Yapay Yaşam Formlarının Oluşturulması ve Gotik Edebiyatta “Canavar” Teması

Bu makale, yazarın, Doç. Dr. Başak Ağın danışmanlığında hazırladığı ve 2021-22 Akademik yılında TED Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından lisans mezuniyet projesi olarak kabul edilen tezinin Türkçe çevirisidir. Redaksiyonu Barış Ağır üstlenmiştir.

Önsöz

Yunanca “küçük adam” anlamına gelen Homunculus, simya yazıtlarında yapay bir yaşam formuydu. Bu yazılara göre Homunculus, insan sperminin bir hayvanın rahminde döllenmesi sonucunda doğmuş küçük bir yapay insan gibiydi. Ancak, tarihte yapay yaşam formları yaratma fikrinin ortaya çıktığı tek zaman bu değildi. On dokuzuncu yüzyılda, Charles Darwin’in evrim teorisi ve bilimin artan popülaritesi, birçok bilim insanı ve yazarı ölü bedenleri diriltme veya yeni bir yaşam formu yaratma fikriyle ilgilenmeye yöneltti. Darwin’den önce Luigi Galvani’nin biyoelektromanyetik keşfi, on sekizinci yüzyılda zaten popülerlik kazanmış olan ölü hayvanları canlandırma olasılığına ilişkin teorisini güçlendirdi. Yaygın olarak Galvanizm olarak bilinen bu teori, ölü hayvanların vücutlarına elektrik verilerek kasların tekrardan hareket ettirilebileceği fikrini ön plana çıkarmıştır. Tüm bu gelişmelerin kökleri, toplumun doğaya, bilime, dine ve insan kavramına bakış açısını kökten değiştiren Aydınlanma Çağı’na dayanmaktadır. Bu yeni toplum anlayışı edebiyatta, Viktorya döneminde zirveye ulaşan ve yirmi ve yirmibirinci yüzyıllar boyunca devam eden ve Romantik dönemin buluşu olarak kabul edilen Gotik edebiyatında içinde bulunduğu yeni ve alt türlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Horace Walpole’un Otranto Şatosu (1764) ve Ann Radcliffe’nin Udolpho’nun Gizemleri (1794) gibi öykülerin yazıldığı Gotik edebiyatın ilk örnekleri bugün klişe olarak kabul edilen labirent koridorlarla çevrili bir kale olan kasvetli, karanlık ve gizemli doğaüstü mekanlarda geçerken, Romantik, Viktoryen ve Amerikan Gotik kurguları, çılgın bilim insanı, ikinci benliğin psikolojik keşfi veya diriltme konusundaki biyomedikal takıntı gibi başka unsurlarla daha fazla ilgilenmiştir. Mary Shelley’nin romanı Frankenstein veya Modern Prometheus (1818), Robert Louis Stevenson’ın kısa romanı Dr. Jekyll ve Bay Hyde (1886) ve H. P. Lovecraft’ın kısa hikayesi “Herbert West – Diriltici” (1922) gibi eserler yeni dünya düzenini insanların hayal gücüyle birleştirdiler. Gotik türündeki çeşitli tema ve motiflerin gelişmesine neden olan bilimsel ve tıbbi gelişmeler göz önünde bulundurularak, bu tez Mary Shelley’nin Frankenstein veya Modern Prometheus, Robert Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Bay Hyde ve ve H. P. Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici” eserlerini karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Bu karşılaştırma, bilimsel teorilerin Gotik edebiyat üzerindeki etkilerinin yanı sıra Faust’un simya ve karanlık sanatları konu edinen önceki dönem edebi eserlerin etkilerini vurgulamaktadır.

Yaratılış Miti ve Darwin’in Evrim Teorisi

Darwin’in evrim teorisiyle birlikte insanın yaratılış hakkındaki toplumsal bakış açısı tamamen değişti. Bir doğa bilimci olan Darwin, yaşayan her canlının daha önce var olan başka bir türün mutasyona uğramasıyla doğmuş olduğunu ve sadece doğal seleksiyona uyum sağlamış olanların hayatta kaldığı fikrini ileri sürdü. Darwin’in teorisi, yaratılışın kaynağını ruhani veya mistik yollarla açıklamaya çalışan eski mitlerin aksine, bilimsel gözlemlere dayanıyordu. Bilimsel yenilikler Darwin’in teorisini ispatlarken, evrim fikri de ister istemez dönemin aydınlarının dinden çok bilime ilgi duymalarına neden olmuştur. Darwin’in Evrim Teorisi’nin temelinde “canlı türler zamanla değişir yeni canlı türlerin oluşmasını sağlar ve hepsi ortak bir ataya sahiptir.” (Khan Academy) ve doğal seçilim hangi türlerin devam edip, hangilerinin neslinin tükeneceğini belirler. Darwin’in evrim teorisinin Gotik edebiyat üzerinde belirgin etkiler vardır. Örneğin Frankenstein’da Victor, insanlara benzer yeni bir tür yaratmaya çalışır, “Herbert West – Diriltici”de, Herbert yaptığı deneyinin boşuna olduğunu düşünenlerin dar görüşlü olduğunu belirtir. Ona göre bu kişiler ya Püriten’dir ya da Darwinizm karşıtı bir duruş sergileyerek evrim kavramını reddedenlerdir (45).

