Dolanık Yaşam Öyküleri: Kuantum Aleminde Anlatısal Eyleyicilikler ve “Dünyalaşma Etiği”

Bu makaleyi TED Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki mezuniyet projem kapsamında, Doç. Dr. Başak Ağın danışmanlığında Türkçeleştirdim. Çeviriyi okuyarak dönüt veren Prof. Dr. Serpil Oppermann’a ve jüri değerlendirmesi kapsamında görüşlerini sunan Dr. Öğr. Üyesi Şule Akdoğan’a teşekkürlerimi sunarım. Makalenin orijinal hâlini buradan okuyabilirsiniz.

Özet

Kuantum fiziğinin temel ilkesi, atom altı parçacıkların ontolojik ayrılamazlığı biçiminde tanımlanabilecek dolanıklık kavramıdır. Buradaki ayrılamazlık, bir parçacığın kuantum durumunun ölçülmesinin diğer tüm parçacıkların olası kuantum durumlarını belirleyeceği şeklinde ifade edilebilir. Kuantum fiziğindeki somut verilerle desteklenen bu yerel dışı bağlantılılık, gerçekliğin tüm seviyelerindeki tüm varoluşun içsel ilişkisini içerir; bu, aynı zamanda, maddesel ekoeleştiride öykülü maddenin anlatısal eyleyiciliği diye betimlenen, maddenin kendini ifade edebilir (ya da anlatısal) oluşu ile ilişkilendirebileceğimiz karşılıklı bir bağlantılılıktır. Maddenin kendini ifade etme kapasitesini gözlemlemenin en iyi olanağını bizlere, yerel dışı bir biçimde iletişim kurduklarında belirli bir derecede yaratıcı ifadeye sahip olan atom altı parçacıkları verebilir. Bu gerçekliğin bir parçası olmanın, hayatın karışık öykülerinin bir parçası olmak anlamına geldiğini, bunun da bizi sorumlu davranmaya ve bölünmez varoluş alanındaki bağlantılarımıza karşı yeni bir etik özen geliştirmeye mecbur ettiğini savunuyorum. Buradaki etik sorumluluk, Karen Barad’ın “dünyalaşma etiği” (2007) olarak adlandırdığı, öykülü varlığımızı sürdürmek için gerekli olan ve hesap verebilir bir “birbirimizle birlikte-oluş” (Haraway 2008) olarak açıklanabilir.

Anahtar Sözcükler: Kuantum dolanıklığı, atom altı parçacıklar, yerel dışı iletişim, anlatısal eyleyicilik, öykülü madde, maddesel ekoeleştiri

Kuantum fiziğinin temel ilkesi, bir parçacığın kuantum durumunun ölçümünün, büyük mesafelerle ayrılmış olsalar bile diğer tüm parçacıkların olası kuantum durumlarını nasıl belirlediğini açıklayan dolanıklık kavramıdır. Yani, birbirlerinden galaksilerce uzakta olsalar bile, tüm atom altı parçacıkları birleşik bir kuantum durumunda yerel dışı bağlantılar sergiler. Parçacıklar, teorik fizikçi Sean Carroll’ın da açıkladığı üzere, “iki tiptedir: ‘fermiyonlar’ olarak bilinen ve maddeyi oluşturan parçacıklar ile ‘bozonlar’ olarak bilinen ve kuvvetleri taşıyan parçacıklar. İkisi arasındaki fark, fermiyonların yer kaplaması, bozonların ise üst üste yığılabilir olmasıdır” (2012, 52). Fermiyonlar arasında protonları, nötronları, atomları ve molekülleri oluşturan leptonlar ve kuarklar[1] bulunurken, kuvvetlerin taşıyıcıları — gluonlar, fotonlar ve Higgs parçacığı — bozonları oluşturur. “Tüm ihtimallerin bulanık, amorf, olasılıklı bir karışımı” (Greene 2004, 112) olan parçacık, sıfır kütle de dâhil olmak üzere kütlesi ve elektromanyetizma üreten yükü ile tanımlanır. Parçacıklar ayrıca sıfır olmayan enerji taşırlar. Sıfır kütleli parçacıklar (fotonlar) davranışlarında şaşırtıcıdır, ancak sıfır olmayan kütlelere sahip kuarklar, leptonlar ve zayıf etkileşimli bozonlar daha da gizemlidir, çünkü hem her yerde hem de hiçbir yerde, hem yok hem de mevcutlardır. Sıfır kütleli fermiyonlar, bir halden diğerine sıçradıklarında radyasyon yayarak bir iz bırakırlar ve yüksek hızlı çarpışmalar sırasında ne zaman bir gözlem yapılsa bu yok/mevcut parçacıklar, göründüğü anda bozulan tau lepton gibi kaybolmadan önce saniyenin yalnızca milyonda ikisinde görünürler. Atom altı seviyede bu parçacıklar hem dalga hem de parçacık olarak “nicelendiklerinden,”[2] varoluşları ölçüm sürecine bağlıdır. Bu, “hem madde hem de ışığın nicemler [quanta] olarak bilinen ayrı birimlerden oluştuğu” (Randall 2005, 148) anlamına gelir ki bunlar karar verilemezlik, belirsizlik ve öngörülemezlik veya bir başka deyişle Werner Heisenberg’in 1927’de “Belirsizlik İlkesi” adını verdiği ilkeyi içeren, dalga benzeri olasılık modelleri sergileyen enerji paketleridir. Bunun nedeni, bir parçacığın konumun ve hızının asla aynı anda ölçülememesidir, aralarında bölünmez bir bağlantı olduğu anlamına gelir, bu da kuantum dolanıklık durumudur.

Birlikte kaleme aldıkları The Undivided Universe: An Ontological Interpretation of Quantum Theory[3] başlıklı kitaplarında, gizli değişkenler teorisinin savunucusu David Bohm[4] ve B. J. Hiley, bu bölünmez bağlantıyı (veya kuantum dolanıklığını) şöyle açıklarlar: “Uzak parçacıkların güçlü, yerel dışı bağlantısı ve bir parçacığın genel çevresel bağlamına güçlü bağımlılığı. Parçacıklar arasındaki kuvvetler, tüm sistemin dalga fonksiyonuna bağlıdır, böylece ‘bölünemez bütünlük’ diyebileceğimiz şeye ortaya çıkar” (1993, 177). Bir başka ünlü fizikçi Bernard d’Espagnat, kuantum tutarlılık deneyleri aracılığıyla “fiziksel gerçekliğin, fizik ilkelerince haritalandırılması beklenen düzenliliklerinin, muhtemelen her türlü gerçekliğe atfetmeye alıştığımızdan oldukça farklı özelliklere sahip, ayrışamayan bir bütün olması gerektiğini” doğrulamıştır ([1976] 2018, 239). Bu dinamiğin çarpıcı bir örneği, tarihte ilk kez John A. Wheeler’ın “Gedankenexperiment” (düşünce deneyi) biçiminde öne sürdüğü ve “çift yarık deneyi” olarak da adlandırılan “gecikmeli seçim deneyi”dir. Wheeler, “The ‘Past’ and the ‘Delayed-Choice’ Double-Slit Experiment”[5] (1978) adlı ünlü makalesinde, bir fotonun bir gözlemin yapılıp yapılmayacağını önceden bileceğini, davranışını buna göre dalga veya parçacık davranışı gibi değiştireceğini ve deneyi yapanın gecikmeli seçimine anında yanıt vereceğini iddia etmiştir. Bu, daha sonra deneysel kanıtlarla doğrulanmıştır. Son yıllarda dolanıklığın atom altı dünyayı tanımladığını kanıtlamak için dolanık fotonlarla birçok kuantum deneyi yapılmıştır. İlk deneysel doğrulama 2007 yılında rapor edilmiştir. Fransız fizikçi Vincent Jacques ve meslektaşları, 16 Şubat 2007’de Science’da yayımlanan “Experimental Realization of Wheeler’s Delayed-Choice Gedanken Experiment”[6] başlıklı makalelerinde, “tek fotonların hangi-yolun-izleneceği net olan ölçümlere izin vermesiyle bu düşünce deneyinin neredeyse ideal bir şekilde gerçekleştirildiğini” duyurmuşlardır (2007, 966). Bunu detaylı biçimde şöyle açıklarlar:

