Giyilebilir Teknoloji ve Modern Bireyin Yalnızlık Serüveni

Kolunuzdaki akıllı saat size günaydın diyor, sevgiliniz ya da en iyi arkadaşınızmış gibi davranıyorsa, çağın akıllısı telefonunuzu, parmaklarınızı atıl duruma düşüren sesli komutlar ile eyleme geçiriyorsanız, kalp ritminiz, kan değerleriniz ve hatta DNA bileşenlerinizi çoktan algoritmik bir tiranlığa teslim ettiyseniz, duygularınızı, yaşadığınız mutluluk ve acıların algoritma tarafından insani bir boyutta anlaşılacağını sandıysanız, dahası tüm bu toplamsal formları yine algoritmanın içinde işi sadece sizi onaylamak olan kişilerin beğenisine sunduysanız, kapıları modern bireye sonuna kadar açık hapishanenizde, kuşatılmış bir yalnızlık serüveni sizin için başlamış demektir.

Modern bireyi merkeze alan çoğu çalışma, 21. yüzyılın sonlarına ait modern insanı belirli kategoriler üzerinden irdelemeye, ona eleştiri getirmeye ve bu yeni insan modelini kuramsal bir alana oturtmak için çaba harcamaktadır. Mesele pek tabi her seferinde modern bireyin yalnızlığı olmamıştır. Bu çalışmalarda, modern insan, yapay zeka teriminin ilk defa kullanıldığı 1956 yılından bugüne yapay zekânın tarihi, yapay zekâlı insanlığın geleceği, algoritmik düşünme, yapay zekâ ve akıl-beden paradigması, kültürel antropolojinin yeniden kurgusu, yapay yazarlık, edebiyatın yeniden üretimi (üretilememesi) gibi birçok alan üzerinden kendine yer bulmuştur. Yapılan eleştirilerin bazıları yapay zekayı insanlığın geleceği için kurtuluş olarak görürken bazıları ise insanın özgürlüğünü kısıtlayan, oyalayan bir kuvvet olarak görmektedir. Her iki eksenin varlığı ve bu yazının başlığı da göz önüne alındığında, bu kısa çalışama; kapitalizm temelli neoliberal algoritmaların, modern toplumu toplamsal (sayılabilirlilik) olabilme olgusuna dayalı bir uzamda oyalamak, özgürlüğünü ele geçirmek ve nihayetinde kuşatılmış bir sonda yalnızlaştırmak amaçlarına hizmet ettiği varsayımı üzerinden şekillenmektedir.

Thomas Henry Huxley’in hayvanın makina olup olmadığı tartışmalarına ve Descartes’in ‘hayvan makinadır’ tezine yönelik yaptığı eleştirilerde, hayvan ne kadar makinadır sorusuna cevabı yine özgürlük üzerinden vermektedir. Öyle ki eleştiriyi pekiştirmek için şu örneği vermektedir: “Bir tazı bir tavşanı kovalıyorsa, o tazı özgür bir öğe demektir, çünkü her eylemi tavşanı yakalamak için duyduğu güçlü istek ile tam bir uyum içindedir; ama tazı tasmasından çekilip durdurulduğu süre boyunca özgür değildir, çünkü yapmak istediği şey bir güç tarafından engellenmektedir” (Cogito, 1998; s.15.). Tazı-tavşan-tasma paradigmasının merkezinde modern birey ve onu kısıtlayanlar yer aldığında, eleştiri derinleşmekte, insani özgürlüğün sermaye ve onun destekçisi algoritmalar ile nasıl kıskaca alındığı ve açık dünyada nasıl bir yalnızlığa mahkûm edildiği sorunsalı da vücuda gelmektedir.  Modern birey için yaratılan algoritmalar dünyası, başta bir seyir alemi ve özgürlük alanı olarak sahiplenilse de günün sonunda yukarıda örnekleri kısaca verilmiş görünmez tasmalar ile birey özgürlüğünden mahrum bırakılmış, kendisine yapay hedefler (tavşanlar) tahsis edilmiş ve bir performans öznesine dönüştürülmüştür. Bu yapay hedeflerden kasıt insani tüm özellikleri sayısallaştıran akıllı ve nispeten giyilebilir cihazların insana biçtiği yoldan ötesi değildir. 21’inci yüzyıl toplumunu topyekûn sayısal bir uzama iten bu dijital yol, yürüyen modern insanı da özgürlüğü elinden alınmış yalnız bir tazıya dönüştürmüştür.