Öte yandan din ve mitler de bu Gotik eserlere ilham kaynağı olmuştur. Her bir din veya mit insanların nasıl ve neden var olduklarını açıklamak için kendine ait yaratılış anlatılarına sahiptir. Bu yaratılış mitleri, Mary Shelley ve H. P. Lovecraft gibi Gotik edebiyat yazarlarına ilham vermiştir. Önemli yaratılış mitlerinden biri olan antik Yunan mitolojisinde yaratılış efsanesi hali hazırda Frankenstein veya Modern Prometheus kitabının başlığında bile doğrudan bulunmaktadır. Yunan mitolojisindeki efsaneye göre Prometheus kili tanrılara benzer şekilde şekillendirir ve insanlığı kilden yaratır. Bu nedenle, bilimi kullanarak ölü insanların bedenlerinden yeni yapay yaşam formunu yaratan Frankenstein modern Prometheus olarak adlandırılmıştır. Zeus Prometheus’un insanları yarattığını öğrendiğinde tanrılara benzeyen bir yaşam formunun var olması fikri onu sinirlendirir. Zeus, insanlıktan nefret eder ve yemeklerini Olimpos Tanrılarına sunmalarını emreder. Bu durum, insanlığı Olimpos tanrılarından ve tanrıçalardan daha çok seven Prometheus’u Hephaestus’tan ateşi çalmaya ve insanlığa bir hediye olarak vermeye yönlendirir. Bu ateş, Mary Shelley’in Frankenstein eserinde de sembolize edilerek kullanılır. Canavar ateşi bulduğunda ve onun ne olduğu anladığında, ateşin önce eğlenceli, güzel bir şey olsa da sonradan acı verici olduğunu iddia eder (120). Frankenstein’daki ateş sembolü Prometheus’un Tartaros’da cezalandırılmasına neden olan hediyesini kastetmektedir. Bu yüzden ilk olarak ateşin güzel olduğunu düşünen canavar, hediyenin cezası olarak acıyı daha sonra hisseder. “Herbert West – Diriltici” hikayesinde anlatıcı “Sonra Tartaros’un kâbus mağaralarından, sırıtan, ölümcül bela geldi” (45) sözüyle tifo salgınını Tartaros mağaralarından gelen bir belaya benzeterek Yunan mitolojisindeki cehennemin en dip kısmı olan Tartaros’tan söz etmektedir. Ateş gibi, tifo da yeni cesetlerin olmasından dolayı Herbert West için hem bir hediye hem de bir ceza gibidir, ş ancak çalışmaktan dolayı deneylerini gerçekleştiremez.  Bu durum “ortalık taze numune doluyken, kendisi yasaklanmış araştırmalarını sürdüremiyordu!” (45-6) sözleriyle ifade edilir.  Bu alıntı, kolayca çalabileceği ve üzerinde deney yapabileceğin birçok ölü beden varken deneylerini yapamayacağını kanıtlamaktadır. Dolayısıyla, Prometheus ve Yunan Yaratılış mitinin hem Frankenstein‘ı hem de “Herbert West – Diriltici”yi etkilediği açık şekilde görülmektedir. Mary Shelley’nin Frankenstein‘ında, Prometheus dışında John Milton’ın Kayıp Cennet (1667) adlı eserindeki yaratılış efsanesinden de bahsedilmiştir ve iki eser arasında benzerlikler bulunmaktadır. Canavarın okuma yazma öğrenirken okuduğu üç kitaptan biri Milton’ın Kayıp Cennet isimli kitabıdır. Shelley’nin bu kitabı seçmesinin olası nedeni, Âdem’in ve canavarın acıları arasındaki benzerliklerdir. Örnek olarak, Kayıp Cennet kitabında Âdem Tanrı’ya “Ey yaratan, ben mi istedim, çamurumdan beni, insanı yoğur diye? Ben mi yakardım sana karanlıktan beni çıkart diye?” (Milton, satırlar 743-745) sorusunu yöneltir. Âdem’in Tanrı’yı kendisini yarattığı ve cezalandırdığı için sorguladığı gibi canavar da yaratılışı ve terk edilmesiyle ilgili olarak Frankenstein’ı sorgular. Milton’ın kitabındaki satırların birebir aynısı Mary Shelley’nin kitabına da alıntılanmasından dolayı Frankenstein’ın Kayıp Cennet eserinden doğrudan ilham kaynağı olduğu görülmektedir. Ayrıca Frankenstein, cesetleri canlandırmada ve yeni bir tür yaratmada Tanrı rolünü üstlenir. Bilinmeyeni keşfetme arzusu, Kayıp Cennet‘teki yasak elmanın yenmesine benzer. Tıpkı Havva’yı yasak meyveyi tatmaya ve ilk günahı işlemeye kışkırtan Şeytan karakteri gibi Frankenstein’ın Ingolstadt’taki profesörleri, M. Krempe ve M. Waldman, Victor’u canavarı yaratması için dolaylı olarak ikna eder. Frankenstein’ın canavarı diriltmesinin ardından canavar, onun ve sevdiklerinin ölümüne neden olan cezası haline gelir. Yasaklanmış bilgiye duyulan açlık ve bilgiye ulaşılmasının ardından alınan ceza kavramları Marlowe’un Faustvari kahraman teriminin doğmasına sebep olan kitap Doktor Faustus’da da görülmektedir. Ancak, bu tezin ilerleyen bölümlerinde değerlendirilecek olan Faustvari kahraman kavramına geçmeden önce, Shelley, Stevenson ve Lovecraft’ın eserlerine ilham kaynağı olarak incelenmesi gereken homunculus, Galvanism ve intikam gibi başka kavramlar da bulunmaktadır.

Homunculus ve Yapay Yaşam Formu

Shelley’nin Frankenstein, Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde ve Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici”’ eserlerine baktığımızda yapay yaşam formlarının bir kadına ihtiyaç duymaksızın erkekler tarafından üretildikleri görülür. Paracelsus’un simya kitaplarında bu yapay canlıya “homunculus” ismi verilmiştir. Dokuz kitabın birleştirilmesi sonucu oluşan De natura rerum (MÖ 99-55)’da “homunculus” adı verilen bu yapay yaşam formunun simya ile yaratılabileceği iddia edilmiştir. Bu “küçük adam” doğması için bir hayvan rahmi ve insan spermine ihtiyaç duyuyordu. Ancak Amadeo Murase’ye göre homunculus, Giambattista della Porta’nın fizikteki doğal güçler hakkındaki bilimsel çalışmasının odaklandığı magia naturalis‘in (Doğal Büyü) “hayal ürününe” ve “inancına” dayanmaktaydı. Murase, Paracelsus’un inanç ve hayal gücünü kullanarak herhangi bir ruha büyülü bir görünüş verme olasılığını gösterdiğini iddia eder.  Homunculus analizlerine Paracelsus’un Liber de imaginibus adlı eserine atıfta bulunarak devam eder ve homunculus’un bir insan imgesi olarak içinde “gizli bir insan doğası” (54) barındırması nedeniyle mükemmel bir şekilde insan olarak performans gösterebileceğini savunur. Saklı bir insan doğasını içeren bu insan imgesi, Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde adlı eserinde de görülmektedir.            