Wheeler’ın gecikmeli seçim düşünce deneyini gerçekleştirmemiz, hiç şüphesiz, fotonun interferometredeki davranışının ölçülmekte olan gözlemlenebilir [maddenin] seçimine bağlı olduğunu göstermektedir. Bu seçim, interferometredeki fotonun girişinden uzay benzeri bir aralıkla ayrılacak şekilde bir konumda ve zamanda yapıldığında bile. (Jacques vd. 2007, 968)

2009’da Kanarya Adaları’nda, La Palma ve Tenerife arasında “dolanık bir çiftin bir fotonunun başarılı iletiminin yakın zamanda başarıldığı” bir başka deney daha yapılmıştır (Fedrizzi vd. 2009, 389). Bu deneyler, uzak mesafelerle ayrılmış fotonların ayrılmaz bir şekilde birbirine dolandığına ve birinin davranışının diğerinin davranışını otomatik olarak belirlediğine dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır. Aralarında sınır yoktur ve gözlemci, John A. Wheeler’ın “gözlemci katılım eylemleri” (2002, 321) olarak tanımladığı bu karmaşık ilişki ağından kopamaz. Kuantum teorisinde, Fritjof Capra tarafından ifade edildiği gibi, bu aynı zamanda “ara bağlantıların olasılıkları” açısından da açıklanmaktadır: “Atom altı parçacıkların izole varlıklar olarak bir anlamı yoktur, ancak yalnızca çeşitli gözlem ve ölçüm süreçleri arasındaki ara bağlantılar veya korelasyonlar olarak anlaşılabilir . . . Kuantum teorisinde asla ‘şeyler’ ile sonuçlanmayız; her zaman ara bağlantılarla uğraşırız” (1997, 30). David Bohm kuantum etkileşimlerini tanımlarken, atom altı alemde işleyen aynı dinamiklerin de altını çizer: “Hem gözlemci hem de gözlenen, bölünmez olan bir bütün gerçekliğin birleşen ve iç içe geçen yönleridir” (Bohm [1980] 1995, 9). Karen Barad’a göre de “gözlem nesneleri ve eyleyicilikleri tek bir fenomenin ayrılmaz parçalarıdır” (2007, 315). Barad’ın tanımıyla “fenomenler,” “içten-etkiyen ‘eyleyiciliklerin’ ontolojik ayrılamazlığı/dolanıklığıdır” (2007, 139). Barad, gerçekliğin, “içerisinde sürekli bir eyleyicilik akışının” bulunduğu fenomenlerden oluştuğunu, “bu eyleyicilik akışı vasıtasıyla dünyanın bir kısmının kendisini dünyanın başka bir parçasına farklı açılardan anlaşılır kıldığını” savunur (2007, 140). Burada özellikle önemli olan, fotonların yayılmadan önce bir gözlemcinin varlığını “bilmelerinin” ve Barad’ın sözleriyle “bilmenin,” “daha geniş çaplı maddesel düzenekleri de içeren, dağılımlı bir pratik” (2007, 379) olduğunun deneysel olarak doğrulanmasıdır. Barad, bunu “dünyanın daha büyük maddesel konfigürasyonlarının ve süreğen, açık uçlu eklemlenmelerinin [ifade edişlerinin] bir parçası” olmak (2007, 379) şeklinde açıklar.

Benim argümanım, ifade edici ve anlatısal boyuta sahip olan bu yeni madde anlayışına dayanıyor, çünkü büyüyen ekolojik sıkıntılarla kuşatılmış bir dünyada, maddenin öykülenmiş olarak bu yeni yorumu, “dünyayla, birbirimizle ve kendimizle derinden ilgili olarak kendimizi yeniden yönlendirmemiz için bize bir çağrı” (Coole ve Frost 2010, 6) olarak okunabilir. “Biyolojik dünya dahilinde ve ötesindeki tüm maddelerin tanımlayıcı özelliği” (Oppermann 2018, 412) olarak öykülü madde, aynı zamanda ekolojik açıdan derin öneme sahip olan “dolanık topluluklar ve bir-araya-gelme süreçlerinde” etik ilişkisellikleri ifade etmek için tamamlayıcı yollar açar (van Dooren, Kirksey ve Münster 2016, 15).

Daha geniş ekososyal bağlamlarında kuantum ayrılamazlık ilkesinden yola çıkarak, öykülü madde bizi etik olarak da ilgilendirir, çünkü tüm varlıkların dolanık öyküleri, insan olmayanı tüm çeşitli biçimleriyle ve dolayısıyla dünya ile sömürücü ilişkilerimizi algılama biçimimizi değiştirebilir. Böyle bir algısal değişim daha sonra Dünya ile müdahalesiz bir şekilde ilişki kurmamızı sağlar. Ne de olsa hepimiz bölünmemiş bir evrenin parçasıyız ve bu nedenle maddesel ekoeleştirinin öykülü madde olarak etiketlediği tüm maddesel konfigürasyonların bir parçasıyız.

Atom altı Alemde Öykülü Madde

Atom altı parçacıklar arasında gözlemlenen iletişim süreci anlamlarla yüklü, manalı ifadelerin bir gösterimi olarak yorumlanabilir. Barad’a göre anlam, “dünyanın, kendini farklı şekillerde ifade etmesinin süreğen bir performansı”dır (2003, 821; italikler eklenmiştir) ve anlaşılabilirlik, “dünyanın, kendini süreğen biçimde ifade etmesindeki ontolojik performansı”dır (2007, 149). Bu, öykülü maddenin, madde ve anlamın her zaman zaten dolanık olduğunu öne süren maddesel ekoeleştirel görüşteki tanımıyla birebir uyumludur. Maddesel ekoeleştiri, tüm maddesel oluşumların içerisindeki yaratıcı ifadeleri, anlatısal eyleyiciliklerce oluşturulmuş öykülü madde olarak ele alır. Tüm maddesel eyleyicilikler “ilişkilenmenin materyal-semiyotik araçları” (Haraway 2008a, 26) olma özelliği taşıdıklarından, bunlar anlatısal eyleyiciliklerdir. Öykülü madde, ister mikroskopla dahi görülemez boyutta, ister mikroskobik boyutta, isterse de makroskopik formda olsun, öykülü madde her maddenin oluşumunda var olan ve dilsel biçimde ifade edilmesi zorunlu olmayan bir performansa işaret eder. Yani, biyotikten abiyotiğe çeşitli maddelerden atom altı parçacıklara kadar tüm maddelerde performatif canlandırma, içsel ilişki ve anlamlı ifade gibi özellikler mevcuttur; bu nedenle tüm maddeler öykülü maddedir.

