İlişkiselci Perspektif II – Posthümanist Bir Kozmoloji Arayışı

Nerede başlar dağ, ova nerede biter
çöl nerede durur ve
sabitlenir nehirler
gündelik gösterisi dünyanın
yanıltıcı gelmez göze
dilimlere bölünür evren
anlamlı kavramlar içinden.

oysa bulanıktır mekan
ve bilgisizliktir zaman
asla iz bırakmaz ufku öpen ay
dalgalanır deniz, bilir bunu herkes
kimisi anımsar, dağılırken merkez.

GİRİŞ

Dünya görüşümüzde köklü değişimler yaşanabilmesi için sadece fiziksel veya deneysel bulgulardan gelen yeni bilimsel bilgiler, yahut sosyal açıdan politik dönüşümler yaşanması yeterli değildir; öncelikle temel kavramların, inançların, ön kabullerin, paralel biçimde dilin değişmesi gerekir. Aynı şekilde akademik eğitimin de. Örneğin görelilik yahut kuantum teorisi; bugün bahsi geçtiğinde pek eski gelirler kulağımıza, öyledir de çünkü bir asrı geçmiştir öne sürüleli. Köklü bir değişim gerçekten yaşanmış mıdır? Bunlar bize en nihayetinde Newtoncu mutlak uzay ve zaman adlı sabit arka plan varsayımının geçerliliğini yitirdiğini öğretmemiş midir? Yanıt evet, pratik ise -bilimsel araştırma/bilgi edinme açısından da- pek öyle değildir. Yahut kültürel açıdan, biz Doğulular artık düşünme organının kalp yerine akıl olduğunu bilmiyor muyuz? Elbette epeydir biliyoruz ancak bu temel yaşam felsefesi öyle derinlere kazınmıştır ki, kendini seküler olarak tanımlayanlarda bile köklü bir değişim yaşanmadığı gözlemlenebilmektedir.

Posthümanizm, klasik hümanizm ile aydınlanmanın sert taraflarını paramparça etme potansiyeli taşır. Postmodernizmde bu potansiyel yoktu, çünkü saldırısını nihilistik biçimde, hiçbir şey uğruna yapmış ve kimi açılardan nesnel-gerçekliği dahi yok edebilecek noktaya taşımıştı kendini. -Hatta bugünlerde herhangi bir öneride bulunduğunuz anda “faşist” etiketi alnınıza yapışıverir.- Posthümanizm ise ortaya yaşam felsefesi koymaktadır. Bugün aynısını evren için de düşünemez miyiz? Posthümanist kozmoloji abartılı bir söylem gibi gelebilir kulağa… anlatmak istediğim yukarıdan aşağıya değer hiyerarşisinin olmadığı, oluş, olay, akış, ağ gibi hususların ön plana çıktığı, izoleci ve mutlakçıdan ziyade ilişkisel bir evren modelidir. Aynı zamanda her şey belirsizliğe de postalanmaz. Böyle bir evren anlayışına anlamın un ufak edildiği, farklılığın -modernist birlik şiarının ters yüzü gibi- kutsandığı bu dönemde fazlasıyla ihtiyacımız var; ayrıca ekolojik ve toplumsal mücadele açısından da. Ancak ihtiyaçtan doğan bir perspektif icadı değil bu, aksine doğayı anlama hususunda gerçekçi bir keşif. İlişkisellik hem farklılığı öne çıkarır hem benzerliğin aynılık olmadığını gösterir hem de birlik-dayanışma potansiyellerinin önünü açar.

Evvela Whitehead’e değineceğiz kısaca. Ardından fizikçi Carlo Rovelli’nin fikirleriyle devam edeceğiz, -bu yazı da Rovelli’ye adanmıştır.

WHITEHAD – SÜREÇ FELSEFESİ

“Varlık, ilişkiler ağı ile ‘belirir’ ve gözlemci bu ilişkiler aracılığıyla onun farkına varır.”