Kitabın son kısmı olan “Henry Jekyll’ın Olayla İlgili Tüm Açıklaması” bölümünde, Jekyll, Freud’un ego kavramı olarak da kabul edilen, bastırılmış içgüdüsünü açığa çıkarmak için başka bir beden yarattığını iddia eder. Bu küçük beden ne ölü bedenlerden, insan sperminden veya hayvan rahminden değil Dr. Jekyll’in kendi bedeninden yapılmıştır. Dr. Jekyll bilim ve simya bilgilerini kullanarak, insanlara eziyet etmekten hoşlanan ufak ama bir o kadar kötü biri olan Bay Hyde’a dönüşür. Dr. Jekyll’in suretindeki ufak adam Bay Hyde, Paracelsus’un homunculus’u ile benzerliklere sahiptir. Bay Hyde’ın kısa boylu olmasının nedeni, Jekyll’ın şeytani içgüdülerini bastırılmasından kaynaklı olarak hayatının büyük bir bölümünde iyi bir adam olması ve çok fazla kötülük yapmaması olsa da Bay Hyde’ın görünüşü homunculus’a benzer, ufak tefek bir adam olarak tanımlanır. Benzer şekilde, Bay Hyde, homunculus tanımındaki gibi “gizli bir insan doğası” olan Dr. Jekyll’in bastırılmış içgüdülerinin bir görüntüsü olarak yaratılmıştır. Bu tasvir, Carl Jung’un “antroparion” imgesiyle paralellikler göstermektedir. MS 3. yüzyılın sonu ile 4. yüzyılın başı arasında yaşayan Panopolisli Zosimos, Mısırlı bir simyacıydı ve simya hakkında birçok eser yazmıştı. Bu eserlerden biri, Visions of Zosimos, Zosimos’un rüyaları hakkındaydı. Rüyalarından birinde Zosimos, kendisinin tam zıttı haline dönüşen rahip Ion’la, Yunanca’da insan özelliklerini içinde barındıran bir yaratığı ifade eden bir antroparion ile tanışır. Bir dipnot olarak Jung, antroparion teriminin “simya literatüründe ilk kez ortaya çıkan” (60) “homunculus kavramı”na atıfta bulunduğunu iddia eder ve bu antroparion Stevenson’ın kısa romanında Dr. Jekyll’ın karşıt kişiliği Bay Hyde olarak gözükür. Ancak homunculus kavramını içeren tek gotik eser Dr. Jekyll ile Bay Hyde değildir.            

Dr. Jekyll kendi benliğinin suretine dönüşmesine rağmen, Mary Shelley’nin Frankenstein veya Modern Prometheus romanında ve H. P. Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici” kısa öyküsünde, Herbert West ve Victor Frankenstein ölü bedenlerden yeni ve yapay yaşam formları yaratırlar. Paracelsus’un doğal güçleri kullanarak bir ruha beden verme fikrinden önce Aristoteles’in doğal ve yapay ürünler fikri hali hazırda var olmaktaydı. Aristoteles, Fizik adlı kitabında doğal ve yapay ürünler arasındaki farkın “’bazı dış etmenlerde’ (ἐν ἄλλοις καὶ ἔξωθεν)” üretilip üretilmemiş olmasına bağladı (108-109). Bu “dış etmenler” fikrine göre, yapay bir ürünü üretebilmek için “dış etmen” olacak bir marangoza ihtiyaç vardır (Grafton 323). Hem Mary Shelley’nin romanında hem de H. P. Lovecraft’ın kısa öyküsünde Herbert West ve Victor Frankenstein, canavarlarını yaratmak için dış etken olarak hareket eden bir marangoz rolünü oynarlar. İşte bu yüzden bu marangozların yarattığı canlılar, Paracelsus’un homunculus tasvirindeki gibi, insan gücü ve tabiat ilkeleriyle yaratılan yapay canlılara dönüşürler. Ek olarak, “Herbert West – Diriltici” hikayesinde, doğal ve yapay ürünler arasındaki farkları da “hayvanlar üstünde yaptığı tüm deneylerin başarısız olması, doğal ve yapay yaşam devinimlerinin birbiriyle uyumsuz olduğunu anlamasını sağladı” (2) sözleriyle vurgulamaktadır. Bu alıntı Anthony Grafton’ın fikrine atıfta bulunmaktadır ve Herbert West’in bulduğu çözümün ölü bedenler için uygun olmadığını gösterir çünkü yapay ürün bir “dış etken” gerektirir ve Herbert West’in bu deneyleri bir “dış etken”den yoksundur.             Homunculus kavramının yanı sıra, çeşitli mitoloji ve dinleri kullanarak suni yaşam yaratmayı deneyen başka yaratıklarda vardır. Bunlardan bir tanesi Frankenstein’ın canavarına ilham veren ve eski Yahudi efsanelerinde ve Babil Talmud’unda görülen Golem’dir. Homunculus’un aksine, Golem bir rahimden çıkmamış, çamurdan yaratılmıştır. Bu çamur, Victor Frankenstein’ın canavarını yaratmak için mezarlıktan topladığı cesetlerle benzerlikler içerir. Frankenstein, kil veya çamur yerine, insan suretinde bir yaratık yaratmak için et parçalarını birleştirerek Yahudilerin Golem’ine benzeyen bir canavar yaratmış olur.         

Frankenstein’ın canavarının görünüşü, özellikle boyut açısından, Yahudi Golem ile benzerlikler taşır. İkisi de herhangi normal bir insanın olabileceğinden çok daha büyük ve güçlülerdir. Shelley’nin romanında Victor Frankenstein, yapay yaşam formunu yaratma hızını artırmak için bu canavarı devasa bir biçimde yaratmıştır ve “parçaların inceliği hızıma büyük bir engel teşkil ettiğinden, ilk niyetimin aksine, varlığı devasa, yani yaklaşık sekiz fit yüksekliğinde ve orantılı olarak büyük yapmaya karar verdim.” (Shelley 54) demiştir. Sonuç olarak, Frankenstein, Percy Bysshe Shelley’nin 1810 yılında yazılan ancak 1877’de yayınlanan “The Wandering Golem” [Gezgin Golem] şiirinde de bahsedilen bir tür Golem yaratır. Stephen Bertman (46-47), canavarın konuşmasının Percy Shelley’nin şiirindeki monolog konuşmasına atıfta bulunduğunu savunarak, bu şiirin Mary Shelley üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğuna dikkat çeker. “The Wandering Jew’s Soliloquy,” [Gezgin Yahudi’nin Tiradı] şiirinde Gezgin bir Yahudi olan Ahasuerus, Tanrı tarafından haksızlığa uğrar ve bu karakter, şiirde Mary Shelley’nin canavarı yaratmak için Tanrı’nın rolünü üstlenmiş Victor Frankenstein tarafından haksızlığa uğrayan canavarına benzer bir rol oynar (Landrus 14). Percy Shelley’nin şiirinin son iki mısrasında, Ahasuerus “Ey Zalim! Şükranlarımı sunuyorum sana / İyice içiyorum nefretin kökünü kurutmak için; sen günahlarını çıkar – ben ise ölüyorum.” (Satırlar 29-30) sözlerinde nefretini gösterirken Tanrı’yı zalim bir canavar olarak göstermiştir; benzer şekilde Frankenstein’daki canavar da yaratıcısı Victor Frankenstein’ın yol açtığı adaletsizlikten dolayı isyan etmiştir. Ahasuerus’un Tanrı tarafından haksızlığa uğramasının sebep olduğu yakarışlarına benzer şekilde, “Ne sanıyorsun? (…) O zamanlar acı ve pişmanlığa karşı hissiz olduğumu mu? (…) Yüreğim sevgi ve şefkat barındırmak için yapılmıştı; acılarla burkulup kötülüğe ve nefrete sürüklendiğinde, bu değişimin şiddetini ızdırapsız atlatmadım, hem de senin hayal bile edemeyeceğin ızdıraplar çektim.” (278) sözleriyle yakarışta bulunmuştur. Her iki tiradın sonunda, Ahasuerus ve Frankenstein’ın canavarı ölme isteklerini gösterir, bu nedenle Matthew D. Landrus haklı olarak Mary Shelley’nin, Frankenstein’ın canavarının son tiradında Percy Shelley’nin şiirindeki tirada atıfta bulunduğunu iddia eder. Böylece Mary Shelley, Frankenstein‘ı yazarken homunculus’un yanı sıra Yahudi efsaneleri ve Golem’den de ilham almıştır.            

