Bu yazı, “The Green-god: Eco-Cosmology in Tolkien’s Middle-earth” adlı doktora tezimden üretilmiş ve Türkçeleştirilmiştir.
Modern çağda doğa ile uyumun kaybolmasındaki en büyük etkenin modern bilim olduğu varsayılmaktadır. Modern bilimdeki gelişmelerle birlikte her emeğin başında makineleşme gelmektedir. Makineler sadece bireyler için iş yapmakla kalmaz, aynı zamanda insanlara doğaya tam anlamıyla hükmetme şansı verir. Modern bilim ve teknoloji ile birlikte gelen makineleşme, modern çağın en büyük sorunlarından biri olmuştur. Mekanizasyon aynı zamanda Tolkien’in endüstri öncesi bir evren olarak yaratılan Orta-dünya külliyatının olumsuz algılanmasına da yol açar. Ralph C. Wood (2003), The Gospel According to Tolkien: Visions of the Kingdom in Middle-earth adlı kitabında, Tolkien’in modern bilim ve teknolojiyi nasıl algıladığını şu şekilde açıklar: “Descartes’ın meşhur lafı ettiği gibi, modern bilimin amacı, bizleri ‘doğanın efendileri ve sahipleri’ yapmaktır. Bu yüzden Tolkien, fazla gelişmiş modern teknolojinin – tam olarak doğayı tahakküm altına alma arzusu nedeniyle – gizli bir şekilde sihir gibi görüldüğünü düşünmüştür” (29-30)[1]. Tolkien’in “Peri Masalları Üzerine” adlı makalesindeki “sihir” tanımı, Wood’un yukarıdaki alıntıda belirttiği gibi, sihrin[2] büyüden[3] hikâyelerde kullanılış amaçları bakımından farklı olduğuna işaret eder. Tolkien’e göre büyü, sanatsal bir amaç için kullanılır ve “İkincil Dünya”da[4] izleyicinin duyularını etkileyen bir biçimdir. Büyüden farklı olarak sihir, olayları manipüle etmek ve güç kazanmak için “Birincil Dünya”da uygulanan bir tekniktir (25). Bu nedenle, Tolkien’in modern bilimi bir tür sihir olarak görmesi şaşırtıcı değil. Bu bakımdan modern bilim, kimileri için bu dünyada bazı değişiklikler yapmak ve sonunda bazı şeylere (örneğin doğaya) hükmetmek için bir teknik olarak kullanılmaktadır. Ancak bu, modern bilimin saf bir kötülük olduğu ve derhal bir kenara bırakılması gerektiği anlamına gelmez. Aksine, onu kullanan ellere duyarlı bir şekilde yaklaşılmalıdır. Modern bilim ve teknolojinin yardımıyla, birçok etkili buluş dünya çapında memnuniyetle karşılanmakta ve kullanılmaktadır. Özellikle tıpta yaşanan gelişmeler, bazı hastalıkları olabildiğince ortadan kaldırmaktadır. İyileştirme kadar, nasıl ve kime karşı kullanılması gerektiği de önemlidir. Wood’un (2003) örneği konuya daha anlamlı bir yaklaşım getirebilir: “Saruman, Isengard’daki kalesini mekanik güçten bir hapishaneye dönüştürdü. Sauron gibi o da korku silahları yarattı, böylece Aulë’den öğrendiği iyi becerileri saptırdı” (30). Saruman’ın Aulë’den öğrendiği beceri, Saruman için paha biçilmez bir armağandır ve bunu Orta-dünya’nın genel durumunu daha iyi bir düzeye çıkarmak için kullanabilirdi. Ancak bunu, Orta-dünya’nın tüm güzelliklerine karşı kullanmaya karar verir ve dünyadaki yıkıcı figürlerden biri olur. Sonunda geriye kalan, “endüstriyel çorak bir arazi” ve Barad-dûr’un “ucuz bir kopyası”dır (Stanton, 2001: 58)[5].
