Bu yazımda, çevreci beşerî bilimler için kapsayıcı, sömürücü olmayan, şiddet içermeyen, baskıcı ve zulümden arınmış bir dünya talep etmesi sebebiyle büyük önem taşıyan kuir ekolojiyi anlatmaya çalışacağım. Kuir ekoloji, yalnızca çevre hareketini değil, LGBTQIAA+’yı, kadınları, işçileri, yoksulları, ırkçıları ve daha pek çok kişiyi de barışçıl bir dünya yaratmak için desteklemektedir. Öncelikle kuir teriminin anlamına ve kuir teorisine odaklanacağım, sonra bu teorileri ve kuir ekolojiyi etkileyen bazı önemli çalışmalardan bahsedeceğim. Üçüncü kısımda ekofeminizm ile kuir ekolojiyi karşılaştırarak kuir ekolojiyi tanımlamaya çalışacağım. Yazımın son kısmında bir edebi eser örneği olarak Madeline Ffitch’in Stay and Fight (2019) adlı romanında kuir ekolojinin nasıl ele alındığına odaklanacağım.
Kuir kelimesi normal ve normalleşmeye aykırı olarak tanımlanır. Kuir, cinsel ve cinsiyet kimliklerini ve cisgender’ı da tanımlar. Lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireyler kendilerini kuir kelimesiyle tanımlayabilirler. Kuir teori, 1980’lerde ve 1990’larda cinsellik çalışmaları ve kadın çalışmalarından, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel arzu arasındaki ilişkilerin entelektüel etkileşimlerinin bir birleşimi olarak ortaya çıkmıştır. Cinsiyet ve cinselliği sosyal inşa olarak gören kuir teori, heteroseksüel arzunun standart olarak ele alınması fikrine karşıdır. Bu nedenle, kuir teori kurulu sosyal, ekonomik ve politik güç ilişkilerini ve güvence kavramlarını eleştirel bir şekilde sorgular. Bunu yaparken de, Jacques Lacan’ın psychoanalytic models of decentred unstable identity (merkezi olmayan kararsız kimlik psikanalitik modelleri) diye tanımlayacağımız modellerinden, Jacques Derrida’nın ikili kavramsal ve dilsel yapıları çözümlenmesine dair yapısökümcü metodolojisinden ve Michel Foucault’nun söylem, bilgi ve iktidar modeli gibi birçok fikri postyapısalcı teoriden ödünç alarak kullanır. Foucault’nun History of Sexuality (1976) ve Judith Butler’ın Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity (1990) adlı eserleri, kuir teorinin kurucu eserleri olarak kabul edilir ve Catriona Sandilands’ın ve Bruce Erickson’ın Queer Ecologies: Sex, Nature, Politics, Desire (2010) kitabı gibi kuir ekolojinin de kurucu eserlerini etkiler. Ayrıca, Edward Carpenter, Henry David Thoreau ve Herman Melville’in yazılarında kuir ekolojinin erken dönem kavramlarını ve insan cinselliğinin doğa ile iç içe olduğunu bulabiliriz.
İlk olarak, kuir ekoloji, insan istisnacılığı ve insanbiçimcilik fikirleriyle birlikte doğanın heteronormatif biçimde konumlandırılmasını reddeder. Buradan hareketle, “insan” ve “doğa” biçiminde ikiye ayrılmış olarak inşa edilen toplumsal yapıyı çözümler; bu ikicil kavramları yapıbozuma uğratır. İnsan/doğa, doğal/doğal olmayan ve hetero/hetero olmayan ikiliklerine göre toplum, kuirliği “doğal olmayan” olarak algılarken aynı zamanda doğanın kendisini de baskı altına alır. Yani toplum, kuir olmanın doğal olmadığını düşündüğü için kötü olduğuna inanır. Ancak toplum, “insanın doğadan üstün olduğu” düşüncesiyle çevreye zarar vermektedir. Bu ikilikler sonucunda hem eşcinsel insanlar hem de doğa zarar görür. Eşcinsel insanlar ve doğa birbirinden ayrı tutulamazlar çünkü doğayı ezen şey LGBTQ+ insanları, işçileri veya yoksulları da ezer. Catriona Sandilands kuir ekolojiyi şu şekilde tanımlar:
Evrimsel biyoloji, LGBTTIQQ2SA (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, transeksüel, interseks, kuir, sorgulayan, iki ruhlu ve destekçiler) hareketleri, kuir coğrafyası ve tarihi kadar çeşitli geleneklerden yola çıkarak, feminist bilim çalışmaları, ekofeminizm ve çevresel adaletle birlikte, kuir ekoloji çağdaş biyopolitikanın karmaşıklığını vurgular, çevre sorunlarının maddi ve kültürel boyutları arasında önemli bağlantılar kurmakla birlikte cinsiyetin ve doğanın, güç ve maddenin çoklu gidişatları ışığında anlaşıldığı eklemleyici bir pratikte diretir.