Yeni ölmüş cesetlerin toplanması fikri H. P. Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici” başlıklı kısa öyküsünde de geçmektedir. Herbert West’in amacı, yeni bir canavar yaratmaktan çok ölmüşleri diriltmektir. West, hayatın ruhsal değil, fiziksel ve kimyasal bir süreç olduğuna inanır ve ruh fikrini reddeder (2). Bu nedenle ruh fikrimi umursamamış ve Frankenstein gibi başka bir yaşam formu yaratmaktansa ölüyü dirilterek “ruhu” sahibine geri getirmeye çalışmıştır. Yine de bu kısa hikâye, Dr. Jekyll gibi bir insan imajı ile Victor Frankenstein gibi bir canavar yaratmak arasında bir çizgidedir. “Herbert West – Diriltici”’de Herbert West, tıpkı Frankenstein gibi cesetleri toplayarak onları diriltme yolunu izlemiş olsa da oluşan bu yeni yapay canlılar hikâyenin sonunda Herbert West’i öldüren kötü figürlere dönüşür ve bu kötü yaratıklar, masum insanları öldüren Bay Hyde gibi “gizli insan doğasına” sahiplerdir.

Galvanizm ve Ölümsüzlük İksiri

Gotik hikayeler gerçeklik ve doğaüstü arasında bir dengeye sahiptir. Bu denge, bilimsel yeniliklere duyulan hayranlık ile bilinmeyeni keşfetme takıntısının geriliminden ortaya çıkar. Sonuç olarak, Gotik yazarlar hem yaşadıkları dönemlerin icatlarından hem de toplumun bilinmeyene duyduğu korkulardan ilham almıştır. Aydınlanma Çağı ile, bilimsel yeniliklerin sayısı artmış ve bu yenilikler de edebiyata yansımıştır. Bir doktor olan Luigi Galvani, elektrik verilmesiyle ölü bedenlerdeki kasların tekrar hareket ettirilmesi fikri ile çok ilgileniyordu. Galvani’nin kurbağalar üzerindeki çalışmaları Galvanizm teriminin yaratılmasına neden oldu. Bu teoriye göre, sinirlerdeki elektriği aktive etmek, ölü bedenlerin kaslarından beyine elektrik gitmesini sağlayarak beyin iç çekirdek ve sinirler arasında bir elektrik akımı ürettiğinden, ölü bedenleri yeniden canlandırmak mümkün olabilir (Parent 577). Galvani’nin ölümünün ardından deneylerini yeğeni Giovanni Aldini üstlenmiş ve seyahatleriyle Galvanizm fikrinin Avrupa’da yaygınlaşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla Mary Shelley, kocası Percy Bysshe Shelley ve arkadaşları Lord Byron Galvanizm fikrinden haberdarlardı. Messrs Colburn ve Bentley tarafından yeniden yayınlanan Frankenstein‘ın önsözünde şu cümleler yer almaktaydı:

Lord Byron ile Shelley arasındaki uzun konuşmaları, istekle takip eden sessiz bir dinleyiciydim. […] Dr. Darwin’in deneyleri hakkında konuşurlardı […] Belki ölü bir beden tekrar canlandırılabilirdi ve Galvanizm bunun için bir mihenk taşıydı. Belki de bir canlıyı oluşturan parçalar üretilebilir, bir araya getirilebilir ve yaşamsal bir sıcaklıkla donatılabilirdi. (The Guardian)

Percy Shelley ve Lord Byron arasındaki konuşmayı dinledikten sonra Mary Shelley, ünlü romanı Frankenstein‘ı yazmasında etkili olacak olan bir kâbus gördü. Mary Shelley’nin Frankenstein romanında Victor, doğa felsefesi, kimya ve yapay insan formu yaratmayla ilgi duymasına neden olan doğa felsefesi profesörü M. Krempe ve kimya profesörü M. Waldman ile tanışmadan önce Cornelius Agrippa ve St. Albertus Magnus’un öğretilerinden çoktan etkilenmişti. Romandan Victor Frankenstein’ın sözlerine işaret eden aşağıdaki alıntı, Mary Shelley’nin Galvanizm ve yukarıda da bahsedildiği gibi simya ve homunculus ile ilgili notlar kaleme alan Paracelsus’tan haberdar olduğunu ve ondan etkilendiğini kanıtlamaktadır:

Bundan önce elektriğin daha çok bilinen yasalarıyla tanışmamıştım. Ancak bu sefer yanımızda doğa felsefesinde büyük araştırmalar yapmış bir adam vardı ve bu felaketten galeyana gelerek, elektrik ve galvanizm konusunda ortaya attığı, benim için yeni ve merak uyandırıcı bir teoriyi açıklamaya girişti. Tüm söyledikleri Cornelius Agrippa, Albertus Magnus ve Paracelsus’u tamamıyla gölgede bıraktı. (Shelley 74)