Bu kısa denemede yalnızlığın özgürlük üzerinden ele alınıyor oluşu okuyan zihinler için bir kargaşa yaratmak değil aksine teknolojik tiranlığa yakalanmadan önce, toplumsal bir varlık olan insanın; özgür bir şekilde kendi kendisi ile baş başa kaldığı, varlık alanını yahut o varlığın kendisinin sorgulandığı, soruların anlam bulduğu ve başkasının olumlamasına ihtiyaç duyulmayan bir yalnızlık haline sahip olma hali anlatılmak istenmektedir. Bu yalnızlık pek tabi anlamlı bir yalnızlık olmaktaydı çünkü bireye alan ve zaman yaratmaktaydı. Ancak bugünün insanı, çağın sonunda özgür iradeden soyutlanmış bir yalnızlık girdabında varlığını sürdürmektedir. Bu uzamda kişi yalnızlaştırıldıktan sonra, kendisine bir değer biçilmekte ve varlığı bu değer için sarf ettiği performansa tabii olmaktadır (Han, 2021a).  

Yalnızlaştırılmış ekonomik beden insanı; kapitalist düzen, sürdürülebilir bir bilgi ekonomisi, arzu ekonomisi ve tüketim ekonomisinin kendine has mekanizması işleyebilsin diye sayısallaştırılmaktadır. ‘Homoeconomicus’ ucu bucağı olmayan daha çok çalış, kazan ve harca ekonomisi içerisinde uykusundan, yapmaktan zevk aldığı aktivitelerden yani sahip olduğu yaşamın kendisinden arındırılarak mesai temelli neoliberal performans toplumunun öznesi haline getirilmektedir (Bulunmaz, 2022).  Performans toplumunun erbabı bu ideal insan çağın yalnızıdır. Üretken, esnek, tüketen hatta çarkın birikim, kâr ve satın alma metotlarını kullanan bu ideal insan modeli, algoritmalar ile sayılabilir bir duruma getirilmiştir. Sayılabilme durumu hem yalnızlığın hem de özgürlüğün temel parametresidir. Bu parametre içerisindeki yalnız birey, yukarıda Huxley’den yapılan alıntıda olduğu gibi, neoliberal kapitalizmin tuttuğu bir tasmaya sahiptir. Bu tasma, neoliberal sistem tarafından kiminin kolundaki algoritmik saatten, kiminin cebindeki kerameti kendinden menkul akıllı telefondan hatta daha da ileride belki de beyinlere takılacak çiplerden yapılmıştır.

Avcı-toplayıcı toplumdan tarımsal üretime geçen oradan da teknoloji çağının tanrısına evrilen homosapiens kapitalist kuşatma öncesi arta kalan zamanını, ki bu kültürel etkinliklere katılabilme veya onlar hakkında tefekkürde bulunabilme (düşünebilme) zamanı olarak da tanımlanabilir, hayal ederek, yukarıda tasvir edildiği gibi özgür bir yalnızlığı tercih ederek kullanabilmekteydi. Yontma taş çağında, çağ ötesi bir teknikle yapılan kutsal mabetlerden, bugün uzay seyirlerinde kullanılmakta olan teknolojinin varlık alanına kadar her fikir ilk adımda bu özgür yalnızlığın (tefekkür halinin) ürünü olmaktaydı. Fikren özgür olan insan tarihsel yolculuğunda türlü tasmalar ile dizginlenmeye çalışılmıştır. Bu tasmalar doğal haliyle sınıf merkezli toplumlarda güçlülerin elinde olan tasmalardır.  Eski ya da yeni, insanı merkeze alan tüm sosyoloji tez veya teorileri de aynı tasmaları konu edinmiş ve bireyin hapsini temel alan bu kuşatılmış yalnızlığı ele almaya çalışmıştır. Kuşatılmış yalnızlıkta modern insanın hayalleri yani tefekkür hali kendisine tanrısal bir kutsiyet atfeden neoliberalizmin maskeli algoritmalarınca toplumsallıktan arındırılmış ve salt öz istencin doyumuna odaklanan fikirlere kanalize edilmişlerdir.