Pekâlâ, o halde anlamlı ifadeler taşıyan maddesel eyleyiciliklere inanmalı mıyız? Pek çok yeni materyalist kuramcı ve maddesel ekoeleştirmen gibi, Jeffrey J. Cohen de bu soruya olumlu yanıt vermekte, bunu şu sözlerle ifade etmektedir: “Eğer fiziğe veya ekolojik teori ve materyal feminizmin sağladığı içgörülere inanıyorsanız, o zaman evet, inanmanız gerekir” (2014). Ve eğer maddesel eyleyicilik, Barad’ın deyişiyle “içten-etkimeli oluşunda dünyanın dinamik bir ifadesi” (2007, 392) olarak tanımlanıyorsa, o zaman öykülü madde ve anlatısal eyleyiciliklerin varlığını “dünyanın belirli maddesel ifadeleri” olarak, yani aslında, “anlamlı” olarak kabul etmeliyiz (Barad 2012, 77). Atom altı düzeyde, anlamlı ifadeler fotonların belirli bir süreçteki dolanıklığından ortaya çıkmaktadır. Bu sürece, yakın zamanda kaybettiğimiz biyosemiyotikçi Wendy Wheeler (1949–2020) “iş birlikçi iletişim” (2006, 13) demiştir ki bu da fotonları öykülü maddenin temel anlatısal eyleyicileri kılmaktadır.

Evrenin görünmez mimarları ve kozmik ve karasal öykülerinin daimi yazarları olarak, atomlar ve atom altı parçacıklar aslında gezegenin bir gözlemcinin varlığını bilme yeteneğine sahip olan, anlaşılması zor ve öngörülemeyen anlatısal eyleyicilerinin ilkleridir. Onlar, sayısız olay örgüsü içinde Donna Haraway’in “dünya yaratan dolanıklıklar” (2008a, 4) dediği şeyle dikkatle ilgilenen, yaşamın tüm süreçlerinin arkasındaki usta yazarlardır. Bu olay örgülerinin içerisindeki sıçramalar, gerilimler ve seğirmeler bizi, diğer türleri ve tüm maddesel formları ve süreçleri, değişen derecelerde bileşik ilişkilerle ontolojik olarak ayrılmaz kılar. Onların yaratıcı ve katılımcı oluşları, bütünlük özelliği taşıyan gerçekliğin doğasının açık bir göstergesidir. Altta yatan bu birbirine bağlantılılık, yaşamın ekolojik ve etik anlamının temelini oluşturur ve fiziksel dünyayı “yapısal-işlevsel karmaşıklığın . . . çarpıcı bir anlatısını” (Haraway 2008b, 163) yansıtan materyal-semiyotik bir fenomen olarak görür. Böylece elektronlar, fotonlar, kuarklar, leptonlar, fermiyonlar ve bozonlar, en temel haliyle öykülü maddeyi oluşturur. Zengin anlatı etkinliğine sahip, çoğu zaman fark edilmeyen, ancak her zaman dünyanın yapımında ve kavramsal ve maddesel yaşam alanlarımızda etkilerini gösteren zamansız metinlerdir.

Madem deneyim, içsel ilişkiler, atom altı parçacıklara kadar iniyor, o halde tüm madde ilkel hafıza biçimlerine, bir dereceye kadar yaratıcılığa, ifade kapasitesine ve dolayısıyla eyleyiciliğe sahip olmalıdır. Gördüğümüz gibi, kendisini anlamlı bir şekilde ifade eden bu madde anlayışı, ilhamını maddenin “öz-yaratıcı, üretken, öngörülemez” (Coole ve Frost 2010, 9) olarak yeni materyalist biçimde yeniden kavramlaştırılmasından alan maddesel ekoeleştirinin temel önermesidir. Doğanın en temel bileşenlerinin karşılıklı dolanıklıklarında şekillenen anlatısal yaratıcılık, çoklu zamansallıklar yoluyla dünya yaratmanın bir armağanıdır. Dolanıklığın, Alessandro Fedrizzi vd.’nin de açıkladıkları gibi, “kuantum mekaniğinde karşılaşılan birçok özelliğin merkezinde olduğunu ve doğanın temelleri üzerinde birçok çığır açan teste olanak sağladığını” (2009, 389) hatırlayalım. Her ne kadar “kurulumları bir kuantum iletişim sisteminin bazı temel yapı taşlarını içeriyor” (2009, 391) olsa da, “kuantum iletişim deneyleri”nin yorumlanması “zayıf tutarlı lazer atışlarıyla ve dolanık fotonlarla . . .  giderek daha büyük mesafe ölçeklerinde ve artan bit hızlarıyla” (2009, 389) gerçekleştirilmiştir. Bu deney, Donna Haraway’in maddenin her zaman “semiyotik olarak aktif” (2008a, 250) olduğu iddiasını, kendimizden ve öykülerimizden çok daha uzun süredir var olan ve zamana direnen bir ifade gücüyle doğrulamaktadır. Bu deneydeki dolanık fotonlar, öz-örgütlenme, üretken eyleyicilik, içsel canlılık, etkinlik ve amaçlı iletişim gösteren bir kapasitenin varlığını ortaya koymaktadır. Buradan hareketle, anlamlı iletişim ve “deneyimleme halleri” (Griffin 1998, 157) ile kuantum süreçlerinin bölünmezliğinde kendini gösteren tüm atom altı parçacıkları, yaratıcılığın “toplam süreç akışının ayrılmaz bir parçası” (Bohm [1980] 1995, 63) olarak ele alındığı bir görüşü yansıtmaktadır. Yaratıcı deneyimlere sahip öykülü maddenin yapı taşları olarak, aynı zamanda “kısmi kendini yaratma gücüne sahip olmaları” (Griffin 1998, 184) gerekir.

Çift yarık deneylerindeki dolanık fotonlar gibi, parçacıklar diğer varoluşlarla anlaşılır bir şekilde iletişim kurduklarında, anlatısal eyleyiciler olarak çevrelerindeki her şeyle kendiliğinden öykü anlatan karşılaşmaları üretirler. Anlam ve anlaşılırlığı somutlaştıran anlatısal eyleyici kendisini, anlamlarla zenginleştirilmiş sinyaller, sesler, renkler, jestler, şekiller, kokular, desenler ve titreşimler gibi insan dilleri dışında bir iletişim aracı olan “dilsel olmayan yazıt” (Cohen 2015, 35) vasıtasıyla gösterir. Böylelikle, atom altı alemdeki öykülü maddenin anlatısal eyleyiciliklerinden bahsettiğimizde, bu eyleyicilikleri maddeyi sessizlikten ve pasiflikten kurtarmanın ve bizi ikicil zihniyetimizin imgelerinden, söylemlerinden ve uygulamalarından kurtarmanın bir yolunu açabilecek, çoğu zaman anlaşılması zor anlatılarla dolu titreşimli metinler olarak kabul ediyoruz. Öyleyse, ister biyotik, ister abiyotik, ister atom altı, ister jeolojik olsun, tüm maddesel eyleyicilikler, “doğanın okuryazarlığı”nı (Kirby 1997, 127) ortaya çıkaran ve sürekli değişip gelişen dünyevi bir masalın öykülü özneleridir. Aslında, yaklaşık dört buçuk milyar yıldır Dünya, doğayı bir bütün olarak saran ve böylece “gezegenimizdeki en derin eğilimler”den (Swimme ve Tucker 2011, 51) biri olarak doğanın okuryazarlığını ortaya çıkaran birçok okuryazarlık veya ifade biçimini barındırmıştır. Bu nedenle maddesel ekoeleştiri, yaşamın genel olarak şekillenmesinde varoluşun en temel düzeylerinde bile, kuşkusuz bazı temel anlatısallık biçimlerini ifşa eden, iletişimsel eyleyiciliklerin bu yaşayan gezegenindeki evrimin şaşırtıcı dansını olumlar. Maddesel ekoeleştirel perspektiften bakıldığında, maddesel eyleyicilikler “insanların niyetlerini, anlamlarını, işaretlerini ve söylemlerini yansıttıkları birer ekran” (Bryant 2011, 247) değillerdir, ancak “onları tamamen insan-biçimli karakterler yapmadan” (Maufort 2021, 243)  kabul edebileceğimiz tam teşekküllü anlatısal eyleyiciliklerdir.