Lovecraft’ın kısa hikayesi, “Herbert West – Diriltici”’de anlatıcı, West’in ölü bedenleri diriltme amacınıniki nedeni olduğunu söyler: “bunlardan biri beyin olmadan, sadece omurilik ve çeşitli sinir merkezleri vasıtasıyla bilinçli ve mantıklı eylemlerde bulunup bulunamayacağıydı; diğeriyse tek bir canlı organizmaya aitken cerrahi yöntemlerle ayrılan parçalar arasında, maddesel hücreler dışında herhangi bir ruhsal, gayri cismani bağ olup olmadığıydı” (Lovecraft 63).West ruhun varlığına inanmıyordu ancak insan vücudunun bir makine gibi ve sisteminin de beyin olduğuna inanıyordu. Bu durum, Galvani de beyni yeniden etkinleştirmeye odaklandığından, Luigi Galvani’nin ölü hayvan bedenlerini yeniden canlandırma amacına benzemektedir. Bu nedenle, Galvanizm’in H. P. Lovecraft’ın kısa hikayesi, “Herbert West – Diriltici”yi etkilemiş olduğu görülmektedir. Bu hikâyede ana karakter olan Herbert West, tıpkı Galvani gibi hayvanların vücutlarını diriltebilmek için farklı hayvan türleri dener. Ancak Lovecraft, West karakterini elektrik vererek değil, ölü bedene ilaç enjekte ederek diriltmesi amacıyla kurgulamıştır. Bu ilacın ne yaptığı hakkında net veya mantıklı bir açıklama olmasa da sinirlerin içinde bir elektrik akımı üretmek için beyni aktive ettiği düşünülebilir. İlacın “hayata geri döndürme gücü”, Gotik literatürde sıklıkla görülen bir başka ortak unsur olan ölümsüzlük iksiri kavramını hatırlatmaktadır. Yaşam kaynağı olarak bilinen bu iksir aynı zamanda felsefe taşı olarak da adlandırılırdı ve Panopolisli Zosimos’un The Visions of Zosimos ve Cheirokmeta eserleri gibi birçok simya metinlerinin yanı sıra Mary Shelley’nin ilham aldığı başka bir eser olan Shelley’nin babası William Godwin’in St. Leon (1799) isimli eserinde de yer almaktaydı (Sundberg 4).

Yaşam İksiri (başka bir isimle ölümsüzlük iksiri) ilk olarak Gılgamış Destanı’nda görülmektedir. Gılgamış’ın değerli dostu Enkidu’nun ölümünün ardından, Gılgamış, Enkidu’yu diriltmek için yaşam iksirinin peşine düşer. Sonraki dönemlerde ölümsüzlük iksiri Çin mitlerinde de görülür. Örneğin, Ay tanrıçası Chang’e (嫦娥), kocası Hou Yi (后羿)’nin getirdiği ölümsüzlük iksirini içer. Bu iksiri eğer bir kişi içerse, o kişi tanrı, eğer iki kişi içerse, bu iki insan ölümsüz olduğu için, Chang’e (嫦娥) da tanrıçaya dönüşür. Bu mitlerden sonra Yaşam İksiri fikri, simyacıların filozof taşını kullanarak ölümsüz olmak için Yaşam İksiri yaratmaya çalıştıkları bir simya geleneği haline gelmiştir. William Godwin’in romanı, St. Leon’un baş kahramanı Kont Reginald ölümsüzlük iksirini ve felsefe taşını elde eder ve bunların ardında yatan sırların peşine düşer. Roman, sonsuz yaşamın bir lanet olduğu gerçeğini, kont sonsuza kadar yaşarken tüm ailesini kaybetmesiyle gösterir.  Bu nedenle Reginald “bana ölümsüz bir yaşam armağan edildi ama kendimi var olmayı hak etmeyen bir canavar olarak gördüm” (Godwin 363) der. Bu alıntıdaki fikir, Mary Shelley’nin Frankenstein  romanında da görülmektedir. Canavar dirilip insanlık tarafından kötü muamele gördükten sonra Kont Reginald ile aynı duyguları hisseder. Bu nedenle, Shelley’nin ve Lovecraft’ın eserleri galvanizm kavramını ve Yaşam İksiri fikrini içerir. Öte yandan, Lovecraft’ın kısa hikayesi “Herbert West – Diriltici”’de Herbert West’in ölü bedenleri diriltmek için kullandığı ilacın Yaşam İksiri ile benzer bir amacı vardır. Hem Herbert West’in yaptığı ilaç hem de Yaşam İksiri, Gılgamış Destanı‘nda Gılgamış’ın Enkidu’yu diriltmek için ölümsüzlük iksirini aradığı gibi, insanlığın ömrünü uzatmak ve ölüleri diriltmek için kullanılır. Gılgamış gibi Herbert West de ölüleri diriltmek için bu çözümü bulur.  Dolayısıyla ilacın kullanım amacı hem Yaşam İksiri hem de Galvanizm ile benzerlik göstermektedir. Benzer şekilde, Herbert West’in cesetlere enjekte edebileceği bu ilaç sihirli bir sıvıdır. Hikâyede bu ilaç her ne kadar bilimsel bir yenilik olarak gözükse de bu ilacın gerçekten yapılabileceğine dair herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.

Kim Bu Canavarlar ve Neden İntikam Peşinde Koşuyorlar?