Öz istenç doyumu ve insanın kendisini kamusal yapan özelliklerinden arındırılması, insan tüketimini merkeze alan insan temelli sermaye teorisini kuvvetlendirmektedir (Bulunmaz, 2022). Böylesi bir sermaye biçiminin merkezine konan kuşatılmış iktisadi insan zamanını ve benliğini neoliberal sisteme kaptırmış ve kapitalist sistemin dört nala koşturduğu o meşhur tazıya dönüştürülmüştür. Bu insan Bauman’ın kavramsallaştırdığı ‘borçlu ırk’ toplumun birincil katmanını oluşturmaktadır  (Bauman, 2005, 2019, 2020). Neoliberalizm temelli kapitalist sistemin toplum biçimi olan borçlu ırk, bugün modern bireyin algoritmalarca kuşatılmasının anlam alanını da şekillendirmektedir. Bu anlam alanında modern birey, algoritmik bir tiranlığın hapsine alınmış ve iyi yaşama endişeleri ile dolu tefekkür halinden uzaklaştırılmıştır. Algoritmalarca iyi yaşama endişesi hayatta kalma histerisine dönüştürülen modern birey (Han, 2021a) sistemin çalışma-kazanma-tüketme şiddetine maruz kalmakta ve çevresine algoritmik kapitalizm tarafından nasıl yalnızlaştırıldığını güzelleyerek anlatmaktadır (Bulunmaz, 2022). Böylesi bir eylemin varlığı pek tabi algoritmanın yalnızlaştırdığı toplumun uyuklama halinden ve tiranlığın kuvvetinden kaynaklanmaktadır.

Özgür Dünyadan Tecrit Edilmiş Yalnız Bedenler ve Algoritmik Tiranlık

Denemenin başında olduğu gibi bu başlığa da bir benzetme ile başlamak yerinde olacaktır. ‘Algoritmik Tiranlık’ Dante’nin İlahi Komedya’da “Ey buradan içeri girenler, her türlü ümidi geride bırakın” diye tasavvur ettiği cehennem şeklinde tasvir edilebilir. Bu metafordan hareketle, modern bireyin; algoritmanın cazibesine kendini kaptıran, araftan sıyrılıp cehennem kapısından içeri girmeye çalışan birey olduğu söylenebilir. Bu sav da yine Huxley’in Descartes’in Ruhun Tutkuları adlı eserinden alıntı yaparak aktardığı ve ruhunu kaybetmiş bir beden formunun hareket etme yeteneğini yitirmiş atıl durumdaki bir makineye benzediği tartışması ile güçlendirilebilir (Cogito, 1998; s.30.). Bu denemede yapılan ölü beden kavramsallaştırmasının sebebi pek tabi gerçek bir ölüm değil, denemenin başından beri vurgulanmakta olan özgürlüğün ve özgür bir yalnızlığın kuşatılmış halidir. Kuşatılan özgürlük bedeni bir beğenme butonuna çevirmek adına türlü algoritmaların kullanımına da zemin hazırlamaktadır. Bu zemin bahsi geçen fikir ve tefekkürden uzak, tecrit edilmiş ölü bedenlerin yaşam alanıdır. Bu yasam alanında zaman bir kırılmaya sahiptir. Kırılan zaman kuşatılmış insanın sonuna işaret eder. Bu son birbirine benzeyenlerin ve onların matematikselleşmiş tekdüze hayatlarının yaşandığı bir sondur. Bu sonda, günün kalabalık telaşı modern insanı tasmasından tutarak onun yalnızlığını kapitalist bir forma dönüştürür. Kırılan zaman ve yalnızlığın hapsedildiği bu son kapıda, modern insan içi boş bir yanılsamanın karanlığına doğru sürüklenmektedir. Bu alanda yaşam artık neoliberal bir özne olmakta ve çok katmanlı bir atomlaşma haline gelmektedir. Atomlaşan bu yeni yaşam biçimi radikal bir şekilde ölümlü hale gelir. Bu tiranlığın bahşettiği ölüm halidir. Bu ölümlülükte insan yaşlanmadan yaş alır ve nihayetinde kırılmış ve uygunsuz bir zamanda yok olur. ‘Dijital Tiranlıkta’ ölmek bundan dolayıdır ki hiç olmadığı kadar zordur (Han, 2021a).