İlişkiselci Perspektif[1] adlı ilk yazım bu çalışmayla birlikte alınmalı, birbirlerini tamamlıyor ve destekliyorlar. Whitehead’le ilgili yazdıklarımdan alıntı yapmak istiyorum.

Süreç, akış, değişim, oluş, ilişki gibi kavramlara değinmişti büyük düşünür. Herakleitos’un “değişmeyen tek şey değişimdir” ve “bir nehirde iki defa yıkanamaz” yaklaşımlarını açıklamak, sistematize etmek istiyordu. Her şeyin akış halinde olması Whitehead’e göre açıklanması gereken en temel hususlardan biriydi. Süreç, farklı yapıların yarattığı birlikteliktir. “Şimdi” geçmişten etkileniyor ve geleceği etkiliyorsa da her olay yeni bir oluştur ve hiçbir şey tekrarlanmaz. Whitehead’de (bil-fiil) varlıklar birbirlerinden farklıdır ama karmaşık ve bağlantısaldırlar. Bu farklılıkların, çeşitliliklerin beraber yeni bir birliğe-bütünselliğe yönelmesi ve nihayetinde tam bir varlığa dönüşmeleri, somutlaşma sürecidir. Şeyler ilişkisellik içerisinde sona ererler ancak bir sonrakine katılır, katkı sağlarlar. Her varlık başka varlıkların gelişimine katkı sağladığı gibi, var olmak için de başka varlıklara muhtaçtır. (Bil-fiil) Dünya bu varlıkların ilişkiselliğinden oluşmuştur. Evren de mekanik değil, dinamik ve organiktir. Aynı şekilde doğa edilgen değil etken, tamamlanmış değil oluş halinde bir ilişkiler sistemidir. Her şey olaydır. Her şey ilişkiseldir. Olaylar da değişir, şeylerin ilişki biçimleri de. Şeyler birbirlerinden tastamam soyutlanamaz, keskin sınırlarla ayrıştırılamazlar.

Ekleyelim: Doğa düşünce değildir ona göre, duyular aracılığıyla algıda gözlemlediğimiz şeydir. Yani düşünce üzerinde düşünmeden, doğa üzerinde düşünülebileceğini öne sürer. Varlık, ilişkiler ağı ile “belirir” ve gözlemci bu ilişkiler aracılığıyla onun farkına varır. Nihayetinde bilimin aradığı şey de doğadaki ilişkilerin anlaşılmasıdır. “Doğa, duyu-farkındalığı için mevcut ve özellikle de sürmekte olan bir olaydır. Hareketsiz duran ve seyredilen bir doğa olamaz.”[2] Olay önemli bir olgudur; öyle ki zaman ve mekânın, doğanın somut unsurları olan Olayların soyutlamaları olduğunu ifade eder Whitehead, Olay’dan bağımsız düşünülebilecek bir zaman-mekân konsepti mümkün değildir. Düzenli bir dizilim halinde sıralanan bloklaşmış mutlak-zaman anlayışı yerine, zamanın olayların geçişinden yapılan bir soyutlama olduğunu öne sürer. Olayların geçişi ve birbirleri üzerine yayılmaları, zaman gibi mekânın da soyutlama şeklinde ortaya çıktığını gösterir. Mekân, nesnelerin ilişkileridir.

“…mekân ve zaman yalnızca olaylar arasındaki ilişkilere dair kesin hakikatleri ifade etmenin yollarıdır.” diyen Whitehead, koşullar kümesini göz önünde bulundurarak “iki gözlemci de aynı mekân ve zamandan mı söz ediyor?” sorusunu sormanın kaçınılmaz olduğunu belirtir. Burada tek bir hakikat değil, birçok hakikat vardır. Ancak “bilimsel düşüncede doğa, bireysel gözlemcilere bağımlı olduğuna dair hiçbir referans taşımadan formülleştirilmiş kendi yasalarına sahiptir.”[3]

