Küçük Ahşap Oğlan: Guillermo del Toro’nun Pinokyo’sunda Posthüman Bedenler

İtalyan yazar Carlo Collodi’nin yazdığı Pinokyo 1940’larda Disney tarafından popülerleştirilen bir öyküdür. Peri tarafından canlandırılıp gerçek çocuk olmayı arzulayan ahşap kuklanın maceralarını anlatır. Disney’in adaptasyonundan seksen yıl sonra 2022’de canlı kuklanın, aralarından birisi Disney tarafından olmak üzere, üç farklı adaptasyonu yayınlandı. Bu adaptasyonlardan sadece birisi Disney’in yaptığından farklı bir şey yapmayı çalıştı, o da çoğunlukla korku filmleri yöneten Guillermo del Toro’nun adaptasyonu. Guillermo del Toro’nun Pinokyo’su önemli olaylar dizisinin korunduğu ancak pek sevgi dolu olmayan Gepetto’dan faşizm ile bir ahiret sistemine kadar kendinden de bir şeyler katıp öncekilerine göre daha karanlık tonlu bir stop-motion Pinokyo sunuyor. Burada yeni olay örgüleriyle beraber mitoloji de mevcut ki bu da özellikle posthümanist eleştiri için kapı açıyor.

Pramod K. Nayar posthümanizmi “geleneksel egemen, ahenkli ve özerk insanın radikal merkezden uzaklaştırılması” (11) olarak açıklar. Başak Ağın da bunun üstüne “insan istisnacılığını yıkan ve en temelinde insanla hayvan, bitki, robotik bedenler gibi diğer varlıklar ve taşlar gibi sözüm ona cansız ve hareketsiz olduğunu düşündüğümüz objeler arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır” sözlerini ekler (“Posthuman Ecologies” 3). Anlaşılacağı üzere posthümanizm, Katherine Hayles’in deyişiyle “en iyi durumda insanlığın varlığı, gücü ve kendilerini özerk varlıklar olarak tanımlayabilip iradelerini bireysel eyleyicilik ve seçim yoluyla uygulayabilme özgürlüğü olan çok küçük bir kısmı için geçerli bir anlayışı” (286) sunan Aydınlanma Çağı’nın insan tanımını yapısöküme uğratır. Kısaca posthümanizm, kendini böyle tanımlayan insana bir meydan okumadır. Hayles’in burada dediği şey liberal hümanistler tarafından Aydınlanma Çağı’nda oluşturulmuş insan tanımının kapsamının geniş olmadığı, aksine belli bir insan topluluğunu betimlediği ve bu tanım tarafından dışlanan kişilerin de dâhil olduğu yeni bir tanıma ihtiyaç duyulduğudur.

Posthüman kavramı da bu yetersizlik anında devreye giriyor. Posthüman kavramı ilk olarak 1656 yılında Thomas Blount’un kitabı Glossographia’da kullanılmıştır ve Oliver Krüger’in Virtualität und Unsterblichkeit: Die Visionen des Posthumanismus adlı kitabı gibi pek çok eserde geçmiştir (Ağın, Posthümanizm 37). Kavramın tanımı, tanımı yapanın transhümanist veya posthümanist olmasına göre değişmektedir. Ağın’a göre transhümanizm tarafından tanımlanan “posthüman” kavramı insanlık tarafından ulaşılabilecek en üst mertebedir; bir ‘olmuşluk’ veyahut ‘tamamlanmışlık’ durumudur (Posthümanizm 39-40). Ağın’ın bu durumu tanımlamak için tercih ettiği “İnsan 2.0” kavramı posthümanizmin kastettiği “posthüman” değildir (Posthümanizm  40). Posthümanizm tarafından tanımlanan “posthüman” kavramı en iyi Hayles’in şu sözleri ile tanımlanabilir: “posthüman özne bir karışımdır, heterojen bileşenlerin toplamıdır, sınırları sürekli olarak tekrar tekrar yapılanan maddesel-bilgisel bir varlıktır” (3). Bu yazının ilgilendiği kısım bu alıntının ilk yarısı, posthümanın bir karışım veya bir heterojen özne olarak tanımlanmasıdır. Sadece liberal hümanistler tarafından kullanılan ve özerk benlik belirten insan tanımıyla tanımlanan değil (ki burada Hayles’in bu tanımın çok ufak bir kesimi tanımladığını belirten alıntısını hatırlatmalıyım) ancak bu tanımı yapısökümleyip bunun ötesine de genişleyen bir öznedir (286). Yani posthüman, insanın liberal hümanizm tarafından yapılan tanımda dâhil olmayan bireyin kendi içindeki kusurluluğun ve uyumsuzluğun belirlenmesidir.