Yaratıcılık, insan-merkezciliğin kaçınılmaz olarak silinip gideceği anlamlı ifade edimleri üreterek, maddeselliğin tüm eyleyici bileşenlerinde ortaya çıkar. Böylece tüm biyotik ve abiyotik varoluş, dolanık yaşam öykülerinden meydana gelir. Öyleyse zaman, yaşamın sayısız anlatı potansiyeli biçiminde ve varoluşun en temel düzeylerinden kaynaklanan çok çeşitli içsel anlamlarda ortaya çıkan daimi öykülerinin temellerini yeniden düşünmenin zamanıdır. Böylesi bir anlatı, dünyanın dinamik öz-ifadesini ortaya çıkaran anlamlı güçler biçiminde ortaya çıkar. Astrofizikçi Eric Chaisson’ın belirttiği gibi, devam eden bu dünyalaşma süreci, “Dünya gezegeni üzerindeki inanılmaz bir yaşam öyküsünün” (2005, 299) tarihini yazar. Chaisson, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Dijital genomları toplayan biyokimyacılar şimdilerde yeteneklerini fosilleşmiş kemikleri araştıran paleontologlarla birleştiriyorlar. Sonuçlar, o öykünün giderek daha sağlam ayrıntılarını veriyor; sürekli ‘şurada birkaç yırtık pırtık sayfa var,’ zaman zaman da ‘burada tamamen yeni bölümler var’ biçiminde, bu anlatılar ortaya çıkıyor” (2005, 299). Kısacası, öykünün sağlam detayları, maddenin her parçasında, her seviyesindedir. Bu detaylar, kendilerini insan gözlemciye “farklı açılardan anlaşılır” (Barad 2007, 140) kılan mikroskobik seviyede görülemeyecek alemlere kadar, anlatımın performatif eylemleriyle iç içe geçmiş olan her maddede yer almaktadır. Ancak, Margaret Atwood’un zekice söylediği üzere, “sonunda hepimiz birer öykü olacağız” (2006, 188).

Buradan sonraki bölümde yazdıklarım, biyoloji ve kuantum fiziğinin kesişme noktalarındaki, kendini ifade etme özelliği taşıyan varlıklara ışık tutmaktadır; yani “biyofotonların” anlatısal eyleyiciliklerine. Bu, biyolojik sistemlerde tespit edilen foton emisyonlarını açıklayan bir terimdir. Biyofizikçi Charles L. Sanders’ın ifade ettiği gibi: “Yaşayan her bir hücre, eşzamanlılığı, amaç birliğini ve sağlığı korumak için diğer hücrelerle inanılmaz bir hassasiyet ve doğrulukla ‘konuşur’” (2017, 245-46).

Anlatısal Eyleyiciler Olarak Biyofotonlar

Kuantum fiziği, yaşamla ilgili nihai gerçeği dinamik bir birlik olarak ortaya koyduğundan beri, insan olarak varlığımızı başka türlü süreğen bir gerçekliğin bir parçası gibi, yani maddenin bir anlatı alanı olarak algılandığı, hatta yaratıcı bir oluşun ve canlı ifadelerin alanı olarak karmaşık biçimde algılandığı ve bunu yansıtan iletişimsel materyal eyleyiciliklerin süreğen gerçekliğinin bir parçası şeklinde düşünmek daha kolay hale geldi. Maddenin atom altı parçacıklardan moleküllere ve hücrelere kadar olan iletişimsel kapasitesi, maddenin içsel deneyimlerinin bir göstergesidir. Bu da, hiçbir varlığın çevresinden bağımsız olarak var olamayacağı fikrini ve insan deneyiminin, “genel olarak varlıkların üst düzey bir örneği olduğu” düşüncesini destekler; “bu varlıklar ister hücre, ister atom, ister elektron olsun. Hepsi öznedir. Hepsinin içsel ilişkileri vardır” (Birch 1988, 71). Ve yaratıcı ifadeler biçiminde ortaya çıkan tüm içsel ilişkiler, atom altı parçacıklar arasında da vardır, atomlar, moleküller, hücreler, bitkiler, hayvanlar arasında da; bu ilişkiler insan örneğiyle zirveye ulaşır; tüm maddeler bir tür deneyime, bir dereceye kadar özgürlüğe ve ifade etme kapasitesine sahiptir. Örneğin elektronlar çevrelerini asgari düzeyde deneyimleyebilirlerse, buradan hareketle etik bir ilke ortaya çıkar; insanların yaşam deneyiminin karmaşıklığına ve zenginliğine saygı duymaları gerektiği ilkesidir bu. Çünkü teorik fizikçi Carlo Rovelli’nin Seven Brief Lessons on Physics[7] adlı kısa kitabında doğruladığı gibi, bizi “özellikle insan yapan şey” . . . bizi “aynı doğanın bir parçası” yapar (2014, 76). Rovelli insanın, “bölümleri arasındaki bağlantıların ve bilgilerin karşılıklı olarak etkilenmesi ve değiş tokuşu yoluyla meydana gelen kombinasyonlarının sonsuz oyununun” bir parçası olduğunu (2014, 76) yazar. Yukarıda alıntılanan Avustralyalı genetikçi Charles Birch de benzer şekilde, tüm varlıkların içsel ilişkileri ve içsel değeri varsa, tüm yaşamın birbiriyle ilişkisini daha kolay kabul edebileceğimizi, böylece insanın çevreyi sömürmesinin neden ahlaki bir sorun haline geldiğini anlayabileceğimizi ifade eder. Alfred North Whitehead’in yaratıcı oluşum süreçlerinde tüm varlıklara içsel değer verildiğini kabul eden süreç felsefesiyle yakından ilişkili olan Birch’in ekolojik modeli, Karen Barad’ın insanların, biyotik varoluşun sürdürülebilirliğini bozmamak ve insan olmayanın yanıt-verebilirliğine müdahale etmemek için etik bir sorumluluğa sahip olmaları yönündeki dünyalaşma etiğiyle örtüşmektedir. Charles Birch ayrıca Niels Bohr’un “fizik yasalarının yüksek ihtimalle biyolojide de keşfedileceğini” (1988, 71) bildiğini söyleyerek Bohr’a da hakkını teslim etmiştir ki bu gerçekten kuantum biyolojisi olarak bilinen ve “tüm canlı sistemlerde elektromanyetik dalgalarla hücre iletişimini” (Sanders 2017, 246) araştıran alanda ortaya çıkmıştır. Böylece, biyolojik sistemlerden kaynaklanan foton emisyonları, bir bakıma, Bohr’un anlamlı ilişkiselliklerin ve kuantum korelasyonlarının moleküler düzeyde de tespit edilebileceği öngörüsünü doğrular. Hücreleri karmaşık bir kuantum sistemi olarak gören kuantum biyolojisi, “kuantum mekaniği ve teorik kimyayı, biyolojik nesnelere ve problemlere” uygular (Sanders 2017, 246). Bu nedenle kuantum biyolojisi, fizik ve biyolojinin birbirine dolanıklığı olarak tanımlanır.