Whitehead Dünya’dan bahsettiğinde canlı-cansız tüm varlıkların birlikteliği ve bağlantısallığından söz eder.[4] Yani bilen-özne / cansız-doğa yahut mutlak-Tin’in yerine geçen madde yahut varlıkların “değer” hiyerarşisi vb. anlayışlardan ziyade; posthümanizme yakıştırabileceğimiz yan yana, düz bir ontolojik tablo vardır. İzole edilmiş varlıkların donuk sergisi değil, ilişkisel varlıkların dinamik oluş’u söz konusudur. Süreç felsefesinde (bireysel, sosyal ya da evrensel) şeyler değişime direnen sabit bütünlükler olarak değil oluş halinde; belirme, karmaşıklık, etkileşim ve yaratıcılık temelindedir. Akış, süreç ve değişim gerçekliğin birincil ham maddeleridir. Ancak her şey belirsiz ve istikrarsızdır manası çıkmaz, daha ziyade olasılık bulutundaki istikrar dalgalarıdır.

Kendisinden son bir alıntı yapalım:

“Tecrit edilmiş bir olay, olay değildir; çünkü her olay daha büyük bir bütünün bir faktörüdür ve o bütünün önemli bir parçasıdır. Ne mekândan bağımsız zaman, ne zamandan bağımsız mekân, ne de doğa olaylarının geçişinden bağımsız olarak zaman ve mekân olabilir. Bir varlığı çıplak bir ‘o’ olarak düşündüğümüzde o varlığın düşüncede tecrit edilmesi, doğada ona karşılık gelen bir tecridin var olduğunu göstermez. Böylesi bir tecrit yalnızca düşünsel bilgi yönteminin bir parçasıdır.”

Posthümanist Bir Kozmoloji mi? – ROVELLI BİZE YARDIM EDEBİLİR

Önce “posthümanist kozmoloji”yi düşünelim. (İlişkisel) Posthümanizmin insan-merkezciliğin karşısında yer aldığını biliyoruz. Peki insan-merkezci yaklaşım, evrene yaklaşımımıza da sirayet etmemiş midir? İşi kolay noktaya çekip yaradılışçılığa getirmeyeceğim; evet, dinsel açıdan dünya bizim için var ve evren müthiş bir yer israfı, burayı geçip başka yöne eğilelim. Bizler görece makroskobik canlılarız ve her şeyi kategorilere ayırma eğilimimiz var. -Bu tamamen yanlış değil.- Dilimiz de böyle, hem sesi bile sembollerle sabitlemiş bir canlı başka neyi sabitlemez ki? Bu altyapı gözlemlerimize sirayet eder, genelleştirme ve sabitleme eğilimi gösteririz. Kesinlik isteriz, belirsizlik korku verir. Alt-alanda yaptığımız gözlemi tümele uydururuz. Evrende sabitler ararız, uzay ve zaman bunlardan en önemlileridir, bir bakıma töze benzerler; her şey onlarla var olur ancak onlar hiçbir şeyden etkilenmezler, görünenin arkasındaki “hakikat” gibidirler. Bu hakikatin içinde sürprize yer yoktur, deterministtir… ancak kuantum mekaniği, görelilik ve belirsizlik gelip bu keskin aklı afallatır. Ne ki gerçekten afallatabilmiş midir? Özel görelilik bu sabit uzay ve zaman anlayışının, Newtoncu biçimde ayrık olmadığını gösterdi ve uzay-zaman birliğini ortaya koyup göreliliği ekledi. İki mutlak konsept hala orada… kuantum mekaniği de ona uyarlanmaya çalışıyor. Uzlaştıramadık, peki neden? Belki de fazla “insanca” yaklaşıyoruz, pek insanca…