Patrick Curry’nin Defending Middle-earth: Tolkien: Myth and Modernity (2004) adlı kitapta verdiği örnek “[K]aplanın nesli mi tükeniyor? Boşver, donmuş DNA’sını muhafaza ederiz. Daha sonra, herhangi bir yaşam alanı veya ekosistem, öğrenme, sosyalleşme veya doğal av olmadan vahşi bir hayvanı yeniden oluşturup oluşturamayacağımızı görebiliriz” (137)[6], modern bilim tarafından yürütülen bazı geleceğe dayalı süreçlerin mantıksızlığını ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Sauron ve Saruman’ın gerçekleştirdiği bu makineleşme/sihir temelli ilerlemenin, Orta Dünya’nın geleceğinde onların da tecrübe edeceği daha büyük felaketlere yol açacağı kesindir. Lynn White’ın “Historical Roots of Our Ecological Crisis” makalesinde (1996) de söylediği tam olarak budur: “Ekoloji konusunda yaptıklarımız, insan-doğa ilişkisi hakkındaki fikirlerimize bağlıdır. Daha fazla bilim ve daha fazla teknoloji bizi mevcut ekolojik krizin çözümünden çıkaramayacak” (12). Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, Tolkien’i makineleşmenin veya modern bilimin düşmanı olarak göstermek değildir. John R. Holmes’un (2014) “The Lord of the Rings” makalesinde dediği gibi, Tolkien’in “mekanizasyon” veya “makine” ile kastettiği şey, yalnızca teknolojiye karşı bir önyargı veya nefret değildir. Tam tersine, Holmes’un ifadesiyle Tolkien’in mekanikleştirmeyi reddetmesi şu şekildedir: “Tolkien’in deyimiyle, bir makineyi potansiyel olarak kötü yapan, ‘iradeyi daha çabuk etkili hale getirme’ isteğidir (The Letters 145)” (143). Bu isteğin yarattığı hırsla kafası daha da karışan modern insan, çözümü yine teknolojide bulmaya çalışsa da, “teknolojinin kolaylıkları arasında yaşadığı rahat yaşam, yabancılaşmış, boş, amaçsız ve yönsüz” hissetmesine neden olmuştur (Fromm, 1996: 32)[7].
Romantiklerle başlayan doğaya dönüş süreci, doğaya ruhsal iyileştirici rolünü atfeder. Buna karşılık, modern çağda doğa “ekonomik bir kaynak” haline gelmiştir. Dahası, “doğanın en yeni edebi versiyonu, Bill McKibben’in ‘doğa sonrası dünya’[8] olarak adlandırdığı ve doğaya olan bilinçli ihtiyacının yalnızca yüzeysel olduğu bir düzeyde yaşadığını anlayan bir toplumunkini yansıtır” (Deitering, 1996: 201)[9]. Hümanizmin de katkısıyla, insan aklını en yüce olgu ve edebi eserlere yansıyan “ego-bilinci”[10] eleştirel başarının en büyük kanıtı olarak ele almak, doğa-yazınları ve yerel edebi eserlerde ön plana çıkan “eko-bilinci”[11] göz ardı eder. Bunun sebebi ise, bu yazınların ve eserlerin “insan merkezci varsayımlara ve yöntemlere kulak vermediğindendir” (Love, 1996: 230)[12]. Tolkien, eserlerinde “eko-bilinci” yansıtmış olsa da, günümüz yazınlara ve edebi eserlere bakıldığında ego-bilinçten eko-bilince geçişte kat edilmesi gereken çok yol var gibi gözükmektedir.