Elektromanyetik hücreden hücreye iletişim, canlı hücrelerde ultra zayıf foton emisyonlarına sahip güçlü bir sinyal sistemi olarak keşfedildiğinde, Alman biyofizikçi Fritz-Albert Popp, biyolojik bir sistemden “termal olmayan foton emisyonunu” (2003a, 389) belirtmek için “biyofoton” terimini kullanmıştır. Bu, bilgi transferini sağlar. Popp, 2003 tarihli “About the Coherence of Biophotons”[8] başlıklı makalesinde, “‘biyofotonlar’ kelimesindeki ‘fotonlar’ teriminin, fenomenin tek fotonların ölçülmesi özelliği taşıdığını ifade etmek için seçildiğini, bu fenomenin Klasik fizikten ziyade Kuantum optiğinin bir konusu olarak görülmesi gerektiğini” (2003b, 2) açıklamıştır. Popp ayrıca “biyofoton emisyonunun, canlı bir sistemin oldukça güvenilir ve hassas bir parmak izini gösterdiğini” ve ölçümlerinin “biyolojik sistemleri tanımlamanın yanı sıra bunların dış etkilere tepkilerinin özelliklerini anlamak için güçlü bir araç sağladığını” öne sürmüştür (2003a, 404). Bununla birlikte, biyofotonlar, biyolojik organizmalar tarafından yayılan ve “biyo-bilgisel karakterli radyasyon” olarak tespit edilebilen UV fotonlarını kasteden standart biyoışıldama ile karıştırılmamalıdır (Van Wijk 2001, 183). Düşük enerjili termal fotonlar olarak biyofotonlar bilgi iletebilir ve böylece Popp’un “biyofoton alanının karşılıklı karışımı yoluyla biyokomünikasyon” (Popp 2003a, 401) olarak adlandırdığı, hücrelerarası iletişimi sağlayabilir.

Fritz-Albert Popp bu araştırmanın öncüsü olarak ortaya çıksa da, canlı dokuların bilgi aktarımı fikri ilk kez 1923’te hücre bölünmesinin “hücrelerin kendisinden kaynaklanan çok zayıf bir ultraviyole fotoakımı” (Van Wijk 2001, 183) ile tetiklendiğini iddia eden Rus biyolog Alexander G. Gurwitsch (1874-1954) tarafından ortaya atılmıştır. Biyolojik foton emisyonlarını zayıf elektromanyetik dalgalar olarak gözlemlemesi, hücresel iletişimin gerçekten de canlı hücreler tarafından yayılan biyofotonlar yoluyla gerçekleştirildiğini öne süren moleküler süreçler düzeyinde artan bir kanıt topluluğuna yol açmıştır. Bu nedenle, ultraviyole aralığında zayıf fakat devam eden bir foton akışına sahip olan tüm biyolojik sistemler, hücrelerarası bir iletişim süreci özelliğini taşıyor gibi görünmektedir. Canlı sistemlerde “biyofotonlar, işlevi hücre içi ve hücrelerarası düzenleme ve iletişim olan canlı organizma içindeki tutarlı (ve/veya sıkıştırılmış) bir foton alanından kaynaklanır” (Popp 2003b, 1). Popp’a göre, biyofotonda tespit edilen tutarlılık, “hücreler içinde ve arasında bir bilgi aktarımı olduğunu kanıtlar, böylelikle de hücrelerin metabolik aktivitelerinin yanı sıra büyüme ve farklılaşma ve hatta Evrimsel gelişimin düzenlenmesi de dâhil olmak üzere hücre içi ve hücre dışı biyoiletişimin önemli sorusunu yanıtlar” (Popp 2003b, 3). Bu araştırma alanındaki bir diğer önemli isim, Moskova’daki Lebedev Fizik Enstitüsü’nden, “uzak biyo-sistemler arasında etkili sinyalleşmeyi” de doğrulayan Serguey Mayburov’dur (2011, 260). Canlı hücrelerdeki bu biyofotonik bilgi alışverişi veya foton emisyonlarındaki bilgi alışverişi, Alman biyofizikçi Roeland Van Wijk’in sözleriyle, “biyofotonlar teriminin ortaya çıkmasına yol açan,” “kuantum karakteri özelliğini taşıyan,” “hücre popülasyonları içinde tutarlı bir elektromanyetik alanın varlığını” açıklar (2001, 184). Başka bir önemli biyofizikçi olan Charles L. Sanders’a göre, biyofoton emisyonları biçimindeki hücre iletişiminin kanıtı, bir tür akıllı faaliyettir:

Her hücre, iletişimli zekâ olarak öngörülebilir. Hücre sinyali ve bilgi iletme için araç ya kimyasal reaksiyon, ya elektromanyetik dalga, ya kuantum transferi, ya da yukarıdakilerin hepsidir. İnanılmaz karmaşıklıktaki veri iletişimi, her hücrede saniyede milyonlarca kez ve yakındaki hücreler ve uzaktaki hücreler arasında gerçekleşir. İletişim hızı, biyofotonlar için hafif veya kuantum transferi için daha hızlı veya hatta anlık olabilir. (2017, 246)

Tüm bu bilgilerin ışığında, zeki bir ifade edicilik biçimi üzerine yapılan biyofizik araştırmalarının ve edinilen bulguların, biyofotonları hücresel düzeyde öykülü maddenin büyüleyici anlatısal eyleyicileri olarak okumamıza ilham veren zarif ve ikna edici bir mantığı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu anlatısal eyleyicilikler, Fritjof Capra’nın iddia ettiği gibi, her canlıyı ve varlığı “karşılıklı bir birbirine dayalılık ağı içinde” bağlayan yaşamın içsel değerini ilan ediyor gibi görünmektedir (1997, 11). Capra’ya göre, “tüm seviyelerdeki canlı sistemler,” “ayrılmaz bir ilişkiler ağında” ortaya çıkar (1997, 35, 37). Bu ağ, Wendy Wheeler’ın da kabul ettiği gibi, “hücreden bize kadar tüm yaşam — iletişim veya semiyoz” özelliklerini taşır (2011, 270). Eğer işaretler yaşayan dünyaya nüfuz ediyorsa ve iletişim, atom altı parçacıklardan itibaren tüm varlıkların içsel bir özelliğiyse, o zaman biyofotonların eyleyici yaratıcılığı, performatif düzenlemeleri ve kendiliğinden var olan anlamları “ilişkilenmenin materyal-semiyotik araçlarından” ortaya çıkar (Haraway 2008a, 26). Birbirleriyle bir-oluşları, anlaşılır iletişimler yoluyla ortaya çıkar. Bu da onları, çok sayıda anlatı potansiyeline ev sahipliği yapan, karmaşık ilişkilerinin şaşırtıcı biçimde öyküyle ifade edilişlerine olanak sağlayan anlatısal eyleyicilere dönüştürür. Öykülerini kuantum fiziği ve biyolojinin iç içe geçmiş alanlarından anlatan biyofotonlar, “yaşamın öykülerden oluştuğunu” (Wheeler 2014, 77) ve bu dolanık yaşam öykülerinde hiçbir şeyin ayrılabilir olmadığını doğrular.

