%70’i sularla kaplı bu gezegende, deniz yaşamı ile insan yaşamı arasındaki ilişkinin ciddiyetini kavrayabilmek oldukça önemlidir.[1] “Okyanusa dönüş,” özünde insanın yeryüzündeki sayısız canlıdan sadece biri olduğunu söyleyen entelektüel, teorik ve pratik yaklaşımlara son zamanlarda dâhil olmuş bir terimdir.[2] Bu kavram ile hem küremize mavi gezegen adını vermemize neden olan devasa su kütlelerinin maddesel özelliklerini hem de onlara ilişkin anlam ve argüman oluşturma yöntemlerimizle ilgili etkenleri keşfetmek amaçlanır. Okyanusa dönüş kavramıyla birlikte yükselen Mavi Beşerî Bilimler’in ana amacı, insanın deniz yaşamı ve canlıları ile olan ilişkisini araştırmaktır.
Toprağın karasal canlılara yaptığı ev sahipliğinden çok daha fazla sayıda canlı organizmanın yuvası olan su, deniz ve okyanusların uçsuz bucaksız biyotik birer evren olduğunu gösterir. Gezegenimizin 2/3’ünü kaplayan okyanuslar küremizin yaşam destek üniteleridir: Oksijenin yarısını üretirler, havayı ve iklimi temizlerler. Ayrıca tatlı suları gezegenimizin her yerine taşırlar. Bu sebeple, mavinin yaşamın anahtarı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu anahtarı kaybedersek gezegenimiz hiçbir canlının yaşayamayacağı ıssız bir yer olacaktır. Ancak insan uygarlığı gezegenimizi ve geleceği antroposantrik bir bakış açısıyla ele almaktadır. Bu durum, insanın doğayı kendi türünün ilerlemesi için var olan bir arka plan olarak görmesinin temelini oluşturur.
Gezegen üzerindeki antroposenik etkimize bağlı olarak, Mavi Beşerî Bilimler çalışmaları insanın insan olmayan varlıklarla ilişkilerinden kaynaklanan iklim krizini eleştirel olarak ele almakta ve analiz etmektedir. Sosyal, kültürel, ekonomik değerlerinin yol açtığı küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, kasırgalar ve diğer fırtınaların daha yıkıcı hale gelmesi, endüstriyel balıkçılıkta yanlış uygulamalar, biyolojik çeşitliliğin kaybı (soyu tükenmiş veya tükenmekte olan canlılar), kirlilik ve atıklar gibi çevresel paradoksları değerlendirir.
Steve Mentz, bu alana “Mavi Beşerî Bilimler” adını veren ilk kişidir. Mentz, “Mavi Kültürel Çalışmalara Doğru: Deniz, Deniz Kültürü ve Erken Modern İngiliz Edebiyatı”[3] (2009) adlı makalesinde şunları söyler: “Denizle ilgili bu yeni bakış açısı, okyanusları sadece geçilmesi gereken kütleler olarak değil, kendi içlerinde özneler olarak görür”.[4] Mentz, erken modern dönem İngiliz edebiyatı araştırmacılarının denizleri özne olarak ele almasıyla çevresel etkileşimleri daha dinamik bir şekilde anlayabileceğini, dönemin çok kültürlü bağlarını tartışabileceği analitik bakış açıları ortaya çıkarabileceğini öne sürer. Bu bakış açısıyla, insan ve doğa arasındaki bağlantıyı anlamanın, karadan ziyade, gezegenimizin çoğunu kaplayan suyu anlamaya bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple, posthümanizmin Mavi Beşerî Bilimler ile iş birliği içinde olması insanlığın ve doğanın mevcut ve gelecekteki durumunu yorumlamak adına doğru bir yol olabilir.
Uygarlıklar, kabul görmüş uygulamalarının ve hiyerarşilerinin insan yapımı olmasından ziyade dünyanın doğal kanunlarının bir parçası olduğunu varsayar. Bu aşamada Mavi Beşerî Bilimler’in çalışmaları, özellikle de maddesel yönü, farkındalığın ve bilincin oluşturulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Serpil Oppermann, “Mavi Beşerî Bilimler’de Öykülü Denizler ve Yaşayan Metaforlar”[5] (2019) adlı makalesinde şöyle der: “Maddesel ekoeleştiri, bizi hikâye anlatımının yalnızca insani bir uygulama olduğu ve insanların hikâyeler uydurup tarih yazma yeteneğine sahip tek tür olduğu şeklindeki geleneksel fikri yeniden düşünmeye davet eder”.[6] Başka canlı türleri olmadan insanın var olamayacağı yadsınamaz bir gerçektir, türlerin yok oluşu insanlığın sonunu da beraberinde getirir. Oppermann’ın sözleri bu açıdan oldukça değerlidir. İnsan kibri zamanla evrimleşmiş ve insanın kendisini doğadan üstün sanmasına neden olmuştur. Ekolojik krizin sebeplerinin başında gelen insanmerkezcilik; doğanın yüceliğini göz ardı etmek, küçümsemek ve yasalarına meydan okumakla ilişkilendirilebilir. Bu açıdan bakıldığında maddesel ekoeleştiri, insanın doğaya yönelik antroposantrik yaklaşımının ahlaki düzeyini yeniden gözden geçirmesine yardımcı olur.
