Ekolojik Yas, Ekolojik Anksiyete, Ekolojik Travma ve Solastalji

Ekolojik yas (eco-grief), 1940’ta, iklim değişikliğine, orman yangınlarına, doğal afetlere, türlerin soylarının tükenişlerine, su kıtlığına, hava kirliliğine ve ormansızlaşma gibi olaylara karşı verilen psikolojik bir tepki olarak Aldo Leopold[1] tarafından ortaya atılmış bir terimdir. Bu terimin, yalnızca çevrenin üzerlerindeki etkisinin bilincinde olan insanlarla ilişik olduğunu belirtmek önemlidir. Yani terimin, insanların çevre üzerindeki etkilerinin olduğu kadar, çevrenin insanlar üzerindeki etkisinin farkında olabilecek yeterlilikte eğitimli kişileri ilgilendirdiği söylenebilir. Terimin, acı ve keder gibi duyguları içerse de, psikolojik bir bozukluk olmadığı, doğaya karşı duyulan kayıp ve yas hislerine bağlı olarak verilen olağan bir tepki olduğu bilinmektedir. 

Ekolojik yas kavramına bir örnek vermek için, Mother! (2017) filmini kısaca inceleyebiliriz. Film, şair, onun karısı ve evleri olmak üzere üç ana karakteri barındırıyor. Bu karakterler, sırasıyla Tanrıyı, Doğayı ve içlerinde yaşadıkları dünyayı temsil ediyor. Dünyayı temsil etmekte olan ev “bir şekilde” canlı. Duvarları ve zemini kanıyor ve şairin karısıyla bağlılar, evin ne zaman canı acısa, kadının da acıyor. Film ilerledikçe, insanlar bu eve gelmeye ve ona feci şekilde zarar vermeye başlıyorlar. Bu örnek, insanların dünya üzerine bindirdikleri acıyı ve zararı temsil ediyor. Şairin karısı, filmin sonuna doğru iyice sinirleniyor ve evi ateşe veriyor. Bu olay, doğanın gücünün ve insanların nasıl bunun üzerinde güçleri olmadığının temsili de olabilir. Fakat, doğanın bu gücü sayesinde, filmin sonunda kendini yeniliyor ve her şey yeniden başlıyor.

Çevreci beşerî bilimler ve ekolojik yas perspektifinden daha derin bir analiz yapabilmek için, filmin adının bile feminist bir yaklaşıma göndermede bulunduğu söylenebilir. Ekofeminizmde, kadınlar ve doğa arasındaki ilişki yoğun bir biçimde vurgulandığı için, filmi Mother! (anne) olarak adlandırarak, anaç bir doğa figürü çağrışımı yapmak niyetinde olunduğu söylenebilir. Bazı feministler, doğa ve kadınlar arasındaki bu bağlantıyı eleştirseler, hem doğanın hem de kadınların kırılgan, bakıma muhtaç oldukları ve kadınların doğaya daha yakın veya çevresel problemlere karşı daha duyarlı olmaya meyilli oldukları şeklinde algılandıkları fikrine karşı çıksalar da, bu feminist perspektifin neredeyse tamamen aksi filmde sunulmuştu. Şairin karısının, etrafında olan bitene karşı tepkisi ve çektiği acı aslında ekolojik yas terimine verilebilecek bir örnek olarak yorumlanabilir. Evlerine gelen insanlar ise, insanların dünya üzerindeki negatif etkilerinin örneği olarak verilebilir. Ayrıca bu bağlamda, filmde çokça insan-merkezcilik eleştirisi görmekteyiz. İnsanın çevreye verdiği zararla birlikte ortaya çıktığı sıklıkla tartışılan Antroposen Çağı’nda, çevreci alanlara ilgi duyan neredeyse her kişiyi sarmalayan ekolojik yas duygusundan film boyunca kaçamıyoruz.