Mary Shelley’nin romanı Frankenstein’da, Victor’un yarattığı yapay yaşam formu, ismi olmaması nedeni ile en başta “yaratık”, daha sonradan romanın bilinirliğinin artması ile birlikte “Frakenstein’ın canavarı” veya “canavar” olarak çağırılmaktadır. Stevenson’ın öyküsü Dr. Jekyll ile Bay Hyde’daki yaratık da Bay Hyde ismine sahip olmasına rağmen, “canavar” olarak sesleniliyordu. Lovecraft’ın kısa hikayesi “Herbert West – Diriltici”’de ise isimsiz yaratıkların hepsi tıpkı Frakenstein’ın yarattığı canlı formu gibi “canavar” şeklinde çağırılıyorlardı.  Öyleyse onları “canavar” yapan şey neydi sorusunu sormak gerekir. Teknik olarak canavar, hikayelerde büyük, korkunç ve çirkin bir yaratık veya kötü bir insan olarak tanımlanmaktadır (“Oxford Dictionary”). Bu tanıma göre, bu yaratıkların tamamı, çirkin ve korkunç görünüşlerinden ve yaratıcılarından intikam almak amacıyla yaptıkları kötü davranışlarından dolayı, bu “canavar” fikrine uyuyorlardı. Ama bu yaratıklar ne için kötü oldular, “canavar” oldukları için zaten kötüler miydi, yoksa “canavar” olarak damgalandıkları için mi kötü oldular? Frankenstein’daki yaratık, etrafındaki insanların onun büyük ve korkunç görünüşüne karşı önyargılı olduklarını düşünüyordu. De Lacey ailesinin ahırlarında saklanırken konuşmayı, okumayı ve yazmayı öğrenmişti. O kendisini bir insan gibi, ailenin bir parçası gibi görürken, aile fertleri bu korkunç yaratığı yaşlı ve kör babalarının yanında gördüklerinde onu öldürmeye çalışmışlardı. Daha sonrasında canavar tüm insanlıktan intikam alma arayışına girmiş ve Victor Frankenstein’ın ailesini teker teker öldürmeye başlamıştır. Bu şeytani davranışlarının arkasında bir sebep vardır; yaratıcısı bile onu terk etmiş, karşılaştığı tüm insanlar görünüşünden dolayı ondan nefret etmektedir, bu yüzden kendini terk edilmiş ve yalnız hissetmiştir. Victor’dan kendisine bir yol arkadaşı veya bir sevgili olacak dişi bir yaratık yaratmasını istediğinde, Victor önce bunu yapmayı kabul etmiş ancak daha sonra yaratmaya başladığı bu yeni yaşam formunu yaratığın gözü önünde yok etmiştir. Yaşanan bu olaylar Victor’dan intikam alma isteğine neden olmuştur. Canavar, William Frankenstein ve Elizabeth gibi birçok masum insanı öldürdüğü şeytani eylemlerinin nedeninin yaratıcısından almak istediği intikam arzusundan dolayı olduğunu iddia etmiştir. Sonuç olarak, Victor’un ölümü bu eylemlerinin amacını tamamlamıştır ve bu nedenle Victor’un ölümünden sonra canavar Walton’a “işim artık tamamlandı sayılır. Yaşam silsileme nokta koymak için gereken ve doğru olanın gerçekleşmesini sağlayacak şey senin ya da bir başka insanın değil, benim ölümümdür.” (Shelley 281) sözlerini sarf etmiştir. Bu sözlerinden da anlaşılacağı üzere, canavar artık hiç kimseye zarar vermeyecektir. Bu nedenle, Frankenstein’ın yaratığına görünüşünden dolayı canavar denmesi onun intikamı bitene kadar birçok insanı öldüren bir canavar olmasına yol açmıştır. Frankenstein’ın koşullar nedeniyle kötüleşen canavarının aksine Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici” öyküsünde yaratılan bu yapay yaşam formları hali hazırda kötüydüler ve yaratıcılarından intikam almayı arzulamaktalardı. Bu da gösteriyor ki, yaratıcısından intikam almaya çalışan yaratık klişesi her iki hikâyede de bulunmaktadır. Dr. Jekyll ile Bay Hyde’da bu durum Frankenstein’dekinden farklıdır. Canavar görünüşlü Bay Hyde, Dr. Jekyll’ın insanlıktan saklaması gerektiğini düşündüğü bir alt benliğidir. Bay Hyde zaten kötü bir kişiliktir ve Dr. Jekyll ise Mr. Hyde’ın bedenini kendi kötülük yapma arzuları için kullanmaktadır. Böylece, Bay Hyde’ın yaratılması, alter ego fikrinin düşülmesine neden olur. Sigmund Freud’un psikoanalitik teorisine göre kişilikler üç katmana ayrılır; “id”, “ego” ve “süperego”. “İd” insanların en ilkel isteklerini ve arzularını, “süperego” ahlakı ve “ego” ise “id” ve “süperego” arasındaki dengeyi temsil eder (Reed 1). Kyle Scarsella’ya göre Sigmund Freud’un bu fikri, Platon’un psişe hakkındaki üçlü teorisiyle benzerlikler içermektedir (11). Plato’ya göre, psişe, yani ruh, rasyonel, ruhani ve iştah uyandıran olmak üzere üçe ayrılır. Rasyonel kısım, koşulları analiz etmek, rasyonel kararlar almak ve akıllıca hareket etmekle bağlantılıdır. Bu nedenle de bu kısım zihni sembolize eder. İştah uyandıran kısım ise mideyi temsil eder ve arzular tarafından yönetilen açgözlü bir kısımdır. Bu parça, içgüdülere ve arzulara yönlendiği için Freud’un psikanalizindeki id fikrine benzemektedir. Öte yandan, ruhani kısım kalbi sembolize etmektedir, çünkü bu kısım onur ve cesaret ile ilişkili bir parçadır (OpinionFront). Scarsella ise ruhani kısmın Freud’un psikanalizindeki onuru ve kabul edilebilir olmayı arzulayan süperego’yu anımsattığını düşünür. Ona göre, içgüdüleri ve arzuları takip eden id’in tam tersidir. Aynı zamanda, ikisinin de arzuları ve istekleri kontrol eden ve karar verme mekanizması olması nedeniyle Freud’un ego fikrinin rasyonel kısma benzediğini savunmaktadır (7-8). Sigmund Freud’un teorisi, Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde adlı kısa romanından sonra geliştirilmiş olsa da romanda hem Freud’un hem de Platon’un psikoloji teorilerinin izleri görülmektedir. Dr. Jekyll’ın kendisini Bay Hyde ve Dr. Jekyll olarak ayırması id’inin sesini dinleyen alternatif bir kişilik yaratmasına neden olmuştur. Dr. Jekyll, doğasındaki bu ikiliğin vazgeçilmez olduğunu ve bu iki kişiliğin aslında onu kendisi yapan bileşenler olduğunu belirtir “Eğer düşündüklerim doğruysa sonunda varılacak gerçek, insanın değişkenliği, uyumsuzluğu ve bağımsızlığı barındıran bir yaratık olduğudur” (Stevenson 68) sözleriyle Dr. Jekyll, ilkel tarafının, yani id’ini kendi tabiatından ayırarak iki ayrı tabiat yaratmasının sebebinin, insanın şahsiyetindeki ikilik olduğunu belirtir. Dr. Jekyll’ın kendisi ve yeni ikinci kişiliği Bay Hyde, aynı insanın doğasını paylaşırlar ve bu da alter ego kavramının oluşmasını sağlamıştır. Dr. Jekyll’ın kötülük arzularından doğan bu alter ego olan Bay Hyde doğası gereği hali hazırda kötü bir karakterdir. Sonuç olarak, Stevenson’ın kısa romanında, Platon’un psişe fikrinden ve Freud’un psikanalizinde insanın ikiliğinden örnekler bulur. Jekyll, id’ini yani iştah kısmını bedeninde ayırarak kendi alter egosunun doğmasına neden olur. Romanınsonunda, Bay Hyde, Dr. Jekyll’in kontrolünü tamamen ele geçirip intihar ettiği için bu hikâye de yaratıcılarından intikam almak isteyen aynı yaratık temasıyla sona erer. Frankenstein’da, “Herbert West – Diriltici”de ve Dr. Jekyll ile Bay Hyde’da görünen bu temanın yanı sıra Christopher Marlowe’un Doktor Faustus‘undaki Faustus’un cezası gibi bilinmeyeni öğrenmek amacıyla doğaya karşı çıkma ve karşılığında da cezalandırılma teması da görülmektedir.