Bu görünmez yolun bir yerinde, insanı merkeze alan hümanizmin önüne postmodernizmin kendine özgü ön eki getirildiğinde, organik/inorganik canlılar ile tüm evren arasındaki ilişkiyi etkileyen eleştirel bir söylem ortaya çıkmıştır. Post- öneki “insan sonrası” bir anlam oluştursa da, posthümanizm söyleminde transhüman varlığına dair bir işaret yoktur. Aksine, posthümanizm, söylem çerçevesinde günümüze kadar gelmiş “insan nedir?” sorusuna cevap olmuş kavramları yerle bir eder ve insanı merkezden uzaklaştıran bir tavır sergiler. Var olan evrensel döngü içindeki her bir varlığın (organik ya da inorganik) katkı sağladığı fikri buna yol açmıştır. Bu nedenle, kimsenin diğerine üstünlüğü olmadığı fikri, posthümanizmin merkezinde önemli bir rol oynar. Bu bağlamda Tolkien’in külliyatında hiçbir ırkın kendisini evrenin merkezine koymadığı ve her canlı/cansız varlığın kozmosa bir katkısı olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Ekolojik posthümanistlerden Shiva ve Mies gibi isimler, (her şeyin ölçüsü olarak kabul edilen) insanın doğa üzerindeki tahakkümü ve sömürüsünün her türlü canlı/cansız varlık ve insan ırkının çeşitliliğine saygı gösterilmesini engellediğini vurgulamaktadır (Braidotti, 2013: 48)[13]. Bu bağlamda bilim ve teknoloji bu gerekli saygıyı kötüye kullanmakta ve “her ikisi de yapısal ‘ötekiler’ üzerinde epistemik ve fiziksel şiddet uygulamaktadır” (Braidotti, 2013: 48). Alternatif olarak Shiva ve Mies, kozmoloji, antropoloji, post-seküler ve feminist maneviyat gibi kavramlardan yararlanarak hem insan hem de insan olmayan varlıklara saygı konusunda bütüncül bir yaklaşım benimser: “Yaşamın kutsallığına duyulan saygı, yaşayan her şeye derinden kök salmış bir saygı[dır]” (Braidotti, 2013: 48).
Daha önce de belirtildiği gibi, Tolkien, kötüye kullanılan teknoloji, bilim ve makineleşme savunucusu değil; aksine, evrenin maneviyatına bütüncül bir yaklaşımla her varlığın değeri üzerine inşa edilmiş bir dünya görüşüne sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, Tolkien bugün yaşasaydı posthümanist bir bakış açısı benimsediğini fark eder ve belki de bu bakış açısıyla ilgili bir konuşma yapabilirdi.
Tolkien’in külliyatında, her topluluk kozmik bir zincirle birbirine bağlanan insanlardan oluşur. Aynı zamanda insan olmayan varlıkların, yani ağaçların, çiçeklerin, atların, taşların, dağların ve nehirlerin de bu kozmolojinin eyleyicileri olduğu açıktır. Eyleyicilik sadece insanlara özgü bir tutum değildir. Amerikalı feminist teorisyen Karen Barad (2007), Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning adlı kitabında bunu şöyle açıklar: “Dünya, kendisinin farklı eyleyici mümkünlüklerin gerçekleştirilmesi yoluyla anlam ve biçim kazandığı açık bir maddeleşme sürecidir. Dünyanın değişen topolojileri, dinamiklerin kavramsal olarak yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılar. Dinamikler, yalnızca özelliklerin zamanda değişmesi meselesi değil, aynı zamanda farklı uzay-zaman topolojilerinin devam eden somutlaşmasında neyin önemli olduğu meselesidir. Dünya, diferansiyel maddesinde içten-etkileşimlidir. Bu dinamizm eyleyiciliktir. Eyleyicilik bir özellik değil, dünyanın sürekli yeniden yapılandırılmasıdır. Evren, oluşum sürecinde eyleyici içten-etkileşimdir” (141)[14]. Maddenin bu içten-etkileşimi, bu maddelerin veya insanlık dışı varlıkların tepkileri tarafından üretilir. Yanıt verebildikleri (veya sorumlu oldukları)[15] sürece, eyleyicilikleri mevcuttur. (Haraway, 2008: 71)[16]. Serpil Oppermann (2013), yeni materyalist teorisyenlerden Jane Bennett’in ortaya koyduğu maddelerin eyleyiciliğini ve Barad’ın vurguladığı içten-etkileşimli eyleyiciliği şöyle açıklamaktadır: “Bennett maddenin insan boyutuyla birleşerek ‘bir şeyi gerçekleştirme yeteneklerini’ (24) kabul eder. Bennett’in görüşüne göre, eyleyici materyalizm dünyada ‘öngörülemeyen’ değişiklikler yaratır (63), çünkü iddia ettiği gibi, ‘biyokimyasal-sosyal sistemler bazen beklenmedik şekilde […] öngörülemeyen gelişimsel yolları seçebilir’ (112). Bu, gerçekten insan merkezci olmayan bir görüşün işaretidir ve Bennett’in tekrar söylediği gibi, ‘insan kültürü, canlı, insan olmayan eyleyicilerle bütünleşiktir’ (108) (56)”[17]. Oppermann’ın Bennett’e atıfta bulunduğu, “bir şeyi gerçekleştirme yeteneği”, Tolkien’in külliyatında tipik bir eyleyici tutumdur. Hobbit’te büyücü Gandalf’ın asasıyla çam kozalaklarını ateşe vermesi, Yüzüklerin Efendisi’nde Bruinen Nehri’nin sularının Elrond tarafından taşması ve taşan nehrin Yüzük Tayflarını sürüklemesi, Ormanların Çobanları olan Entler, ve en önemlisi takan kişiyi kullanarak sahibine ulaşmaya çalışan Tek Yüzük, “bir şeyi gerçekleştirme yeteneğine” sahip olan maddelerin eyleyiciliğine örnektir. Bu bize Tolkien’in Elfleri, Büyücüleri, Hobbitleri veya Cüceleri ile bu evrendeki cansız maddelerin etkileşime girdiğini veya diyalog kurduğunu gösterir. Nasıl postmodernizm söyleme dayalıysa, posthümanizm de Braidotti’nin (2013) kendi ifadesiyle her şeyi maddeye dayandırır: “Savunduğum posthuman öznellik daha çok materyalist ve dirimselci, cisimleşmiş ve gömülü, bir yere sağlam bir şekilde yerleşmiştir” (51). Bu açıdan bakıldığında Tolkien’in kurguladığı külliyatın söylemden çok maddeselliğe dayalı olduğu söylenebilir.
Öte yandan, genel anlamda Aydınlanma döneminin devamı olarak kabul edilen transhümanizm, teknoloji ile insanı, insan olmayan varlıklardan üstün kılmayı amaçlar ve doğa üzerindeki egemenliğin sınırlarını zorlar. Buna dayanarak, Orta Dünya’nın Melkor/Morgoth, Sauron ve Saruman’ı transhümanist bireyler olarak adlandırılabilir. Melkor, ilk uyandıklarında bir grup Elf’i yakalar ve onlardan Orkları yaratır. Bu da transhümanizm fikriyle örtüşür çünkü transhümanizmde “insan vücudunun karbon temelli maddeselliğinin devamına dair bir inanç vardır. Bununla birlikte […] insan vücudunun, geliştirici veya zenginleştirici teknolojiler yoluyla dönüşebileceğine inanılmaktadır” (Anderson, 2017: 19)[18]. Melkor’un Ork ırkını nasıl yarattığı Silmarillion’da şu şekilde açıklanır: “Melkor’un eline düşmüş olan Quendi [Elfler], yıkılmadan evvel Utumno’da hapsedildiler ve zulmün yavaş yavaş içe işleyen hüneriyle ayartılıp kul köle edildiler; işte Melkor, Elflere hem haset duyup, hem de onlarla alay eden ve sonradan en azılı düşmanları kesilen iğrenç Ork ırkını bu şekilde yetiştirdi” (Tolkien, 2007: 116)[19]. Melkor, Utumno’nun hücrelerine hapsettiği Elfleri çeşitli işkence ve kötü muamelelere tabi tutarak onları savaşında kullanmak üzere bambaşka bir ırka dönüştürmüştür. Ancak bunu yaparken Elflerin fiziksel nitelikleri (sağlıklı ve güçlü bedenleri) korunur. Aynı şekilde, daha da ileri giderek, Saruman’ın, orkların gün ışığı altında rahat hareket edebilmelerini sağlamak için, hapsettiği kişilerle orkları çiftleştirmeye tabi tuttuğu bilinmektedir. Ağaçsakal’ın Merry ve Pippin’e verdiği bu bilgi, Saruman’ın bu yöntemi uyguladığının bir kanıtıdır: “Bizzat bir Güç olmak için entrikalar çeviriyor. Madenden ve çarklardan yapılmış bir zihni var; yetişen şeylere hiç ehemmiyet vermiyor, meğerki bir an için onun işine yarasınlar. Artık onun kara bir hain olduğu aşikâr oldu. Kötü şahsiyetlerle, orklarla ahbaplık kurmuş […] Daha da beteri: Onlara bir şeyler yapıyor; tehlikeli bir şeyler. Çünkü Isengard’lılar daha ziyade habis insanlara benziyor. Büyük Karanlık’ta zuhur eden kötü şeylerin bir alameti de güneşe tahammül edememeleridir; lakin Saruman’ın orkları nefret dahi etseler, güneşe tahammül edebiliyor. Ne yaptı merak ediyorum doğrusu? Onlar helak ettiği insanlar mı, yoksa insanlar ile orkların melezleri mi? Bu çok kara bir şer olurdu!” (Tolkien, 1999: 83)[20]. Ağaçsakal şüphelenmekte haklıdır çünkü Sauron’un orkları (ki bunlar aynı zamanda Melkor’un da orkları) gün ışığına dayanamazlar. Gölgelerde saklanmalarının ve geceleri seyahat etmelerinin nedeni de budur. Ancak Saruman, bu “eksikliği” gidermek için orkları ve insanları çiftleştirerek orklar arasında üstün bir ırk yaratmaya çalışır. Ancak bu “eksiklik” Saruman’ın da sonunu getiren bir duruma dönüşür.