Deniz yaşamını düşündüğümüzde maddesel ekoeleştirinin bir parçası olan edebiyatın çalışma alanı ve amacının düşünülenden daha kapsamlı olduğunu görürüz. Çocukluktan yetişkinliğe, insanın tabiattaki açgözlülüğüne dikkat çeken veya denizlerin ve okyanusların insanlığı aşan enginliğini gösteren her türlü kitabı, şiiri, hikâyeyi mutlaka okuyup filmi, diziyi, belgeseli veya çizgi filmi izlemişizdir. Robinson Crusoe (1719), Moby Dick (1851), Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1872), Yaşlı Adam ve Deniz (1952) gibi klasik edebiyat eserleri bunlara başlıca örnek olarak düşünülebilir. Yanı sıra, Karayip Korsanları (2003, 2006, 2007, 2011, 2017) ve Sünger Bob Kare Pantolon (1999-2020) gibi yakın dönem popüler örnekler de, ana yaşam alanı olarak denizleri ve okyanusları öne çıkarmış tanınmış eserlerden sadece birkaçıdır. Doğanın uçsuz bucaksızlığını kanıtlar nitelikte olan bu edebi ve görsel eserler insanlara doğaya, özellikle okyanuslara ve denizlere değer vermeyi öğretmiş, her yaştan insanı hikâye anlatımıyla büyülemiştir.
19. yüzyıl Romantik şairi John Keats’in “Denizde” (1817) başlıklı sonesi, Mavi Beşerî Bilimler içerisinde yer alan bir düşünce akımı olarak maddesel mavi ekoeleştiriye (material blue ecocriticism) örnek vermek için harika bir eserdir. Keats gibi Romantik dönem şairleri daha çok doğayla ilgilenmiş, doğayı sadece durağan bir varlık olarak ele almamış, toplumun doğa ile olan ilişkilerine felsefi açıdan yaklaşmış ve bize insanın evrendeki yerini düşünme fırsatı vermişlerdir. Bu sonede deniz; sonsuz, engin, gizemli ve güçlü olarak tanımlanır. Şair, denizin varlığından bahsederek gündelik hayatın karmaşası ve gürültüsünden bunalanlara bir kaçış ve bir nevi şifa fırsatı sunar:
Ey sen! Gözbebeklerine eziyet eden ve onları yoran,
Denizin enginliğiyle ziyafet çek onlara;
Ey sen! Kulakları şiddetli bir gürültüyle çınlayan,
veyahut boğucu ezgilere doyan—
Eski bir Mağara Ağzı’nın yamacına otur ve derin derin düşün,
Ta ki su perileri şarkı söylemeye başlamış gibi irkilene kadar![7]
Bunun yanı sıra, deniz hem “kudretli”[8] (2) hem de “aheste”[9] (5) olarak temsil edilir. Gizemli mevcudiyeti insanları çakralarını bilinmeyene ve küçük ayrıntılara açmaya davet eder. Bu, yüceliğini ve paha biçilmezliğini fark ettiğimizde doğanın bizlere sihirli kapılar açtığının kanıtıdır. Ancak doğaya karşı savaşır ve kazanırsak doğa beraberinde medeniyeti de alır ve yok eder, bu da herhangi bir kazanan olmayacağı anlamına gelir.
Frank Herbert, Dune Mesihi (1969) adlı romanında, “Eğer tapacak bir şeye ihtiyacınız varsa, yaşama tapın… bütün yaşama, onun her zerresine! Hepimiz bu güzelliğin içindeyiz” der.[10] Bu, okuyucunun kusursuz doğanın üstünlüğünü ve mücadele edilmesi gereken bir şeyden çok tapılması ve kucaklanması gereken bir unsur olduğunu anlamasını sağlamak için harika bir alıntıdır.
Sonuç olarak fiziksel dünya, Mavi Beşerî Bilimler’de kültürel bir yoruma ulaşmak için önemli bir rol oynamaktadır. Bu alan, medeni toplumların doğanın mavi kısımlarıyla etkileşimine odaklanarak okyanuslar, denizler ve deniz canlıları hakkında bize daha derin bir bakış açısı sağlar. Disiplinlerarası bir alan olarak Mavi Beşerî Bilimler, posthümanizm ve özellikle de edebiyat ile birlikte incelendiğinde daha kapsamlı ve anlamlı analizlerin elde edilmesine yardımcı olur. Konunun maddesel tarafını yansıtan edebi bakış açısı, modern zamanda toplumlar içerisinde deniz yaşamının kitleselliği ve önemi hakkında bir algı türetip farkındalık yaratmaya yardımcı olarak daha bilinçli bir dünya oluşturmaya katkı sağlar.
[1] Aksi belirtilmedikçe yazı içerisinde yer alan tüm çeviriler yazara aittir. Redaksiyon, Nurten Bayraktar tarafından yapılmıştır.
[2] Ağın, Başak. “Mavi Beşerî Bilimler: Okyanusa Dönüş.” BirGün, 18 Temmuz 2021. www.birgun.net/haber/mavi-beseri-bilimler-okyanusa-donus-352221
[3] Mentz, Steve. “Toward a Blue Cultural Studies: The Sea, Maritime Culture, and Early Modern English Literature.” Blackwell, 2009, s. 997-1013.
[4] A.g.e. s. 997.
[5] Oppermann, Serpil. “Storied Seas and Living Metaphors in the Blue Humanities.” Configurations, John Hopkins, Vol. 27, No. 4, Fall 2019, s. 443-461.
[6] A.g.e. s. 5.
[7] “Oh, ye! who have your eyeballs vexed and tired, / Feast them upon the wideness of the Sea; Oh ye! whose ears are dinned with uproar rude, / Or fed too much with cloying melody— / Sit ye near some old Cavern’s Mouth and brood, / Until ye start, as if the sea nymphs quired!” (9-14)
[8] Mighty
[9] Gentle
[10] Herbert, Frank. Dune Mesihi. Çev. Arzu Taşçıoğlu ve Deniz Vural. İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1997. s. 262.