Guillermo del Toro’nun Pinokyo’su bu nedenle posthümanist açıdan okumaya elverişlidir. Burada Ağın’ın şu yazdıklarından bahsetmem gerek: “hem posthümanizm hem de animasyon filmleri insan olmayan nesneleri ve varlıkları insan kadar fail, etkili, verimli veya üretken olarak görür” (“Posthuman Ecologies” 1). Ancak Pinokyo’nun posthüman özne oluşu, yalnızca animasyon karakteri olarak sunulmasıyla sınırlı değildir. Pinokyo canlı bir ahşap kukladır ki bu da onu bedenini oluşturan doğa ile ona verilen insan yaşamının arasındaki eşik alanda kalan bir posthüman beden yapar. Pinokyo’nun antropomorfik beden yapısı geleneksel insan bedenine benzemektedir ancak bahsedilen antropomorfik bedendeki et ve kemik eksikliği söz konusu insan vücuduna göre yabancıdır ve üstüne Pinokyo’nun canlı olması işleri daha da karmaşık hale getirmektedir. Pinokyo’nun gösterdiği antropojenik özellikleri genişletmek için Ağın’a değinmem, özellikle de Mary Shelley’nin Frankenstein’ına yaptığı posthüman çalışmaya değinmem gerekmektedir. Ağın’ın bu çalışmada Frankenstein’ın canavarı için kullandığı hisseden, öğrenen, düşünen ve gelişen bir varlık tanımı, Ağın’ın birebir aynı sözdizimi kullanılarak Pinokyo’yu da tanımlayabilir. Geleneksel insan anlayışında kafa karışıklığı yaratan şey ve iki eserin de posthümanist çalışmaların odağı yapan şey Pinokyo ve Frankenstein’ın canavarının insan ve insan olmayan arasındaki eşik alanında bulunmalarıdır.

Pinokyo’nun bedenini posthüman beden olarak incelemeye devam edecek olursak del Toro’nun çoğu Pinokyo adaptasyonundan ufaktan saptığı bir nokta, insana ne kadar benzerse benzesin, Pinokyo’ya atfedilen bazı antropomorfik özellikleri ondan almasıdır. Pinokyo’nun ahşap niteliklerini önce çıkarmak için del Toro Pinokyo’ya kıyafet giydirmeyerek onun ahşap dokusunu görünür kılmakta, eklemlerini kırık dökük bir şekilde tasarlamakta ve modelin arkasına birkaç çivi ekleyip Pinokyo’nun antropomorfik olmayan tarafını öne çıkarmaktadır. Daha önce de denildiği üzere posthüman, bireyin kendi içindeki kusurluluk ile uyumsuzluğun belirlenmesidir ve Pinokyo’nun her an parçalanabilecekmiş gibi duran kusurlu, uyumsuz bedeni bahsedilen posthüman bedenlerin zirve noktasıdır. Pinokyo’nun ayaklarını yakmasının ardından onları daha iyi bir şekilde tamir etmek veya en azından eski haline döndürmek yerine Gepetto eski yanmış bacaklarına yenilerini bantlayarak Pinokyo’nun bedenine daha da kusurluluk ve uyumsuzluk ekler (del Toro 00:29:54). Pinokyo’nun tanımlayıcı özelliği, yani yalan söylediğinde burnunun uzaması bile tahta kökenini vurgulamak için değiştiriliyor. Disney adaptasyonundaki gibi doğrusal ve sabit bir çizgide uzamak yerine del Toro’nun adaptasyonunda Pinokyo’nun burnu bir ağaç dalına benzer şekilde hiçbir düzen olmaksızın rastgele yönlerde uzar (del Toro 00:46:39-00:47:19). Bu değişikliğin önemi Disney’in asıl veyahut modern adaptasyonunda Pinokyo az çok bir insan çocuğuna benzemesidir. Disney adaptasyonunda onu bir insan çocuğundan ayırt edecek fazla bir niteliği yoktur ancak del Toro’nun kullandığı model Pinokyo’yu bir insan çocuğundan ayıracak niteliklere büyük bir önem verir. Bu farklılıklar önemlidir çünkü diğer adaptasyonlar Pinokyo’yu gerçek bir çocuk gibi göstermeye çalışırken del Toro bunu yapmaz hatta aksine vurguyu Pinokyo’nun posthüman bedenine çeker, insan ve insan olmayan arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır, onları bahsedilen eşik alanında daha da birleştirir ve posthüman araştırmalar için argüman çıkarır. Filmin kendisi bile Pinokyo’nun ilk ölümünde Ölüm karakterinin, canlı olmasına rağmen Pinokyo’nun “bir sandalye veya masadan daha canlı olmaması gerektiğini” söylemesiyle bu eşik alanına açıkça atıfta bulunmaktadır (del Toro 00:50:39-00:50:43). Araf boşluğu, Pinokyo’nun kaldığı ölümle yaşam arasındaki eşik alanı, Pinokyo’nun neden posthüman özne olduğunun somut örneğidir. Araf’ın eşikteliği buranın insan ve insan olmayan arasındaki eşik alanı olduğu yorumunu açar. Eğer bir insan, ya da Pinokyo’yu da dâhil edebilmek için daha geniş tanımıyla bir varlık, ölebiliyor ise insandır ancak Pinokyo gibi ölemiyorsa bu varlığın insan olup olmadığı tartışmaya açıktır. Bu özerk ifade hem posthümanist çalışmaların bir öznesidir hem de Guillermo del Toro’nun Pinokyo’sunun posthümanist bir eser olduğunu destekler niteliktedir.