Ekolojik yastan bahsederken, kirlilik kaynaklı kanserlerin arttığından[2] ve bu durumun, öz ve çevre farkındalığına sahip insanların hem bozulan sağlıklarının hem de çevre koşullarının karşısında endişeli ve üzgün hissetmelerine sebep oluşunu belirtmekte yarar vardır. Toksinleri vücuttan uzak tutmanın net bir yolu olmadığından, hamileyken maruz kalınan tüm toksinler ve kirlilik plasentayı geçmekte ve bebekler vücutlarında kimyasallarla doğmaktadırlar. Bu örnek, çevresel farkındalığa sahip kadınların anksiyete bozukluğu geliştirmelerine sebep olabilmektedir. Endişe ve keder potansiyel bir uyarana bağlı olarak ortaya çıkabilen duygular oldukları için, bu spesifik bağlamda, ekolojiye ilişkin herhangi bir şekilde deneyimlenebilirler. Bu tip kaygı ve keder hisleri belli bir duruma verilen doğal tepkiler olmalarına karşın, deneyimleyen bireye yalnızca panik veya üzüntü durumu yaratmalarından dolayı bu hislerin kimseye veya hiçbir şeye faydası dokunmaz. Ancak bireye önemli ölçüde problemler yaratmıyorsa, bu tarz hisleri deneyimlemenin tamamen israf olduğu da söylenemez.

Çevresel problemlerin farkında olurken, bu yoğun negatif hislerin üstesinden, özellikle onları daha yaratıcı ve verimli bir yol vasıtasıyla dönüştürerek üstesinden gelmek mümkündür. Fakat tabii ki, bunu yapmanın ne kadar zor olduğu anlaşılabilir; insanların kontrol edemedikleri problemler (mesela bu örnekte olduğu gibi çevresel meseleler) üzerinden yaşadıkları duyguları kolaylıkla yönetebilmelerini beklemek ideal bir durum değildir. Önceden belirttiğim gibi, çevre kapsamında insanların kontrol edemedikleri durumlar karşısında ümitsiz ya da çaresiz hissetmeleri, bu tarz yoğun ve negatif duygular tarafından tüketilmedikleri sürece doğaldır.

Ekolojik yas kavramını açıklarken ekolojik anksiyete (eco-anxiety) veya ekolojik travma (eco-trauma) gibi birçok başka terime başvurulabilir. İlki için, doğal bir afet veya ani bir iklim değişikliği tarzında olayların yaşanma ihtimaline karşı yoğun ve kontrol edilemez bir şekilde tedirgin hissetmek olduğu söylenebilir. Bu terimler psikolojik bir perspektiften açıklanabildiği için, endişe, çevresel bağlamda deneyimlendiğinde, eğer (olası endişe senaryosu) gerçekleşirse yas süreci devreye girer. Son olarak da, geçmişte böylesi negatif bir deneyim yaşanması, bireyin bu spesifik problem kapsamında travmaya sahip olmasına neden olur ki bu da ekolojik travmayı açıklamaktadır. Bu tarz deneyimler bireyin hayatında önemli ölçüde problemler yaşamasına sebep verir; olası durumlarda kişilerin profesyonel bir yardım almaları hayati bir önem taşır.

Ekolojik yas ile ilgili bir diğer terim, Avustralyalı çevreci araştırmacı ve filozof Glenn A. Albrecht[3] tarafından ortaya atılan, kişinin yaşam alanında birden fazla, şiddetli değişimler veya kayıp yaşanması kaynaklı hissettiği keder anlamına gelen solastalji (solastalgia) terimidir. Ekolojik yas terimine çok benzese de, solastaljinin, ekolojik yasın daha yerelleştirilmiş formu olduğu söylenebilir. Kuzeyli insanların, bir gün karın kaybolma ihtimalinden korkmaları, solastaljiye örnek olarak verilebilir. Karlı bir iklimde yaşamaya fazla alıştıkları için, yok olma fikri, Dünya’nın Kuzey kısmındaki insanlar için dayanılmaz. Terim ayrıca, bireyin evini kaybetme ihtimaline karşı negatif hislerini düzenleyememesi şeklinde yorumlanabilir. Bu durumun gerçekleşme ihtimalinden korkmaları, bu ifadeyi ayrıca ekolojik anksiyete ile yakından ilişkili kılmaktadır.


[1] Konuyla ilgili olarak Lea Winerman’ın 2019 tarihli “Mourning the Land” (Toprağın Yasını Tutmak) makalesine bakılabilir. https://www.apa.org/monitor/2019/05/mourning-land

[2] Bu konuda özellikle Heidi Hutner’ın Ekolojik Yas ve Ekofeminizm başlıklı TED konuşmasına göz atmak faydalı olabilir. https://www.youtube.com/watch?v=t6FuKhjfvK8

[3] İklim psikolojisi başlığı altında toplanan ayrı bir çalışma alanı da bulunmaktadır. Solastalji teriminin İklim Psikolojisi El Kitabı’ndaki kısa açıklamaları için bkz: https://www.climatepsychologyalliance.org/handbook/484-what-is-solastalgia