Kuşatılmış ölüme yakalanmadan önce modern birey, sade bir yaşam arzusu taşımaktaydı ancak teknoloji merkezli yeni yaşam ve insan formu bu sadeliğin karsısında konumlanmış ve sadeliği pahalı makinelerin çarkında, sayılabilen bir mevhuma dönüştürmüştür. Sayılabilir olmak veya bu istence sahip olmak başta değinilen beğenilme arzusu yani neoliberalizmin beğenilme tasmasından kaynaklanmaktadır. Bu tasma modern insanın özüne ait enformasyonu sayısallaştırarak bireyin benliğinde var olan anımsama duygusuna da hükmeder. Bu noktada, modern birey sistemin istediği kadarını anımsayabilir ve bu anımsamanın mutluğunu veya üzüntüsünü yaşayabilir.  Üzüntü veya mutluluk kendine özgü kavramlardır. Ancak kuşatılmış yalnızlık kapısında bu kavramlara ait farklılıklar sayısallaştırılarak ortadan kaldırılmakta ve herkes birbirine benzetilmektedir (Han, 2019). Böylesi bir kuşatılmada yalnızlık da nasibini sürekli görünür/aktif olmak üzerinden almaktadır. Bu noktada, kuşatılmış yalnızlık ölüm halinde olan ama asla ölmeyen o meşhur tazıya dönüşmektedir. Egosu bahsi gecen tiranlık tarafından okşanılan bu tazı sayısallaştırılmaya heves ettiğinde, gün sonunda varılan durak bağımsız ve farklı olanın kimliği olmaktan ziyade herkesin aynı olduğu, kişisel olanın yitirildiği kısaca ‘ben’ olarak varlığını sürdürebilmenin imkansızlaştığı bir son durak olmaktadır.

Bu durak sayılabilir iletişim biçimlerini ve çokça gürültüyü içinde barındıran bir duraktır. Bu durakta ‘Algoritmik Tiranlık’ hükmü altındaki modern insan sessizliğini kaybetmiş, dokunma duygusunu, maddi olanı, kokuları, renkleri yani analog olma durumunu yitirmiş ve varlığı üç boyutlu bir ekrana sığdırılmıştır. (Han, 2021b). Bu kavramların tartışmaya dahil edilmesi tesadüfi değildir nitekim tefekkür halindeki yalnızlık tüm bu kavramlara dokunabilme yani analog[1] olabilme durumuna bağlı olmaktadır. Ancak algoritmik ve dijital bu yaşam biçimi analog olanın gerçekliğini yani edimselliğini ortadan kaldırarak modern bireyi kalabalık bir yalnızlığa itmektedir. Bu yalnızlık biçimi ticari bir yalnızlıktır çünkü insan ruhuna ait şeyler/ideler bu yalnızlık biçiminde sayısallaştırılmakta ve nihayetinde sermaye tarafından tahrip edilmektedir. Ticarileşen yalnızlık en doğal haliyle kuşatılmış bir özgürlük halinin öznesi olmaktadır. Kuşatılmış bu özne kendisini özgürlüğün cisimleşmiş hali olarak görür ve gösterir. Böylesi bir hal öznesi ise sıradan bir demir tozu misali mıknatısın hangi manyetik kutbuna yakın ise orada varlık bulmaya mahkum hale gelir (Bourdieu, 2006). Bahse konu beden ve bilinç formu bir veri-beden/bilinç formudur (Navarro ve Gabrielidi, 2022). Yaşanılabilir ortak bir iyi ve güzelin yaşanılmasında kullanılmaktan ziyade bu veri-form beden bütün gelişmelere ayak uydurabilen lakin piyasanın iznine tabi bir serbestliğe sahip bilişsel ve ticari bir toplamsal olmaktadır. Bu toplamsal beden formu teknoloji temelli bir sayısallaştırılmaya mahkum edilmiş piyasaya ait yalnız bir insan modellemesidir.