Bunlara ek olarak filmin sonunda Ölüm’ün Pinokyo’ya babasını kurtarmak için ölümlü olup olmama konusunda seçim sunduğunda (ki film bunun onu “gerçek” bir çocuk yapacağını öneriyor) Pinokyo “gerçek” bir çocuk olmayı seçer ancak bedeni paramparça olmuş bir ahşap kukla olarak kalır (del Toro 01:38:43-01:39:49). Posthüman beden, önceden de denildiği üzere geleneksel insan anlayışının limitlerinin ötesine geçen bir öznedir ve Pinokyo’nun kırık dökük ahşap bedeni posthüman bedenin mükemmel bir örneğidir. Pinokyo’nun etten kemikten bir bedene dönüştüğü aslının ya da daha popüler olan Disney adaptasyonun aksine filmde bu ahşap bedendeyken gerçek bir oğlan olarak anılması bu yazıda şimdiye kadar bahsedilen her şeyi desteklemektedir ama aynı zamanda yeni bir sorunu da ortaya çıkarmaktadır: Ötekileştirme.

Burada bir kez daha Ağın’ın Frankenstein’ın canavarının sahip olduğu niteliklerle tanımlanmaması hatta herhangi bir noktada adlandırılmaması ve yerine yaratıcısı Victor Frankenstein yoluyla tanımlanmasının posthümanismin karşı çıktığı insan merkezli idealleri gösterdiğini tartıştığı Frankenstein üzerindeki çalışmasına değinmeliyim (Posthumanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu 94). Benzer bir durum, etimolojik olarak kökenini İtalyanca’da “çam” anlamına gelen pino kelimesinden alan Pinokyo’nun ismi için de geçerlidir. Buradaki sıkıntı Pinokyo’nun liberal hümanistler tarafından insan olmadığı düşünülen bir nesne ile tanımlanması ve dolayısıyla onu insanlara benzer şekilde tanımlanabilecek canlıdan çok bir nesne haline getirmesidir. Pinokyo’nun posthüman birey oluşu kökünün çam ağacından gelmesi ile kenara itilerek onu kendini tanımlamayı seçtiği “gerçek” çocuktan ziyade sıradan bir kukla olarak nesneleştiriyor. Bu nesneleştirme Pinokyo’nun pek çok sahnede pek çok farklı kişiden hatta babası Gepetto’dan bile gördüğü ötekileştirmenin temelini oluşturuyor.

