunlu ve çoğunlukla farklı düzeylerdeki bireysel ve kurumsal sorumsuzlukların üzerini örtüyor. Gerek ülkeler arasında gerekse ülkeler içerisindeki tarihsel, yapısal eşitsizlikleri dikkate almaksızın strateji geliştirmenin, politika üretmenin hayattaki karşılığı daha fazla acı ve gözyaşı oluyor. Bununla bağlantılı ikinci bir konu olarak, “kriz” söylemini sorunlu bulunuyorum. Bir olayın kriz olarak adlandırılabilmesi için normalde iyi işleyen bir sistemin “geçici” olarak sorun yaşıyor olması gerekir. Halbuki karşı karşıya kaldığımız olaylar olsa olsa krizin sürekliliği olarak değerlendirilebilir ki bu da kavramın açıklayıcılığını yitirmesine neden oluyor. Burada geçici bir anomali söz konusu değil. Aksine her anlamda olağanüstü, devamlılık arz eden bir durum söz konusu ve şirket-devletlerin yöneticileri bu durumun ne olursa olsun sürdürülmesi için acil, teknokratik çözümlere başvuruyor (Whyte, 2021). Bu duruma, Bertolt Brecht’in Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı (1958) isimli anti-faşist oyunundan ilhamla olağanüstü halin sürekliliği demeyi tercih ediyorum. Ortada olağanüstü bir hal var ise yapılacak olan öncelikle olağan hale dönmektir. Peki, nasıl? Ataerkil, eril, köktenci, tahakkümcü, emperyalist, neoliberal kapitalist ve militarist politikalara karşı alternatifler geliştirerek… Bunların hepsini tartışmak, bu yazının amacını aşıyor. Ancak bunları üreten, etkileyen ilişki biçimlerine dair bir şeyler söylenebilir.
İyi yönetimin üç bileşeninin adalet, dahil etme ve sürdürülebilirlik olduğundan bahsettim. Adaletten, yönetimin—insan olmayanlar dahil—herkese özen gösterip eşitleyici yaklaşmasını anlıyorum. Demokratik-hukuk devletlerinde, hukuk sistemi bu yaklaşımın garantörü ama tek garantörü değil. Burada hukuku dinamik bir sistem olarak görüyorum. Birçok örneğin gösterdiği gibi hukuk da lobi faaliyetleri neticesinde grup çıkarlarına göre değişebilir. Dolayısıyla değişimin yönü ve kapsayıcılığı önem arz ediyor. Dahil etme bileşeninden, strateji ve politika oluşumunda, toplumun marjinal kesimlerinin dikkate alınmasını anlıyorum. Söz konusu toplumu oluşturan topluluklar ideolojilerin, dinlerin, dillerin, etnik köklerin ve türlerin ötesinde dikkate alınmalıdır. Sürdürülebilirlik kavram ve pratiklerinin üzerinde de biraz daha fazla durmak faydalı olabilir. Çünkü önümüzdeki süreçte Türkiye gündemi sürdürülebilirliğin “nasıl” uygulanacağıyla meşgul olacak, olmalı.
Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma hakkında tanım ve ifadeler artık çoğumuzun malumu. En azından 1980’lerden bu yana sürdürülebilirlik “şimdiki kuşakların ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların da dikkate alındığı”, ekonomik, toplumsal ve ekolojik boyutları olan bir paradigma olarak anlaşılıyor. Bunlar pratiğe daha çok ekonomi öncelikli sürdürülebilir kalkınma olarak yansıyor. Söz konusu pratikler, toplumsal değişime yönelik modernleşme, dönüşüm ve kontrol etme tahayyülleri arasındaki tarihsel mücadelede şekilleniyor (Adloff & Neckel, 2019). Fiziksel ve dijital altyapılar bu mücadeleler neticesinde şekilleniyor; bilimsel projeler, ihaleler güç ilişkilerinden etkileniyor. Örneğin, bazı alanlar gereksiz görülüp finansman sağlanmıyor ya da yangınlardan sonra tartışıldığı üzere bakım masrafları dikkate alınmıyor. Altyapılar, belirli tahayyüllerin faydacı analizleri çerçevesinde dönüşürken afetler karşısında da direnç gösteremez hale geliyor. Sonuçta geçmiş, lineer olmayan bir iç içelikle her anlamda bugünü ve geleceği belirliyor.