Ekofeminizm, en temel biçimiyle, erkeğin doğayla özdeşleştirdiği “aşağılanmış kadın” karşısında kendisini “akıl ve bilimle” özdeşleştirmesini reddedip eşitlik talep etse de, farklı baskılara maruz kalan, erkek ve insan ikiliğine uymayan insanları bünyesine dahil etmemiştir. Bu nedenle ekofeminizmin geniş yelpazesi içerisinde bu tip düşünceye karşı çıkan başka ekofeminizmler de türemiş, bunlar kendi içlerinde birbirlerine eleştirel yaklaşmışlardır. Bu eleştirilerin nedeni, en basit şekilde ifade edecek olursak, ekofeminizmin ilk çıkış noktası olarak kadının ve doğanın benzer tahakküme maruz kaldığı fikrinden yola çıkmasıdır, ki bu düşünce biçiminin heteronormativeyi sorun etmediği anlaşılmaktadır. Her ne kadar son dönemde ortaya çıkan eleştirel ekofeminist akımlar, özellikle Greta Gaard’ın Critical Ecofeminism (2017) kitabında da görüldüğü üzere, kuir ekolojiden beslenerek benzeri bir kaygıyı gündeme getirmişse de, bu eleştiriler temelde önemlidir çünkü heteronormatif ekofeminizme karşılık olarak kuir ekoloji, heteronormatif düşünceyi bir sorun olarak görür ve eril baskı ve şiddetin heteronormatif düşünceyle bağlantılı olduğunu iddia eder. Kadın ve erkeğin eşit olması gerektiği düşüncesini savunan ekofeminizmin temel kaygısı, kuir ekoloji sayesinde insanlara ve doğanın diğer canlı ve cansız unsurlarına da ulaşmaktadır. Kuir ekolojiye göre, LGBTQIAA+ hareketi olmadan heteronormatif yapıyı ve buna bağlı hayvan istismarını ve çevresel yıkımı önlemek imkansızdır. Kuir ekoloji, tüm canlıların toplu bir biçimde bir arada olduğunu ve insanlar dışındaki hayvanların da benzer koşullara tabi olduğunu iddia eder. Bu nedenle kuir ekoloji, insanlar ve doğanın diğer canlı ve cansız unsurları için gereklidir. Bunun dışında, kuir ekoloji mekan ve cinsellik konularıyla ilgilenir. Kuir ekoloji, kentsel ve kırsal arasında farklılaşmaktadır. Araştırmacılar çoğunlukla kentsel yerlerde yaşayan kuirlere odaklanmaktadır. Bu da kırsal kuirlerin deneyimlerinin görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Ancak son zamanlarda Colin R. Johnson ve Carly Thomsen gibi bazı araştırmacılar, örneğin Just Queer Folks: Gender and Sexuality in Rural America (2013) ve Visibility Interrupted: Rural Queer Life and the Politics of Unbecoming (2021) kitaplarındabu soruna değinip kırsal kuirlerin de deneyimlerini ele almaya başlamıştır.
Kuir ekolojiyi Madeline Ffitch’in Stay and Fight (2019) adlı romanında inceleyebiliriz. Romanda olaylar dört farklı kişinin bakış açısından anlatılır. Anlatıcılardan üçü, Ohio Appalachian Dağları’nda yaşayan Helen, Lily ve Karen. Helen erkek arkadaşıyla birlikte Appalachian Dağları’na gelir. Kısa bir süre sonra Helen’in erkek arkadaşı onu terk eder. Lily ve Karen ise lezbiyen karakterlerdir ve aynı evde birlikte yaşarlar. Lily hamiledir ve evleri ise kara yılanlarla doludur. Oğulları Perley doğduğunda, bu üç kadın çocuğu büyütmek için bir araya gelir. Romanda bu lezbiyen çiftin toplumun önyargılarından kaçmak için izole ve kırsal bir yerde yaşamayı tercih ettiğini görüyoruz. Her ne kadar toplum baskısından uzak kalmak için kırsal bir bölgede yaşasalar da hayatta kalmaları oldukça zordur. Öyle ki soğuk havada, yılanlarla ve diğer tehlikeli hayvanlarla iç içe ve insanlıktan uzak bir şekilde barınma, ısınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını zor koşullar altında sağlamaları gerekir. Bu açıdan incelediğimizde doğa vahşi, soğuk, uzak ve tehlikeli gösterilir. Ancak kadın karakterlerin doğada huzurlu ve barış içinde yaşadıklarını görüyoruz. Çevreye uyum sağlarlar, doğaya zarar vermeden doğada topladıkları ve yetiştirdikleri besinleri yerler. Romanda kuirlik ve doğa uyum içinde tasvir edilir. Öte yandan, toplumun ve yetkililerin bu lezbiyen aileden rahatsız olduğunu görürüz çünkü toplumda lezbiyen olup beraber aile hayatı yaşayan hiç kimse yoktur. Gerek Perley’in okulundaki yetkililer gerekse başka insanlar sözde bu tuhaf durumu düzeltmek isterler. Bir lezbiyen çift, bir bekar kadın ve babasız bir erkek çocukla toplum baskısı altında yaşamak ne kadar zor olursa olsun, karakterler alışılmışın dışında bir aile olup birbirlerine destek olarak hayatta kalırlar.
Sonuç olarak, kuir ekoloji ekofeminizmden ve diğer ideolojilerden veya hareketlerden farklıdır çünkü kuir ekoloji sadece çevre hareketini değil LGBTQIAA+’yı, kadınları, işçileri, yoksulları, ırkçıları, her türlü ayrımcılığa maruz kalan herkesi destekler. Bu nedenle posthümanist kuramların bütününü anlamada önemli bir rol oynamaktadır.
Kaynakça
Sandilands, Catriona. “Queer Ecology.” Keywords, Autumn 2016, keywords.nyupress.org/environmental-studies/essay/queer-ecology