Carlo Rovelli (Smolin, Asthekar vd. ile birlikte) Kuantum “Loop” (halka, ilmek, döngü) Teori / Halka Kuantum Kütleçekimi Teorisi (HKK) üzerine çalışan İtalyan bir fizikçi. Bu teorinin açıklamasını yapmak benim harcım değil, daha ziyade okura bir basamak yaratmak niyetiyle Rovelli ile Smolin’den öğrenebildiklerimi özetleyeceğim:

Halka Kuantum Kütleçekimi baskın hale gelen sicim teorisine alternatif minör bir yaklaşımdı, artık ön plana çıkmaya başladı, -yahut sicimle beraber ele alınmaya çalışılıyor. HKK’nde öncelik maddede değil ağdadır. Ağın bağlantı noktalarıyla (Whitehead bu düğümlere Nexus demişti) ilgilenir, uzay-zaman gibi sabit arka plan varlıkları yoktur. Nesneler ve Olaylar kendilerini ilgilendirir, uzak bir noktayı değil, sabit bir arka plandan ziyade uzay ve zaman konseptlerinin bağımsızlığı vardır; bu yolla kuantum mekaniği makro ölçeğe, başka deyişle kuantum mekaniğinin ilişkiselliği dünyaya taşınır. Kuantum ile genel görelilik, temellerine dokunulmadan birbirlerine yakınlaştırılır (kusursuz bir yakınlaşma değil). Olaylar bu bağlantısal kuantum dünyasında tamamen ilişkiler bağlamında ele alınır. Wheeler’dan esinle evreni köpüklü görür HKK teorisi, evrenin dokusu Rovelli ile Smolin’in belirttiği “enerji halkaları”yla doludur ve evren bu halkaların kütleçekim alanıyla meydana gelir.

HKK’nin “her şeyin teorisi” olmak gibi bir iddiası yoktur; bilmem kaç boyuttan ziyade sağduyuya elverişli, alternatif ve doğruya yakınsamaya çalışan bir yaklaşım sergilemektedir.[5] Eleştiriye ve gelişmeye açık bir teoridir; mesela klasiğin kuantuma indirgenmesi sorun çıkarır, izole sistemlerin yokluğu rahatça ilan edilemez, ilişkisellik var olduğu gibi fiziksel sistemlerin kendi içsel nitelikleri de vardır vb. Zaten hiçbir teori revizyondan muaf olamaz. “Gerçekten sonsuz olan tek şey bilgisizliğimizdir,” der Rovelli. Belki de gerçeklik, -ki benim yaklaşımım- kategorik ve ilişkiselci, sabit ve değişken perspektiflerin kesişim kümesindedir. Göz ardı edilmiş ilişkiselci yaklaşımları öne çıkarıyor olmamız, onları “tastamam” kabul edeceğimiz manasına gelmez. Bu ezilenlerin sırf ezildikleri için “iyi” olduğunu sanmaya benzer.

***

“Evren, temelde zaman içinde sınırlanmış olmayan bir olaylar toplamıdır.”

Rovelli’ye göre sistemler birbirleri ile ilişkili bir ağda tanımlanmalıdır, ilişkisellik nesnede var olan tek şeydir. Mutlak durum kavramı yerine, sistemler arası ilişkiye gönderme yapan bir kavram gerekmektedir. Örneğin farklı gözlemciler aynı olay için farklı tanımlamalar verirler ve bu da mantığımızı tehdit eder, oysa gözlemci sürece dahildir ve sistemin durumu ona bağlıdır; gözlenen gözlemciyle ilişki içindedir ve ona bilgi sunar. Zaten bir gözlem, gözlemci gerektirir. (Gözlemci herhangi bir fiziksel nesne olabilir.) Rovelli ve Smolin bakış açısına önem verirler. Leibniz’in monadlarına benzer, her monadın bir bakış açısı vardır. Zamanın akışı evrenin bir niteliği olmaktan ziyade, bulunduğumuz evren köşesine ait bir bakış açısıdır. Nesnel olma gayesi ile gözlemcinin bakış açısı es geçilmemelidir. Geleneksel bakış, tanrılaşmış bir insanı andırır. Evren dışarıdan görülen bir şey değildir, içeriden görülen bir dünyadır. Ve alt-alandan yapılan bu iç-gözlemin tümele dış-gözlem gibi yansıtılması hatalıdır. “Evren birbirleriyle ilişkide olan bakış açılarının bir toplamıdır.” (…) “Evrende gördüğümüz pek çok şey, bakış açısının varlığını hesaba kattığımızda anlaşılabilir olur.”[6]