Yaratıklardan Yaratıcılara: Faustvari Kahraman

Alman hekim ve simyacı Johann Georg Faust’un bilinmeyene ulaşmak amacıyla ruhunu satmasını konu alan ve bir halk efsanesine dönüşen masal kitabı, Marlowe’un ünlü eseri The Tragical History of the Life and Death of Doctor Faustus veya kısaca Doktor Faustus’a ilham kaynağı olmuş ve eserin oluşmasını sağlamıştır. 1593’te Marlowe’un ölümünün ardından bu eser sahneye taşındı ve 1604 yılında Thomas Bushnell tarafından kitap haline getirildi. Doktor Faustus’da bilim insanı Faustus bilinmeyene müthiş bir ilgi duymaktadır ve bu bilgiye ulaşabilmek için İncil’de bahsedilmemesine rağmen, Hristiyan mitlerinde bulunan şeytan lordlarından biri olan Mephistopheles’e ruhunu satmıştır. Ancak Faustus elde ettiği bu büyülü güce karşılık Mephistopheles’e yirmi dört yılın sonunda kendisinden alması için ruhunu teslim etmiştir. Büyülü güçle geçen yılların ardından, oyunun sonunda Faustus, “Şeytan gelecek ve Faustus lanetlenecek. (…) Ah Lucifer, acı bana!” (Marlowe 360-61) sözlerini sarf etmiştir. Faustus bu monoloğunda, gizli bilgiye duyduğu açlıktan dolayı pişmanlığını ve bedelini ödeme günü geldiği için duyduğu umutsuzluğu göstermiştir, böylece şeytana ruhunu bağışlaması için yalvarmaktadır. Marlowe’un Doktor Faustus eserindeki bu tema daha sonra Frankenstein, Dr. Jekyll ile Bay Hyde ve “Herbert West – Diriltici” gibi eserlere ilham kaynağı olmuştur. Victor Frankenstein, Dr. Jekyll ve Herbert West bilinmeyeni öğrenmek için can atar ve yeni bir yaşam formu yaratma konusunda bilgi edinmek ve kendi hikayelerinin Prometheus’ları olmak isterler. “Herbert West – Diriltici” hikayesinde bilgiye susamışlık fikrine birçok gönderme vardır. Örneğin anlatıcı, Herbert West’in aksine, anlatıcı “ben şahsen hâlâ geleneksel insan “ruhu” kavramına ilişkin bir takım acayip fikirlere sahip olduğumdan, öldükten sonra dirilen birinin açıklığa kavuşturabileceği sırları düşündükçe heyecanlanıyordum” (41) sözleriyle ruhun varlığına inandığını ifade eder ve bu alıntıda ahiretle ilgili bilinmeyen bilgileri öğrenmeyi arzuladığını göstermektedir. Öte yandan anlatıcı yine Herbert West’in tüm eylemlerinin arkasındaki amacın bu arzu olduğunu iddia etmiştir. Anlatıcı, Herbert West’in amacını, “Herbert West’in en büyük tutkusu, bilinmeyenin karanlık ve yasak âlemlerini araştırmaktı” (49-50) sözleriyle açıklar; Herbert West’in ve Doktor Faustus’un bilinmeyene karşı duydukları arzular arasındaki benzerliği kanıtlar.  Herbert West’in yasaklanmış bilgiyi aramak istemesinin nedeni ölüleri diriltme arzusuyken, Frankenstein için bu neden Tanrılaşmak arzusuyla yeni bir yaşam türü yaratma isteğidir. Frankenstein gibi Dr. Jekyll’ın da amacı bencilcedir ve kendi şeytani arzularını yerine getirebilmek için id’ini kendinden ayırır. Fakat bu bilgiye ulaşmalarının sonunda hepsi pişman kalarak Faustus gibi cezalandırılırlar. Arzularının sonucu olarak yarattıkları yaratıklar onların sonunu getirir. Bu canavarlar, Doktor Faustus eserinde yasak bilginin edinilmesi karşılığında Faustus’un ruhunu alan Mephistopheles gibi, şeytan ile bilgi takası yapma fikrinin işareti olarak kötü olarak yaratılmış veya sonradan kötü olmuş canavarlardır.  Sonuç olarak, Faustvari kahraman kavramı, bu üç gotik eserde, yasaklanmış bilgi ve bu bilgiye ulaşmak için yaptıkları kötü eylemlerin sonucunda aldıkları ceza ile görülmektedir.

Sonuç

Aydınlanma Çağı ile bilim ve bilim insanları popülerlik kazanmaya başlamıştı. Luigi Galvani’nin Galvanizm’i ve Darwin’in Evrim Teorisi gibi bilimsel yenilikler toplumun bakış açısının değişiminde etkili rol oynamış ve toplumda ilgi duyulan konuların tamamen değişmesini sağlamıştır. Mary Shelley, Robert Louis Stevenson ve Howard Philips Lovecraft gibi yazarlar edebi eserlerini yazarken bu fikirlerden etkilenmişlerdi. Bunların yanı sıra, Yunan mitolojisindeki Prometheus gibi insanlığın kökeni hakkındaki mitler veya Visions of Zosimos’takiler gibi simya kitaplarındaki fikirler ve homunculus fikri de insanların üstündeki etkisini sürdürdü. Mary Shelley, romanına Frankenstein veya Modern Prometheus adını vererek eski mitler ile bilimsel yenilikler arasında bir köprü kurmuştur. Daha sonra, Gılgamış Efsanesi’nde Enkidu’yu diriltmek amacıyla Gılgamış’ın ölümsüzlük iksirini aramasını tekrarlarmışçasına West’in ölüleri diriltecek bir ilaç yaratma teması Lovecraft’ın “Herbert West – Diriltici” adlı eserinde Ölümsüzlük İksiri’nin görüldüğünün kanıtıdır. Tıpkı Gılgamış’ta olduğu gibi Herbert West öyküsünde de ölümsüzlüğe ulaşmaya yardımcı olan bir ilaç kavramından bahsedilir ve bu ilaç ölü bedenleri diriltmek için kullanılır. Böylece hem Shelley’nin romanı hem de Lovecraft’ın kısa hikayesi, mitleri bilimle birleştirir ve sonunda farklı amaçları olmasına rağmen ölü bedenlerin dirilmesini konu edinir.            