Buraya kadar anlattıklarım, normatif yorumlar olarak görülebilir. Ancak neoliberal kapitalist ilişkilerin gölgesinde şekillenen sürdürülebilirlik pratiklerinin ardında yatan fikirlerin de benim dikkat çektiklerimden daha az normatif olduklarını düşünmüyorum. Bu eleştiriye ilişkin ciddi bir akademik yazın mevcut ama burada sadece sürdürülebilirlik biliminin de diğer tüm bilimler gibi normatif, etik, politik, dinsel vb. boyutlarının bulunduğunu hatırlatmakla yetineyim (Smith, 2019). Örneğin, sürdürülebilirliği niye büyüme fetişinin emrine verdiğimiz sorusunun cevabı sadece bilimsel yaklaşımlarda aranamaz. Ayrıca sayısallaştırma ve ölçülebilir hale getirme teknikleri tek başlarına sorunları aşmakta yetersiz kalmaktadır. Dahası, bu teknikler, sürdürülebilirlik strateji ve politikalarının belirli zümrelerin çıkarları çerçevesinde şekillenmeye devam etmesi riskine de yol açmaktadır (Blühdorn, 2016). Dolayısıyla bugünü ve geleceği adil ve dahil edici bir şekilde göğüsleyebilmek için öznel olanı nesnelleştirmek yetmez (ki bu pratikte mümkün de değildir); çoğul öznelliklerin ve farklı politik-etik pozisyonların dikkate alınması ve yönetime yansıtılması gerekmektedir. Yazının kalan kısmında insanötesi politik-etik bir çerçeve önerisinde bulunup yangınları bu çerçevede değerlendirmeyi deneyeceğim.
Esasen, yangınları ele alışımızla salgınları ele alışımız arasında paralellikler kurulabilir. Bu açıdan burada söyleyeceklerim, daha önce başka mecralarda koronavirüsün insanötesi yorumu çerçevesinde ifade ettiklerimle yer yer örtüşmektedir (Dedeoğlu, 2020, 2021). Bu açıdan yangını/ateşi maddeci bir yönelimle (1) insanötesi bir ajan/eyleyici (Hayles, 2020), (2) insanötesi bir olay (Ronchi, 2020) ve (3) insanötesi bir maruz kalma/açığa çıkma (Biesta, 2011) olarak görebiliriz. Bunları biraz açmaya çalışayım.
Afetler her daim insanötesidir. Yangın, sel veya bir başka afet hiçbir zaman sadece insanlarla ilgili olmadı, olması da mümkün değil. Ancak ne olmadığını söylemek yeterli değil. Ne olduğuna baktığımızda, yıkıcı bir güçle karşı karşıya olduğumuz hemen anlaşılabilir. Ateş en azından Prometheus’tan bu yana yapmak, yaratmak için de kullanılagelmiştir. Meselenin her iki boyutu da maddenin eyleyiciliğinin insanın ötesinde dikkate alınması gerektiğine işaret eder (Barad, 2003). İnsanın, zannedilenin aksine, maddenin her halini, her zaman kontrol altında tutmasının mümkün olmadığı aşikâr ki yangınlar yıkıcı eyleyicilikleriyle bunu bir kez daha hatırlattı. Bu hatırlatma hem iklim değişikliğiyle paralel seyreden kitlesel yok oluşlar hem de kimlik inşası ve bilgiye eriş(eme)me biçimlerinin dönüşümü açısından geçerli görünüyor.