Modern insanın kuşatılmış bir yalnızlığa mahkum edildiğini savunan bu kısa çalışma; böyle bir teknoloji ve haliyle bir insan modellemesi yaratıldığı için teknolojik tiranları kutsamaktan ziyade, bu teknolojilerin kullanımında insanı bir sermaye ve sömürü alanı olarak gören ve bu teknolojilerin sosyal potansiyelinin tam anlamı ile kullanılmasını engelleyen bu tiranlığın yağma ve talan teknolojisine bir tepki olarak kaleme alınmıştır. Bu fikirden hareketle, bu çalışmada algoritmik teknolojinin sağladığı belirli faydalardan çok, bahsi geçen insan sermayeli teknoloji Marx’ın “genel üretim biçimi” olarak nitelendirdiği ve belirli zaman ve mekanda kapitalist üretimi şekillendiren teknolojiler, kurumlar ve uygulamalar (Navarro ve Gabrielidi, 2022) arasında olduğu için algoritmik teknolojiyi eleştiri konusu yapmaktadır. Kuşatılmış yalnızlık ve tefekkürden (durup düşünebilme hali) koparılmış insan en habis haliyle görülen, bile isteye bir bağımlılık ve boyunduruk alanına, bir sona sürüklenmektedir. Yazının başına iliştirilen “tazı-tasma-tavşan” paradigmasında tavşan ve tasma bu bağımlılık ve boyunduruk halini ve onların sahiplerini temsil etmektedir. Bu boyundurukta yaşayan tazı ise bedensel özgürlüğü suistimal edilen modern insanın temsil halidir. Suistimale açık ve bir veri beden formuna hapsedilmiş bu tazının (modern insanın) yalnızlığı kuşatılmış ölümsüz bir ölüm halindeki hikayesini tartışmak elbette teknolojiye duyulan nefretten kaynaklanmamaktadır. Bilakis daha üstün ve yaşanılabilir bir iyinin ve güzelin var olabilmesi adına teknolojinin nasıl kullanılması gerektiğine dair bir referans olmak, modern insanı bu kuşatılmadan kurtarmak adına bir alan açmak ve insan benliğini hapseden bu ticari kuşatmaya yapılan eleştirilere katkıda bulunmak bu çalışmanın ana mahiyetini oluşturmuştur.

KAYNAKÇA

Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum (M. Beşikçi, Ed.; 1st ed.). Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Z. (2019). Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? (A. Batmaz, Ed.; 4th ed.). Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Z. (2020). Akışkan Doğanlar (E. B. Konur, Ed.; 1st ed.). Sander Yayınları.

Bourdieu, P. (2006). Karşı Ateşler (H. Yücel, Ed.; 2nd ed.). Yapı Kredi Yayınları.

Bulunmaz, A. (2022), Daha Fazlası Değil, Daha Farklısı, https://www.gazeteduvar.com.tr/daha-fazlasi-degil-daha-farklisi-haber-1562644, E.T. 25.05.2022.

Cogito. (1998). Yapay Zeka Sayısı.

Han, B.-C. (2019). Zamanın Kokusu Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme (Ş. Öztürk, Ed.; 1st ed.). Metis Kitap.

Han, B.-C. (2021a). Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü (Turgay Kurultay, Ed.; 1st ed.). İnka Kitap.

Han, B.-C. (2021b). Yeryüzüne Övgü Bahçelere Bir Yolculuk (N. Ermiş, Ed.; 1st ed.). İnka Kitap.

Navarro, T. ve Gabrielidi Lopez, A. (2022), Yapay Zekayı Yeniden Düşünmek: Dağıtılmış Biliş ve Genişletilmiş Bedensellik, https://terrabayt.com/dusunce/yapay-zekayi-yeniden-dusunmek-dagitilmis-bilis-ve-genisletilmis-bedensellik/, E.T. 12.06.2022.


[1] Modern insanın dijital bir bantta seri ve kuşatılmış bir yalnızlığa mahkum edildiği tezini savunan bu deneme, “Analog ”terimini bütün duyu organlarına ve onların artalanına en öz haliyle sahip geleneksel insan tipolojisini kuvvetlendirmek adına kullanılmıştır.