“Tüm canlı sistemlerde elektromanyetik dalgalarla hücre iletişimini içeren muazzam derecede bir tutarlılık varsa” ve “[u]ltra-zayıf ışık fotonları hücre içi ve hücre dışı verileri ışık hızında veya daha yüksek hızda iletebiliyorsa,” onların sinyalleri kesinlikle “öğrenilebilir bir dil gibidir” (Sanders 2017, 246, 247). Etkili hücresel iletişim ağları kurmak için bu dili kullanan biyofotonlar, tüm biyolojik organizmalardaki temel yaratıcılığın sürekli anlatıcıları ve Dünya’daki biyotik yaşamın inkâr edilemez yazarları olarak ortaya çıkar. Biyofotonlar, örneğin, hücre içi ilişkilerin hikâyelerinin ve hatta evrimsel süreçlerin okunabilmesini sağlayan anlamlı ifadelerin konfigürasyonlarını üretir. Biyofotonlar ayrıca, değişen derecelerde bileşik ilişkilere sahip tüm türleri ontolojik olarak ayrılamaz kılar ve böylece bizi dünyanın olağanüstü öyküsündeki birlikte evrimimizi gözden geçirmeye teşvik eder. Biyofotonların ustalıkla işlediği kuantum-biyolojik atlas, hayalimizin ötesinde olabilir, ancak zekâlarının tasarladığı olay örgülerini içeren anlatıları bizi sadece biz yapmakla kalmaz, aynı zamanda gezegendeki biyotik varoluşa karşı ekolojik sorumluluk almamız için bize ilham verir. Biyofotonların, süregelen yaratıcı oluşta varoluşun en derin seviyelerindeki birbirine bağlı anlatıları temelinden yapılandırmadaki rolünü idrak edebilirsek, onların ürettikleri yazın, gezegende yaşayan her varlıkla içten-etkimelerimize etik bir dikkat göstermemiz için bizleri teşvik edebilir. Makrofiziksel gerçeklik düzeyindeki farklılıklarımıza rağmen, var olan her şeyin şaşırtıcı ittifaklar içinde var olduğunu ortaya koyan biyofotonlar bizi aynı zamanda, dolanıklık süreçlerinin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılması için anlatılarına kulak vermeye ve gezegenin insandan ibaret olmayan varlıklarının kaderi üzerinde birleşen ekolojik yazgımızdaki dünyalaşma etiği üzerine düşünmeye davet ediyor.

Dünyanın oluş anlatılarındaki aynı anda hem zevkli hem de şiddetli dolanıklıklarımız insan merkezli güçler tarafından giderek daha fazla engellenmiş olsa da, kuantum fiziği ve kuantum biyolojisi alanlarını dolduran anlatısal eyleyicilikler, bizi yaşamı sürdüren ekolojik bir yörüngeye geri çekme etkinliğine sahiptir. Yaşamı oluşturan süreçlerin katmanlı öykülerinde atom altı parçacıkları ve biyofotonları önemli anlatısal eyleyicilikler olarak okumak, bu nedenle, bizi yaşam kitabına uyumlandırarak her şeyin kolektif biyografisindeki rolümüzün daha fazla farkında olmamızı sağlayabilir ve Karen Barad’ın “dünyalaşma etiği” dediği şeyi geliştirmeye yardımcı olabilir. Bu bakımdan, insan olmanın ne demek olduğunu anlamak, bedenlerimizin atom altı alemindeki bağlantıları ve karşılıklı ilişkileri anlamakla başlar. Buradan çıkarılacak derste, varlığın anlamı değişir. Biyofotonik anlatılar bizi insan merkezli ilişkilerin ötesine, “ayrı varlıkların olmadığı, daha ziyade indirgenemez sorumluluk ilişkilerinin” (Barad 2012, 46) ve eyleyici performansların gelişebileceği bir dolanıklıklar alanına götürür. Atomik, atom altı ve biyofotonik öykü anlatımının, dünyayı farklı bir şekilde hayal etmemize yardımcı olması ve bunu insanın ötesindeki her şeyi içeren etik bir perspektiften yapmamızın önemli olmasının nedeni budur. Dünyaya karşı etik sorumluluğumuzu benimsersek, insan olmayan varlıkların dünyayla içten-etkiyebilmesi için yanıt-verebilirlik koşullarını kolayca sağlayabiliriz. Bu, yaratma eyleminin kendisine enerjik olarak aşılanmış bir dünyalaşma etiğine işaret eder. Dolanıklıkların kuantum anlatıları, tamamen içten-etkiyen eyleyiciliklerin ontolojik olarak ayrılamazlığı ile ilgili olduğundan, varlığın en derin seviyelerinde yaşamla ve öyküleriyle dolanık insana ekolojik olarak yapıcı gelecekler açmak için dünyalaşma etiğinin ortaya çıkmasına yardımcı olabilirler. Ve son olarak, ancak son derece önemli olarak, yaşamın dolanık öykülerinin maddesel ekoeleştirel anlatımı bizi doğanın salt bilimselleştirilmesinin ötesine taşır ve insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikeyi “karşılamak için gereken . . . yeni bir tür yaratıcı dalgalanmaya” (Bohm ve Peat 1989, 207) yeni bir yol açar: Bu tehlike en çok iklim değişikliği, eriyen buzullar, yanan ormanlar, tehlikeli virüsler ve türlerin yok oluşunda görülür. Bu zorluklarla, insan merkezli zihniyetin ürettiği tüm tahakküm, boyun eğdirme, şiddet, kapanma ve bütünleşme kavramlarını sorgulayan dolanık yaşam öyküleri aracılığıyla yüzleşebiliriz. Böyle bir sorgulama, etik ilişkileri zorunlu olarak “insan-dışına,” bilinen “hümanist etiğin” ötesine genişletecektir. Barad’ın iddia ettiği gibi, “hümanist etik, bana ‘bakan’ ötekinin ‘yüzü’ tamamen gözler olduğunda veya gözleri olmadığında ya da başka bir şekilde insani terimlerle tanınmaz olduğunda yeterli olmayacaktır. Gerekli olan şey . . . dünyalaşma etiğidir” (2007, 392).

Dünyalaşma Etiği

Eyleyici madde, varoluşun bölünmez alanında insan dışındaki her şeyle karşılıklı ilişkilerimize ve bağlantılarımıza yönelik daha fazla ekolojik ve etik dikkati teşvik eder. Bu alandaki dolanık yaşam öykülerinin bir parçası olmak, bizi dünyaya karşı etik olarak sorumlu kılar ve etik sorumluluk, insanların “birbirleriyle” “birlikte-oluş” (Haraway 2008a, 27) sorumluluğu olarak anlaşılmalıdır. Birbirimizle birlikte-oluşu öğrenmek, insan eyleyiciliğinin insandan-ibaret-olmayan diğer her şeyle daha iyi etik ilişkileri başlatmasını sağlar; bu da etiğin, “parçası olduğumuz oluşun canlı ilişkisellikleri için sorumluluk ve hesap verebilirlikle ilgili olduğu” (2007, 393), Barad’ın “dünyalaşma etiği” (2007, 392) dediği anlayışa yol açar. Ancak sorumluluk ve hesap verebilirlik, insan özne tarafından herhangi bir zamanda vazgeçilebilecek gönüllü ahlaki tutumlarla karıştırılmamalıdır (Griffin 1998, 211, 212). Sorumluluk, Barad’ın da belirttiği gibi, “organizmaların yanıt verebilmeleri için onlara fırsat sağlamayı gerektirir” ki Barad bunu, organizmaların “eyleyici performanslarının dikkate alınmasında ısrar etmeleri” olarak açıklamaktadır (2012, 38). Kısaca ifade edersek, etik “Ötekinin tepkisine olanak sağlamakla” ilgilidir; Barad’ın “yanıt-verebilirliğin olasılığının koşulları” (akt. Kleinman 2012, 81) dediği şeyi davet etmek veya bunu kucaklamak ile ilgilidir. Bu nedenle etik, yalnızca “dünyadaki insan deneyimleriyle ilgili sorumlu eylem değildir;” daha ziyade benlik ve Öteki arasında hiçbir ayrımın olmadığı bir “maddesel dolanıklıklar meselesidir” (Barad 2007, 160). O halde sorumluluk, “kendinin ve diğerlerinin dolanıklığına sürekli bir yanıt verme halini kapsar” (Barad 2007, 394), hesap verebilirlik ise “dışarıdan değil, içeriden” oluş süreçlerine “etiko-onto-epistemolojik bir bağlılık” anlamına gelir (Barad 2012, 46–47). Böyle bir bağlılık, temelde, kendi içine dönük ve dünyayı bu merkezle algılayan özne/varlıklara ilişkin geleneksel anlayışı, karşılıklı dolanıklıklardan birine dönüştürür.