Öte yandan yangının insanötesi bir olay olması, etkilerinin canlılar açısından farklılık göstermesine ve politik sorumlulukların da farklılaşmasına karşılık gelir. Her bir insan, her bir canlı, her bir bölgesel ekosistem yangından farklı şekillerde etkilendi. Bu farklılıklara rağmen ya da bu farklılıklarla birlikte söz konusu etkileşimler birbiriyle yakından ilişkili. Bu ilişkiyi daha iyi anlayabilmek için Braidotti’nin (2019), Agamben’den farklı biçimde tartıştığı, bio/zoe/jeo/tekno birlikteliğini dikkate almak faydalı olabilir. Bu birliktelikte insan yaşamı, insan olmayan yaşamın karşısında değildir, onunla birlikte var olur. Yaratıcı insanın tekniği bu birlikteliğe eklemlenir ve yeryüzüyle birlikte canlılık dönüştürülür. Buradan hareketle yangın bir bölgedeki yaşamın tümüyle ilgilidir ve öyle değerlendirilmelidir. Bir orman köylüsünün yaşamı, diğer canlılardan ayrı düşünülemeyeceği gibi teknikten (örneğin, otlatma tekniği ya da iklim bilgisinden) de ayrı düşünülemez. Bu durum, kentli insan için de geçerli olmasına rağmen tekniğin modern kapitalist biçimleri bunun görmezden gelinebileceği yanılsamasını yaratmıştır. Yabancılaşma, metalaşma, prekaryalaşma pratikleri, bu teknik biçimlerle birlikte, olağanüstü halin sürekliliğine hizmet etmektedir. Politik sorumluluklar de bu süreklilik temelinde ele alınmalıdır.
Söz konusu dolanık halin içerisinde yangınların bir kriz olarak değerlendirilmesi olasıdır. Ancak aslında olan, yangınların tıpkı daha önce diğer “krizlerin” yaptığı gibi, maruz bırakmalarıdır. Yangınlar bizi çıplak bir gerçekliğe maruz bırakmaktadır. Bunu, olağanüstü halin sürekliliğinin nelere yol açtığının ve bu açıdan sürdürülemezliğinin farkına varılması olarak da okumak mümkün. Bir başka ifadeyle, yaşananlar bizi bildiklerimizi unutmaya ve yeniden öğrenmeye davet etmektedir. Bu hem ekoloji hem de ekonomi için geçerlidir. Son yangınlar, örneğin, ormanın çeşitli bitkilerin, bakterilerin, mantarların ve hayvanların birbiriyle iletişim halinde oldukları ve ölü maddenin canlılığı beslediği dolaşık ekolojiler oldukları (Cielemęcka & Daigle, 2019) bilgisini öğretmelidir. İnsanlar ise ya bu ekolojilerin ve bunlara bağlı ilişki biçimlerinin bir parçasıdır ya da bunları taciz eden, mekâna izinsiz girendir. Bu iki yaklaşımın farkının anlaşılması için köylünün ormanla kurduğu ilişkiye bakmak kafidir. Son yangınlar sonrası kendisiyle yapılan bir röportajda Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran’ın sosyal medyaya da yansıyan sözleri, insanın ormanla ilişkisinin alternatif onto-epistemolojilerine dair bir tartışmaya ışık tutabilir. Bu sözlerin bize anlatacakları insanmerkezcilik / ekomerkezcilik ayrışmasının ötesinde ve insanın ötesindedir.
Sonuç olarak, iyi yönetimin anlamı, iyi yaşamın anlamıyla yakından ilişkilidir. Bu ilişkisellik bizi bir yandan ekonomi anlayışımızı, diğer yandan yönetimi, bilhassa da sürdürülebilirlik yönetimini ölçme ve değerlendirme biçimlerimizi gözden geçirmeye itmelidir. Yönetimlerden beklentilerimizin gerçekleşme ihtimaliyse kişisel ve toplumsal politik-etik dönüşümümüzle bağlantılıdır. Bu bir anlamda yeni bir politikleşme biçimi… Ancak bu, bazılarının ifade ettiği, zihinsel yapıların politik sonuçlar doğurduğu tezinden biraz daha karmaşık. Zihinsel yapılarla toplumsal, politik yapılar Gramsci’nin ve diğerlerinin ifade ettikleri gibi, birbiriyle etkileşim halinde şekilleniyor; ancak insanlar tüm yapısal sıkıntıların içinde, bu sıkıntılara rağmen, iyiyi yaratacak potansiyeli de göstermeye devam ediyor (Braidotti, 2015). Yangın bölgelerinden gelen umut verici hikayeler de bu potansiyelin birer yansıması olarak görülebilir. Tüm bunların ışığında aklımdaki soru: Politik-etik çerçevenin iyi yaşam stratejisi ve dolayısıyla iyi yönetim stratejisine dönüşmesi için neler yapabiliriz? Bu soruyu sorarken dünyanın farklı coğrafyalarında ataerkil, eril, köktenci, tahakkümcü, emperyalist, neoliberal kapitalist ve militarist politikalar nedeniyle hayatlarını, sağlıklarını kaybeden, kırıma uğrayan ve yerlerinden edilen tüm canlıları anıyorum…
[1] Bilindiği üzere, oikos, ekoloji ve ekonomi sözcüklerinin kökü ve Antik Yunancada bağlamına göre aile, ev, ev ahali gibi anlamlara geliyor.