Pinokyo’nun maruz kaldığı ötekileştirme ile karşılaşması diğer uyarlamalardaki sözümona sevgi dolu babası Gepetto’dan. Guillermo del Toro’nun Pinokyo’sunda bir gece geçirdiği sarhoş öfke nöbeti sırasında Gepetto Pinokyo’yu yaratıyor ve sabahında çatıdan Pinokyo’nun sesi gelene kadar ne olduğu veya olanların gerçek olup olmadığı konusunda da kafası karışık gibi görünüyor. Pinokyo’yu ilk defa görmesinin ardından da verdiği tepki baltasını ona doğru sağlamak hatta belki öldürmek oluyor (del Toro 00:19:50-00:19:55). Pinokyo’nun oğlu olduğunu öğrendiğinde de tereddüt dahi etmeden Gepetto onun oğlu olduğunu reddediyor (del Toro 00:20:05-00:20:12). Hemen ardındaki sahnelerde Pinokyo “şeytan” “tehdit” ve “anormal çocuk” gibi kelimelerle çağrılıyor ve yakılması, doğranması veya yok edilmesi gerektiği söyleniyor (del Toro 00:25:25-00:29:10). Bunların tamamı “öteki” fikrinden gelmektedir. Bir kez daha Ağın’ın Aydınlanma’nın insanını tanımladıktan sonra bu tanıma “öteki” olan her şeyi “canavar” ya da “doğaya aykırı” olarak tanımladığından bahsettiği, özünde bu uyarlamadaki Pinokyo’ya benzer şekilde yaratılan Frankenstein’ın canavarı hakkındaki yazısına atıfta bulunmalıyım ki bu bahsedilen mesele posthümanist eleştirinin öznesidir (Posthümanizm 109-10). Buna ekleyeceğim ve filmin de Pinokyo’nun her ne kadar aynı olmalarına rağmen neden insanların İsa’nın ahşap heykelini severken onu sevmemelerini sorması ile dikkat çektiği nokta şu: insanların onlara benzer olmayan şeylerden korktuğu fikri. Her ne kadar Pinokyo antropomorfik bir varlık gibi tasarlanmış olsa da nihayetinde o bir posthüman beden ve bu da onu farklı ve “öteki” yapıyor. Hem Ağın’ın hem de filmin dikkat çektiği insanmerkezcilik, Pinokyo’nun deneyimlediği ötekileştirmenin sebebidir.

Yazımı Hayles’in şu sözleriyle bitirmek isterim: “Posthüman, insanın düşmanı veya varisi olarak değil aksine arzulanılan bir yoldaş, insana Dünya’da daha az yalnız hissetmesini sağlayacak bir bilinç olarak ortaya çıkar” (271). Gepetto’nun Pinokyo’yu sarhoş bir öfke nöbeti sırasında yarattığı doğru fakat Gepetto bunu herhangi bir sebep olmaksızın yapmadı. Oğlunu kaybetti ve hâlâ onun yasını tutarken geçirdiği kriz sırasında kendine bir oğlan yaratmaya karar verdi veya Hayles’in de dediği üzere “arzulanılan bir yoldaş, [ona] Dünya’da daha az yalnız hissetmesini sağlayacak bir bilinç” yarattı (271). Posthüman veya bu yazıdaki Pinokyo insanlığın sonunu getirmeye gelmiş bir tehdit veya şeytan değil; “post-” ön eki bunu değil insanlığı uzun süredir rahatsız eden bir konsept olan “insanmerkezci bir anlayış tarafından bilgilendirilen geleneksel hümanizm anlayışının” sonunu ifade etmektedir (Ağın, “Posthuman Ecologies” 1). Pinokyo’yu ve Frankenstein’ın canavarını düşman yapan, başkalarının gözünde onları insan benzeri nitelikler taşıyan farklı bir varlık yerine “canavar” yapan da bu insanmerkezci anlayıştır. Posthüman hep bir düşman ya da insanlığın yok edicisi ne olmalıdır ne de öyledir, aksine sadece insanlığın parçası olmak isteyen bir varlıktır.


Kaynakça

Ağın, Başak. Posthümanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu. İkinci Baskı. Siyasal Kitabevi, 2022.

Ağın Dönmez, Başak. “Posthuman Ecologies in Twenty-First Century Short Animations.” Doktora tezi. Hacettepe University, 2015.

Collodi, Carlo. The Adventures of Pinocchio. Translated by Carol Della Chiesa, Project Gutenberg, 2006, Project Gutenberg, https://www.gutenberg.org/ebooks/500, Erişim tarihi: 11 Ocak 2023.

Hayles, N. Katherine. How We Became Posthuman: Virtual Bodies in Cybernetics, Literature and Informatics. University of Chicago Press, 1999.

Nayar, Pramod K. Posthumanism. Polity Press, 2014.

Shelley, Mary. Frankenstein Ya Da Modern Prometheus. Translated by Duygu Akın, Can Yayınları, 2015.

Toro, Guillermo del, yön. Guillermo Del Toro’s Pinocchio, Netflix, 2022.

Nedim Emre Özkaş
+ posts