Rovelli eski mutlakları görelileştirmez ve mutlak nicelikler öne sürmez. Uzay-zaman (yahut uzay ve zaman) her şeyi var eden art alanlar değildir, aksine her “şey”in arasındaki ilişkisellikle-olayla var olurlar. Başka deyişle, dinamik olan uzay-zaman değil, şeylerdir; şeyleri çıkardığında var olamazlar. Her fiziksel alan kuantum özelliklere sahiptir, uzay ve zaman da kuantum nesnelerdir. Kuantumlaşmış olan, uzayın ta kendisidir.

Her halükârda uzayı kap gibi ele alma eğilimi baskındır. Nesneler ise onun içinde barınır, hareket eder, ilişkiye girer, yok olur vb. Asıl Varlık uzaydır, “içindekiler” ikincil ontolojik değere sahip gibidir. Oysa Rovelli “uzay ilişkidir” der, yani birbirleriyle temas etme ve etmeme özellikleri bulunan fiziksel nesnelerdir asıl önemli olan. Fiziksel sistemlerin konumları, etkileşimlerinin bir sonucudur ve görecelidir. İlişki veya temas deyince “hareket” olgusu gelir aklımıza. İşte Newton’un, dinamik nesnelerden “bağımsız ve farklı bir şey olmalı” diye düşündüğü “şey”dir uzay, oysa böyle bir “şey” yoktur; yanıt dinamik nesnelerin, Olay’ın kendisindedir. Newton radikal bir çıkış yapmıştı ve gerçek bir dâhiydi, ancak radikal çıkışı neye karşıydı, tam da bu yazıda bahsettiğimiz ilişkiselci yaklaşıma… Keza Newton’dan önce evren -eksiğiyle fazlasıyla- ilişkisel ve dinamik biçimde ele alınmıştı çoğunlukla. Newton’un teorisi makroskobik dünyamızda deneylerle desteklenmeye müsaitti, ona sert biçimde muhalefet eden Leibniz ve okulunun düşünceleri bu sebepten hiçbir zaman baskın hale gelemedi.

Rovelli üç yüzyıl sonra gelen Einstein’ın genel göreliliğini şöyle değerlendirir:

“Kavramsal açıdan, GG ile ortadan kaybolan şey fiziksel dünyanın ‘konteyneri-kabı’ olarak görülen mekân-uzay fikridir. (…) bu ortadan kaybolma pek de devrimci değildir: bir dereceye kadar, eşit statülü fiziksel varlıklar arasındaki bir ilişki olarak Newton-öncesi uzay görüşüne dönmek manasına gelir.” (Ki bu sebepten Rovelli genel göreliliğe ayrı bir önem vermektedir.) Ve aynı metnin başka bir yerinde devam eder; “GG, ÖG’den uzay ve zamanın ‘uzay-zaman’a erimesini miras alır. Dolayısıyla GG’nin ortaya koyduğu uzayın ilişkisel doğası zamana da uzanır. GG’de arka plan uzay-zamanın olmadığı, bu nedenle olayların meydana geldiği özel bir zaman bulunmadığı sonucu çıkar.” Rovelli bir bakıma genel göreliliğin gerçek radikal niteliği budur demekte ve onu kuantuma yakınlaştırmaktadır. “Gerçekliği, gözlemlenebilirler arasındaki ilişkiler açısından tanımlamalıyız.”[7]