[2] Bugün, Türkiye özelinde “iyi kötü bir sürdürülebilirlik politikasına da razıyız” diye düşünülebilir; ama bu yazının amacı geleceğe dair olasılıkları konuşmak olduğundan bu düşünceyi şimdilik rafa kaldırmak istiyorum.
Kaynakça
Adloff, F., & Neckel, S. (2019). Futures of sustainability as modernization, transformation, and control: A conceptual framework. Sustainability Science, 14(4), 1015–1025. https://doi.org/10.1007/s11625-019-00671-2
Barad, K. (2003). Posthumanist Performativity: Toward an Understanding of How Matter Comes to Matter. Signs: Journal of Women in Culture and Society, 23(3), 801–831.
Biesta, G. (2011). Philosophy, Exposure, and Children: How to Resist the Instrumentalisation of Philosophy in Education: Philosophy, Exposure, and Children. Journal of Philosophy of Education, 45(2), 305–319. https://doi.org/10.1111/j.1467-9752.2011.00792.x
Blühdorn, I. (2016). Sustainability—Post-sustainability—Unsustainability. In T. Gabrielson, C. Hall, J. M. Meyer, & D. Schlosberg (Eds.), The Oxford Handbook of Environmental Political Theory (Vol. 1). Oxford University Press. https://doi.org/10.1093/oxfordhb/9780199685271.013.39
Braidotti, R. (2015). Posthuman Affirmative Politics. In S. E. Wilmer & A. Žukauskaitė (Eds.), Resisting Biopolitics: Philosophical, Political, and Performative Strategies (pp. 30–56). Routledge.
Braidotti, R. (2019). Posthuman Knowledge. Polity Press.
Cielemęcka, O., & Daigle, C. (2019). Posthuman sustainability: An ethos for our anthropocenic future. Theory, Culture & Society, 36(7–8), 67–87. https://doi.org/10.1177/0263276419873710
Dedeoğlu, Ç. (2020). COVID-19, Posthüman Güvenlik ve Canlılığın Geleceği. Atatürk Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Bülten, 2, 50–54.
Dedeoğlu, Ç. (2021). Reading (through) COVID-19: Towards a posthumanist strategy in higher education. In I. Fayed & J. Cummings (Eds.), Teaching in the Post COVID-19 Era: World Education Dilemmas, Teaching Innovations and Solutions in the Age of Crisis. Springer International Publishing. https://doi.org/10.1007/978-3-030-74088-7
Hayles, N. K. (2020, April 17). Novel Corona: Posthuman Virus. In the Moment. https://critinq.wordpress.com/2020/04/17/novel-corona-posthuman-virus/
Ronchi, R. (2020, March 14). The virtues of the virus (Coronavirus and Philosophers). European Journal of Psychoanalysis. https://www.journal-psychoanalysis.eu/coronavirus-and-philosophers/
Smith, T. S. J. (2019). Sustainability, wellbeing and the posthuman turn. Springer International Publishing. https://doi.org/10.1007/978-3-319-94078-6
Whyte, K. (2021). Against Crisis Epistemology. In B. Hokowhitu, A. Moreton-Robinson, L. Tuhiwai-Smith, S. Larkin, & C. Andersen (Eds.), Routledge Handbook of Critical Indigenous Studies. Routledge. https://www.routledge.com/Routledge-Handbook-of-Critical-Indigenous-Studies/Hokowhitu-Moreton-Robinson-Tuhiwai-Smith-Larkin-Andersen/p/book/9781138341302
One comment
Comments are closed.