Son olarak bahsetmek gerekirse, transhüman bir method ya da yaratılış, doğada var olan bütüncül işleyişi de yok eder. On dokuzuncu yüzyılda, Henry David Thoreau, Gilbert White’ın başlattığı doğa bilimiyle yoğurulmuş kırsal geleneğin halefidir. White’ın Selbourne’da yaptığı gibi, Thoreau da ABD’de Concord’da ekolojik keşifler yapar. Kansas Üniversitesi’nde profesör olan Donald Worster, Thoreau’nun White’ın pastoral-doğalcı görüşünde nasıl başarılı olduğunu açıkça göstermek için Thoreau’nun günlüklerinden ve mektuplarından alıntılar paylaşır. Worster’ın Nature’s Economoy: The Roots od Ecology adlı kitabındaki (1977) alıntılardan biri, doğanın ruhu (bütünselliği) ile ilgilidir: “‘Üzerine bastığım dünya ölü, durağan bir kütle değil,’ diye devam etti [Thoreau], ‘o bir cisim, bir ruhu var ve organik bir yapı; ruhunun tesiriyle ve o ruhun içimdeki zerresiyle akışkan’” bir yapıya sahip (79)[21]. Thoreau, mekanik doğa anlayışıyla birlikte on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru kaybolduğuna inanılan doğanın ruhunu hem arar hem de ona inanır. Doğanın ruhunun pastoral doğa bilimciler için neden çok önemli olduğu da başka bir kritik sorudur. Worster (1977), Thoreau’nun bir şekilde bu soruyu yanıtladığını göstermek için günlüklerinin birinden tekrar bahseder: “Doğadaki bu hayati enerji duygusu olmadan insan, kendi bedeninin soğuk, hareketsiz kütlesinden bile kopmuş bir uzaylı gibi durur” (80).
Tolkien’in Orta Dünya’sındaki ork ırkı, bu tür bir yabancılaşma ve doğadan gelen yaşamsal enerjinin yokluğu üzerinden incelenebilir. Öyle ya da böyle, Orta Dünya’daki tüm ırkların doğa ile bir bağlantısı vardır. Bununla birlikte, Campbell (2014) “Nature” adlı makalesinde, “doğanın kuşatma altında olduğu ıssız yerlere” sıralananların Orklar olduğunu söyler (436)[22]. Ekolojik sistemin bir dereceye kadar kısıtlandığı veya bloke edildiği topraklar, yaşamsal enerji veya ruh doğası açısından da kısıtlanacaktır. İşte bu yüzden, Orkların Orta Dünya’daki meskenleri, ruhun veya enerjinin içinden çıkmanın bir yolunu bulamadığı yerlerdir. Böyle bir yerde birey ya da canlı, kendisini doğaya ya da ait olduğu ekolojik sisteme bağlayamaz. Bu kopukluk, Thoreau’nun yukarıda bahsettiği yabancılaşmayı da beraberinde getirir. Thomas Honegger’in (2004) “From Bag End to Lórien: The Creation of a Literary World” adlı yazısında da bahsettiği gibi, orkların, yabancılaşmış ve şeytani yaratıklar olarak, anavatanları yoktur: “Orklar, özgür halkların (insanlığın) en az durağan olanlarının aksine, çevreleriyle yaratıcı etkileşime girmezler. Anavatanlarından hiç bahsedilmez – eğer böyle bir şey varsa – ve çevreleriyle olumlu etkileşime girememeleri onlar için tipik bir davranıştır. Tek başarabildikleri, ele geçirdikleri yerleri yıkmak ve yok etmektir” (77-8)[23]. Alıntıda da görüldüğü gibi, Orkların Orta Dünya’ya yıkım getirdikleri ve doğa ile bağlarını kopardıkları bilinmektedir.