Yaratıcı oluş eylemlerinin, Barad’ın “yükümlülüğün ilişkileri” olarak tanımladığı eyleyiciliklerin karşılıklı dolanıklıkları içinde gelişip serpilmesine izin vermek, tüm eyleyicileri birbirine bağlayarak sözde Ötekiyi “maddesel olarak ‘kendine’ bağlı, içeriden ağlarla örülen” hale getirir (2012, 47). Barad, insan olarak içten-etkimelerimizin nasıl “katmanlaşıp oluşumumuza yerleştiğinin . . . Oysa bizim oluşumuzda bile dünyanın içten-etkiyen oluşundan ayrı bir ‘Ben’ olmadığının” (2007, 394) altını kalın çizgilerle çizmektedir. Dünyanın “asla yalnızca yüzeysel bir yer olmadığını, her zaman kendimizin ve başkalarının özü olduğunu” (Alaimo 2010, 158) anlamamız gerekir. Bu noktayı makroskopik gerçeklikte vurgulamak önemlidir, çünkü bölünmezliğin bilimsel olarak doğrulanmasının sosyal meselelerle ilgisi vardır ki bu da gezegendeki ekolojik krizler karşısında etik hesap verebilirliğin ve ırkçılık ve cinsiyetçilik dâhil tüm sosyal ikiliklerin ve sorunların ortadan kaldırılmasının şartıdır.

Genişletilmiş etik topluluğun bu yeni kavramsal haritasında, insan kategorisi insan-merkezciliğin ötesine geçmeyi hedefleyen bir bakış açısıyla ve dolayısıyla “yaşamın karşılıklı olarak birbirine bağlılığının çevrelediği, ortak bir varoluş alanından birlikte ortaya çıkma açısından” (Oppermann 2016, 276) okunur. Barad’ın dünyalaşma etiği bu nedenle, ekolojik sorumluluk konusunda yeni bir farkındalık çağrısında bulunarak hayal gücümüzü harekete geçirir ve sürdürülebilir biyotik varoluş ve çoklu türlerin karşılıklı bağlantılarını sürdürmek için yeni umutlara ilham verir. Gezegenimizi yaşanabilir kılan çeşitli flora ve fauna topluluklarının—yani insandan-ibaret-olmayan her şeyin sesini dikkate alan daha iyi etik tepkileri hayal edebilme yaratıcılığını üreterek, yok olma tehditleriyle karşı karşıya kalan tüm Dünyevi eyleyiciliklere yeniden değer verme mesajını iletir. Ekolojik çerçevede etik sorumluluk, doğal olarak, yaralı coğrafyaları iyileştirmeye bağlı olan “kim olduğumuzu ve başkalarıyla ‘birlikte-oluş’ yollarımızı şekillendiren” (Rose vd. 2012, 2), ikilikçi olmayan, çevresel olarak sürdürülebilir ve hepsinden önemlisi birlikte yaşamanın saygılı yollarından ortaya çıkar. Sosyal sistemlerimizde ve kültürel uygulamalarımızda bir dünyalaşma etiği uygulamak, bu farkındalıktan düşünmeyi ve gerçeklik anlayışımızı, dolanıklıklarımız için etik hesap verebilirlikle genişletmeyi gerektirir, bu, “dünyanın bir parçası olarak sorumluluk içinde içten-etkimek” (Barad 2007, 391) anlamına gelir. Barad’ın içten-etkime kavramı, “dolanık eyleyicilerin karşılıklı oluşumuna işaret eden” (2007, 33) kilit unsurdur. İçten-etkime, gözlemciler ve gözlemlenenler arasındaki ontolojik ayrılmazlığın yanı sıra, bilme ve olma pratiklerinin ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu ontoloji ve epistemolojinin ayrılmazlığını çok iyi açıklığa kavuşturur. Eğer doğanın atom altından insan alemine kadar tüm canlı süreçleri kaçınılmaz olarak içten-etkiyen oluşlara katılıyorsa, o zaman içsel ilişkileri olan dolanık atom altı parçacıkları ve biyofotonları, gerçekliğin ortaya çıkmasında katmanlı etkilerle kendi hikâyelerini yayan belirli türdeki maddesel eyleyiciler olarak yeniden hayal edebiliriz. Dolayısıyla, dönen[9] atom altı dünyada anlatısallığın ve yaratıcılığın etik sonuçları, dolanıklık sürecinin tüm sınırları gizlediği anlık bağlantılar ve yerel dışı iletişimlerle tanımlanır.

Referanslar

Alaimo, Stacy. 2010. Bodily Natures: Science, Environment, and the Material Self. Bloomington: Indiana University Press.

Atwood, Margaret. 2006. Moral Disorder. Toronto: McClelland and Steward Ltd.

Barad, Karen. 2003. “Posthumanist Performativity: Toward an Understanding of How Matter Comes to Matter.” Signs: Journal of Women in Culture and Society 28 (3): 801–31. https://www.jstor.org/stable/10.1086/345321.

———. 2007. Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning. Durham, NC: Duke University Press.

———. 2012. “Nature’s Queer Performativity.” Kvinder, Køn og forskning / Women, Gender and Research (Feminist Materialisms) 1–2: 25–53.

Birch, Charles. 1988. “The Postmodern Challenge to Biology.” The Reenchantment of Science: Postmodern Proposals içinde, ed. David Ray Griffin. 69–78. Albany: State University of New York Press.

Bohm, David. [1980] 1995. Wholeness and the Implicate Order. New York: Routledge.

——— ve B. J. Hiley. 1993. The Undivided Universe: An Ontological Interpretation of Quantum Theory. New York: Routledge.

——— ve F. David Peat. 1989. Science, Order and Creativity. London: Routledge.

Bryant, Levi R. 2011. The Democracy of Objects. Ann Arbor, MI: Open Humanities Press.

Capra, Fritjof. 1997. The Web of Life: A New Synthesis of Mind and Matter. Londra: Flamingo.

Carroll, Sean. 2012. The Particle at the End of the Universe: The Hunt for the Higgs and the Discovery of a New World. Londra: Oneworld Publications.

Chaisson, Eric. 2005. Epic of Evolution: Seven Ages of the Cosmos. New York: Columbia University Press.

Cohen, Jeffrey Jerome. 2014. “Should We Believe in the Agential Object? Magic Rocks.” In the Middle Blogspot. Erişim tarihi 18 Mayıs 022. https://www.inthemedievalmiddle.com/2014/07/should-we-believe-in-agential[1]object.html#sthash.h7DdNHyw.dpuf.

———. 2015. Stone: An Ecology of the Inhuman. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Coole, Diana, ve Samantha Frost. 2010. “Introducing the New Materialisms.” New Materialisms: Ontology, Agency, and Politics içinde, ed. Diana Coole ve Samantha Frost. 1–43. Durham: Duke University Press.

d’Espagnat, Bernard. [1976] 2018. Conceptual Foundations of Quantum Mechanics. İkinci Baskı. Boca Raton: CRC Press.

Fedrizzi, Alessandro, Rupert Ursin, Thomas Herbst, Matteo Nespoli, Robert Prevedel, Thomas Scheidl, Felix Tiefenbacher, Thomas Jennewein ve Anton Zeilinger. 2009. “High-Fidelity Transmission of Entanglement over a High-Loss Freespace Channel.” Nature Physics 5 (Mayıs 3): 389–92.

Greene, Brian. 2004. The Fabric of the Cosmos: Space, Time, and the Texture of Reality. New York: Vintage.