Dar alada toparlanması pek güç olan bu metni sonuca bağlamak istersek: İlişkiselci yaklaşım en geniş çatıysa posthümanizm bunun sosyal felsefedeki veçhesi, (aynı şekilde zihin felsefesinde de ilişkiselci yaklaşım geliştirilebilir) Rovelli’nin (ve Smolin’in) evreni de bugün fizik felsefesindeki veçhesidir. Rovelli içinde felsefe barındırmayan bir fiziği eksik görmektedir, aynı şekilde fizik barındırmayan bir felsefe de eksiktir. Yazının amacı da iki veçheyi yan yana getirmek adına naçizane bir girişimdi. Fizik hiç de statik ve sosyal yaşamdan uzak bir alan değildir, aksine hem gözlemcinin kültürü-dili onu şekillendirir hem de fizik mevcut gerçekliğimizi dönüşüme sokacaksak son derece güçlü bir kaynaktır.

Son sözü Rovelli’ye bırakalım:

“Sınırsız olasılıklar alanında keyfi sıçramalar (yapmak) hiçbir zaman bilim yapmanın etkili bir yöntemi olmamıştır. Nedeni iki yönlüdür: Birincisi çok fazla olasılık vardır ve tesadüfen iyi bir şansa rastlama olasılığı önemsenmeye değmez; ama daha da önemlisi, Doğa bizi her zaman şaşırtır ve biz sınırlı yaratıklar, sandığımızdan çok daha az yaratıcılığa ve hayal gücüne sahibiz. Kendimizi “geniş ölçüde spekülatif” olarak düşündüğümüzde, genellikle eski melodilerin yeniden düzenlenişlerini çalarız: İşe yarar gerçek yenilik, sadece tahminle bulabileceğimiz bir şey değildir.”[8]


[1] https://thepentacle.org/2021/09/15/iliskiselci-perspektif-baglantisal-butunsellik-ve-posthumanizm/

[2] Doğa Kavramı – Alfa Yayınları (ÇVR: Sercan Çalcı, Songül Köse)

[3] Bilim ve Modern Dünya – Öteki Yayıenevi /ÇVR: Sercan Çalcı)

[4] Whitehead’in Tanrısını göz ardı edip kaçak oynadığım sanılmasın. Kimi teistler Whitehead’in felsefesinin Tanrı fikrinden bağımsız düşünülemeyeceğini öne sürüyorlar, katılmıyorum. Bahsetmemenin sebebi çekince değil, katılmayışımdır. Tanrı konseptini oyundan çıkardığımda Whitehead’in yaklaşımı hala oradadır ve alabileceğim çok şey vardır. Şu da unutulmamalı; Whitehead’in tanrısı dünyaya bağımlıdır ve aralarında ilişkisellik vardır, bu bağdan bağımsız bir tanrı düşünülemez, sınırlanmış bir tanrıdır bu. Geleneksel inanıştaki gibi dünyanın dışında konumlanmış bir tanrı modeli sunmaz ve felsefe sıkıştığında devreye giren bir kaçış rampası değildir. Dolayısıyla “onu Tanrısı”nı olduğu gibi kabul etmeden önce, “kadiri mutlak tanrı” inancıyla arasındaki farkı ayırt etmek gerekir.

[5] Okuma önerileri:
Rovelli: Ya Zaman Var Olmasaydı / Gerçeklik Göründüğü Gibi Değildir / Zamanın Düzeni
Smolin: Evrenin Yaşamı / Fiziğin Krizi / Zamanın Yeniden Doğuşu

[6] Zamanın Düzeni – Tellekt Yayınları (ÇVR: Tolga Esmer)

[7] Uzay ve Zamanın Kayboluşu: https://sentezfikir.wordpress.com/2021/09/19/rovelli-uzay-ve-zamanin-kaybolusu/

[8] https://sentezfikir.wordpress.com/2021/09/26/felsefe-fizige-fizik-felsefeye-ihtiyac-duyar-rovelli/