Dahası, yabancılaşmış konumları, vatanlarının olmamasıyla güçlenir. Hiçbir yere ait değillerdir ve yeryüzünde kökleri yoktur. Aynı zamanda “Melkor’un ikincil yaratımları” oldukları için (Honegger, 2004: 77), Thoreau’nun tabiatla bağını kaybetme durumu olarak adlandırdığı “inorganik” cisimler olarak etiketlenebilirler (Worster, 1977: 80). Bu durum, Orkların transhümanist bir yöntemle yaratıldığı gerçeğiyle de kanıtlanmaktadır.
[1] Çeviri tarafıma aittir. Aksi iddia edilmediği sürece de bu şekildedir.
[2] Magic
[3] Enchantment
[4] Secondary World
[5] Stanton, Michael N. (2001). Hobbits, Elves and Wizards: Exploring the Wonders and Worlds of J. R. R. Tolkien’s The Lord of the Rings, New York, Palgrave.
[6] Sayfalandırma bana aittir.
[7] Fromm, Harold (1996). “From Transcendence to Obsolescence”, The Ecocriticism Reader: Landmarks in Literary Ecology, edited by Cheryll Glotfelty and Harold Fromm, Athens, The University of Georgia Press, 30-39.
[8] Postnatural world
[9] Deitering, Cynthia (1996). “The Postnatural Novel”, The Ecocriticism Reader: Landmarks in Literary Ecology, edited by Cheryll Glotfelty and Harold Fromm, Athens, The University of Georgia Press, 196-203.
[10] Ego-consciousness
[11] Ecoconsciousness
[12] Love, Glen A. (1996). “Revaluing Nature”, The Ecocriticism Reader: Landmarks in Literary Ecology, edited by Cheryll Glotfelty and Harold Fromm, Athens, The University of Georgia Press, 225-240.
[13] Braidotti, Rosi (2013). The Posthuman, Cambridge, Polity Press.
[14] Barad, Karen (2007). Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning, Durham & London, Duke University Press.
[15] Respond/responsibility
[16] Haraway, Donna J. (2008). When Species Meet, vol. 3, London, University of Minnesota Press.
[17] Oppermann, Serpil (2013). “Material Ecocriticism and the Creativity of Storied Matter”, Frame: Journal of Literary Studies, vol. 26, no. 2, Nov., 55-69.
[18] Anderson, Nicole, (2017). “Pre- and Posthuman Animals: The Limits and Possibilities of Animal-Human Relations”, Posthumous Life: Theorizing beyond the Posthuman, edited by Jami Weinstein and Claire Colebrook, New York, Columbia University Press, 17-42.
[19] Tolkien, J. R. R. Silmarillion. Translated by Berna Akkıyal, 7th ed., İstanbul, İthaki, 2007.
[20] Tolkien, J. R. R. Yüzüklerin Efendisi: İki Kule. Translated by Çiğdem Erkal İpek, 4th ed., vol. 2, İstanbul, Metis Yayınları, 1999, 3 vols.
[21] Worster, Donald (1977). Nature’s Economy: The Roots of Ecology, San Francisco, Sierra Club Books.
[22] Campbell, Liam (2014). “Nature”, A Companion to J. R. R. Tolkien, edited by Stuart D. Lee, West Sussex, Wiley Blackwell, 431-445.
[23] Honegger, Thomas (2004). “From Bag End to Lórien: the Creation of a Literary World”, News from the Shire and Beyond: Studies on Tolkien, edited by Peter Buchs and Thomas Honegger, 2nd ed., Zurich, Walking Tree Publishers, 59-81. Cormarë Series 1.