Frankenstein yeni bir yaşam formu yaratmanın peşindeyken, West ölü insanları hayata döndürmenin yolunu aramaktadır. Öte yandan, Herbert West ve Victor Frankenstein’ın aksine, Dr. Jekyll canavarı Bay Hyde’ı kendi vücudundan yaratırken başka bir beden kullanmamıştır. Bu nedenle hem Victor hem de Herbert deneylerinde cesetleri kullanırken, Dr. Jekyll yeni yaşam formunu yani kendi alt benliğini yaratmak için kendi bedenini kullanmıştır.            

Bu üç karakter de kendi yapay yaşam formlarını yaratmış olsalar da Victor Frankenstein’ın canavarı, en azından başlangıçta canavar ya da korkunç bir kötü yaratık değildir. Bay Hyde doğduğu andan itibaren kötüyken, Frankestein’in canavarı intikamını almak için kötülüğü seçer. Ancak sonunda, bu çılgın bilim insanlarının yarattıkları canavarların, Kayıp Cennet’teki Âdem ve Marlowe’un Doktor Faustus‘undaki Faustus gibi bilinmeyen bilgiye ulaşmanın cezası olarak yaratıcılarını ve sevdiklerini öldürdükleri görülmektedir. Sonuç olarak bu bilim insanları, kendi sonlarını getirecek canavarlar yaratmış olsalar da bu yapay yaşam formlarını yaratmak için farklı amaçlar gütmekte ve farklı yollar izlemektedir. Bu nedenle bu edebi eserlerin yazarları Shelley, Stevenson ve Lovecraft, dönemlerinin bilimsel yeniliklerinden etkilenmişler ve bunları mitler ve tarihi metinlerle birleştirmişlerdir. Dolayısıyla bu eserler bilimin Gotik Edebiyat üzerindeki etkisini göstermektedir.

Kaynakça

Aristotle. Physics [Fizik]. MÖ. 400 – MÖ. 300, Loeb Classical Library, 1957.

Bertman, Stephen. “The Role of the Golem in the Making of Frankenstein”, The Keats-Shelley Review, 2015, pp. 42-50. DOI: 10.1179/0952414215Z.00000000056

“Darwin, evolution, & natural selection”, Khan Academy, www.khanacademy.org/science/ap-/natural-selection/natural-selection-ap/a/darwin-evolution-natural-selection Erişim Tarihi: 13.05.2022.

“From the archive, 26 November 1831: The origins of Frankenstein”, The Guardian, 2012. www.theguardian.com/theguardian/2012/nov/26/mary-shelley-frankenstein-preface-1831-archive Erişim Tarihi: 11.03.2022.

Grafton, Anthony and G. Siraisi, Nancy. “Alchemy According to Farabi”, NaturalParticulars: Nature and the Disciplines In Renaissance Europe, E-kitap, Cambridge, Mass.: The MIT Press, 1999, www.hdl.handle.net/2027/heb.01588. Erişim Tarihi:  12.03.2022.

Godwin, William. St. Leon: A Tale of The Sixteenth Century. 1799, H. Colburn and R. Bentley, 1831.

Jung, Carl G. “The Texts”, Alchemy Studies, Princeton University Press, Çev. R. F. C. Hull, 1970.

Landrus, Matthew D.  Transforming a Legend: Significance of the Wandering Jew in Shelley’s Work, Eastern Illinois University, The Keep, 1996

Lovecraft, Howard P. “Herbert West: Reanimator” [“Herbert West – Diriltici”], 1922, Ithaki Yayınları, Çev. Dost Körpe, 2018.

Marlowe, Christopher. The Tragical History of Doctor Faustus. The Pennsylvania State University, 1998.

Milton, John. Paradise Lost [Kayıp Cennet], 1667, Pegasus Yayınları, Çev. Enver Günsel, 2020.

Murase, A. “The Homunculus and the Paracelsian Liber de imaginibus”. Ambix. 2020. DOI: 10.1080/00026980.2020.1720359

Parent, André. “Giovanni Aldini: From Animal Electricity to Human Brain Stimulation.” Canadian Journal of Neurological Sciences / Journal Canadien Des Sciences Neurologiques, vol. 31, no. 4, 2004, pp. 576–584.

“Plato’s Tripartite Soul Theory: Meaning, Arguments, and Criticism”, OpinionFront. www.opinionfront.com/platos-tripartite-soul-theory-explained Erişim Tarihi: 30.04.2022.

Reed, Patrick. “Id, Ego and Superego by Sigmund Freud.”, StudyMoose, 30 Nov 2016. www.studymoose.com/id-ego-and-superego-by-sigmund-freud-essay Erişim Tarihi: 29.03.2022.

Scarsella, Kyle A. “The Influence of Plato’s Tripartite Soul on Freud and Modern Psychology”, Academia, www.academia.edu/25523818/The_Tripartite_Soul_Plato_and_Freud_ Erişim Tarihi: 30.04.2022.

Shelley, Mary. Frankenstein: or, The Modern Prometheus [Frankenstein]. 1818, Alfa Yayınları, Çev. Elif Özsayar, 2018.

Shelley, Percy B. “The Wandering Jew’s Soliloquy” [Gezgin Yahudi’nin Monoloğu], 1877.

Stevenson, R. L. The Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde [Dr. Jekyll ile Bay Hyde], 1886, İthaki Yayınları, Çev. Ebru Kılıç, 2019.

Sundberg, Daniel. “A Narratological Comparison of the Morals of Herbert West and Victor Frankenstein”, Diva Portal, 2017, Linnaeus Üniversitesi.  www.diva-portal.org/smash/get/diva2:1077615/FULLTEXT01.pdf. PDF file.

Aslı Hanikaz
+ posts