Griffin David Ray. 1998. Unsnarling the World-Knot: Consciousness, Freedom, and the Mind-Body Problem. Berkeley: University of California Press.

Haraway, Donna J. 2008a. When Species Meet. Minneapolis: University of Minnesota Press.

———. 2008b. “Otherworldly Conversations, Terran Topics, Local Terms.” Material Feminisms içinde, ed. Stacy Alaimo ve Susan Hekman. 157–87. Bloomington: Indiana University Press.

Jacques, Vincent, E Wu, Frederic Grosshans, Francois Treussart, Philippe Grangier, Alain Aspect ve Jean-Francois Roch. 2007. “Experimental Realization of Wheeler’s Delayed[1]Choice Gedanken Experiment.” Science 315 (16 Şubat): 966–68.

Kirby, Vicki. 1997. Telling Flesh: The Substance of the Corporeal. New York: Routledge.

Kleinman, Adam. 2012. “Intra-actions” (Interview with Karen Barad). Mousse Magazine 34: 76–81.

Mayburov, Serguey. 2011. “Photonic Communications in Biological Systems.” Journal of Samara State Technical University, Ser. Physical and Mathematical Sciences 15 (2): 260–65. Erişim tarihi 19 Mayıs 2022. https://journals.eco-vector.com/1991-8615/article/view/21048/17306#.

Maufort, Jessica. 2021. “The Magic Realist Compost in the Anthropocene: Improbable Assemblages in Canadian and Australian Fiction.” Dwellings of Enchantment: Writing and Reenchanting the Earth içinde, ed. Bénédicte Meillon. 239–55. Lanham: Lexington Books.

Oppermann, Serpil. 2016. “From Material to Posthuman Ecocriticism: Hybridity, Stories, Natures.” Handbook of Ecocriticism and Cultural Ecology içinde, ed. Hubert Zapf. 273–94. Berlin: De Gruyter.

———. 2018. “Storied Matter.” Posthuman Glossary içinde, ed. Rosi Braidotti ve Maria Hlavajova. 411–14. Londra: Bloomsbury Academic.

Popp, Fritz-Albert. 2003a. “Biophotons-Background, Experimental Results, Theoretical Approach and Applications,” Integrative Biophysics: Biophotonics içinde, ed. Fritz-Albert Popp ve Lev Beloussov. 387–38. Springer Science+Business Media, Dordrecht.

———. 2003b. “About the Coherence of Biophotons.” Proceedings of the International Conference on Macroscopic Quantum Coherence içinde, ed. Elisabetta Sassaroli, Yogendra N. Srivastava, John D. Swain ve Allen Widom. Bölüm 10. World Scientific Publishing Co Pte Ltd. http://www.stealthskater.com/Documents/Consciousness_31.pdf.

Randall, Lisa. 2005. Warped Passages: Unveiling the Mysteries of the Universe’s Hidden Dimensions. New York: An Ecco Book, Harper Perennial.

Rose, Deborah Bird, Thom van Dooren, Matthew Chrulew, Stuart Cooke, Matthew Kearnes ve Emily O’Gorman. 2012. “Thinking Through the Environment, Unsettling the Humanities.” Environmental Humanities 1: 1–5.

Rovelli, Carlo. 2014. Seven Brief Lessons on Physics, çev. Simon Carwell ve Erica Segre. New York: Riverhead Books.

Sanders, Charles L. 2017. Radiobiology and Radiation Hormesis: New Evidence and Its Implications for Medicine and Society. Cham, İsviçre: Springer International Publishing.

Swimme, Brian Thomas ve Mary Evelyn Tucker. 2011. Journey of the Universe. New Haven: Yale University Press.

Van Dooren, Thom, Eben K. Kirksey ve Ursula Münster. 2016. “Multispecies Studies: Cultivating Arts of Attentiveness.” Environmental Humanities 8 (1): 1–23.

Van Wijk, Roeland. 2001. “Bio-photons and Bio-communication.” Journal of Scientific Exploration 15 (2): 183–97.

Wheeler, John Archibald. 1978. “The ‘Past’ and the ‘Delayed-Choice’ Double-Slit Experiment.” Mathematical Foundations of Quantum Theory içinde, ed. A. R. Marlow. 9–48. New York: Academic Press.

———. 2002. “Information, Physics, Quantum: The Search for Links.” Feynman and Computation: Exploring the Limits of Computers içinde, ed. Anthony J.G. Hey. 309–36. Londra: CRC Press.

Wheeler, Wendy. 2006. The Whole Creature: Complexity, Biosemiotics and the Evolution of Culture. Londra: Lawrence and Wishart.

———. 2011.“The Biosemiotic Turn: Abduction, or, the Nature of Creative Reason in Nature and Culture.” Ecocritical Theory: New European Approaches içinde, ed. Axel Goodbody ve Kate Rigby. 270–82. Charlottesville: University of Virginia Press.

———. 2014. “Natural Play, Natural Metaphor, and Natural Stories: Biosemiotic Realism.” Material Ecocriticism içinde, ed. Serenella Iovino ve Serpil Oppermann. 67–79. Bloomington: Indiana University Press.


[1] Işık fotonlardan oluşur, ancak maddesel dünya, Amerikalı fizikçi Murray Gell-Mann’ın “kuarklar” kelimesini gördüğü James Joyce’un Finnegans Wake (1939) adlı romanından esinlenerek adını verdiği kuarklardan oluşan proton ve nötronlarla dolu bir çekirdeğe sahip atomlardan oluşur. Bakınız Carlo Rovelli (2014, 31).

[2] Ç. N. Yazar burada hem kuantumlaşma hem de nicelenme anlamındaki “quantize” sözcüğünü kullanarak bir sözcük oyunu yapıyor.

[3] Ç. N. Eserin başlığı Bölünmemiş Evren: Kuantum Teorisinin Ontolojik Bir Yorumu olarak çevrilebilir.

[4] David Bohm, dalga parçacığı ikiliğinin olası bir açıklaması olarak “gizli değişkenler teorisini” önermiştir. Deneyi yapan kişi bir parçacığın momentumunu veya konumunu ölçtüğü, ancak her ikisini aynı anda ölçemediği için Bohm, parçacığın hareketini belirleyen “gizli” bir kılavuz dalga olması gerektiğini düşünmüştür. Çift yarık deneylerinde, parçacıklar bir yarıktan veya öbüründen rastgele değil, seçimle geçerler. Bohm, bu seçimin gözlemlenebilir dalga modeliyle sonuçlandığında bir “kılavuz dalga” tarafından yönetilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Bu, dalgayı ve parçacığı birleştiren “de Broglie-Bohm pilot dalgası” olarak bilinir. Bu nedenle, Bohm’a göre, parçacığa her noktada gerçek bir momentumun yanı sıra gerçek bir konum verdikleri için gizli durumlar gerçek olmalıdır.

[5] Ç. N. Makalenin başlığı ‘Geçmiş’ ve ‘Gecikmeli Seçim’ Çift Yarık Deneyi olarak çevrilebilir.

[6] Ç. N. Makalenin başlığı Wheeler’ın Gecikmeli Seçim Gedanken Deneyinin Deneysel Olarak Gerçekleştirilmesi olarak çevrilebilir.

[7] Ç. N. Eserin başlığı Fizik Üzerine Yedi Kısa Ders olarak çevrilebilir.

[8] Ç. N. Makalenin başlığı Biyofotonların Tutarlılığı Hakkında olarak çevrilebilir.

[9] Ç. N. Yazar burada kuantum fiziğinde “spin” olarak geçen ve “dönüş” anlamına gelen sözcüğü kullanarak kelime oyunu yapıyor.

Elif Erkanlı
+ posts