İlhan Berk Şiirinde Posthümanizm

Burcu Şahin’in Mehlika Cingöz Damla’yı konuk ettiği bu röportaj, daha önce sesli ve yazılı olarak 22 Ağustos 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ben Buradan Okuyorum programında yayınlanmıştır.

Marmara Üniversitesi’nden Mehlika Cingöz Damla ile posthümanizmi ve İlhan Berk şiirinde posthüman izleri konuştuk.

Burcu Şahin: Genelde bu tür kavram odaklı programlarımızda ilk sorumuz nedir oluyor. Fakat posthümanizm konusunda çok fazla kafa karışıklığı var. Başak Ağın’ın da yazısından hareketle sormuş olayım, posthümanizm ne değildir?

Mehlika Cingöz Damla: Konuya giriş bağlamında çerçevemizi çizmek için gayet uygun bir soru. Bir mesele fazla öne çıkmaya başladıkça onun hakkındaki yanlışlar da peşini bırakmıyor tabii, bunda herhangi bir tuhaflık görmüyorum önemli olan o konu hakkındaki doğru bilgileri suiistimal etmeden kötü niyet haricinde tutarak okumak ve dinlemektir bu benim şahsi kanaatim. Mesele bir tür eleştirel düşünce, alışkanlıklarımızın değişmesi yolunda ya da duymak istediklerimizin dışında da olunca iş daha farklı yerlere çekilebiliyor. Posthümanizm de aslında tam da bu eleştiriyi yerleşik, alışılagelmiş bazı kavramları düşünmemizi istiyor. Fazla uzatmadan konuya girmek gerekirse posthümanizm en temelde bir medeniyet düşmanlığı ya da daha farklı söylemek gerekirse bir anti-hümanizm değildir. Evet, hümanizm eleştirisini barındırır fakat bu eleştiri bir yok oluşu veya bir kıyımı arzulamaz. Zaten böyle bir şey posthümanizm etiğine uygun değildir yani farklılıkların kabulünü savunan ve düz bir ontolojik yapıyı öne süren bu kavramda herhangi bir ötekileştirme söz konusu olamaz. Tam tersine hümanizmin gözden kaçırdığı, yaşamı bir tür iktidar savaşına döndüren ve dikotomik yapıların yapaylığını, eşitsizliğini değiştirmeye çalışır. İkinci olarak posthümanizm transhümanizm değildir hatta karşıtlardır diyebilirim. Bu ayrım önemlidir çünkü farklı düşünsel mirasları kendilerine kaynaklık ederler. Transhümanizm Cary Wolfe’un deyimiyle “yoğunlaştırılmış hümanizmdir” yani posthümanizmin tersine insanın hala eksiklerinin olduğunu söyler. Dolayısıyla insan otoritesini eleştirmeyi bırakın insanın hala tam olarak olması gereken yerde olmadığını savunur.

Oysa posthümanizm tam tersi bir yolda insanın yüzyıllardır fazlasıyla merkezi konumda yer aldığını bu sebeple tahtından indirilmesi gerektiğini öne sürer. Bu bağlamda transhümanizm, insan yaşamını ve çevresini tehdit edebilecek sürprizlere(!) karşı korumak ister ve bu yüzden teknolojiden yardım alarak insan otoritesini daha da güçlendirmeyi hedefler. Dahası, insanın sahip olduğu biyolojik bedene mahkûm olmadığını geliştirilecek bir takım teknolojiler sayesinde sonsuz bir yaşama ulaşma hayallerini destekler. Meseleyi toparlamak gerekirse posthümanizm içkinci bir yapıdayken transhümanizm daha aşkıncı bir yapıyı temsil eder diyebilirim. İçkinden kastım birçok varoluşu kapsayan ortak bir yaşamken; aşkından kastım hiyerarşiye dayalı bir varoluş sistemi yaratmaktır.  

B.Ş.: O halde şimdi ne olduğunu konuşalım. Bir yandan da literatür incelendiğinde hangi kaynaklarla karşılaşıyoruz, özellikle Türkçedeki çalışmalar neler?

M.C.D.: Francesca Ferrando’nun çok kısa bir posthümanizm tanımı var: Posthümanizm insanı yapıbozuma uğratmaktır. Şimdi ilk soruda neyin ne olmadığı anlatmıştık yani buradaki yapıbozuma uğratma fiili bir tür medeniyet düşmanlığı gibi algılanmasın buradaki mesele “insan” kavramının tanımını “bozmak” tır. İnsan bilindiği gibi Ortaçağ’ın bitimiyle varlığının tek anlamının kulluk olmadığını fark etmiştir. Bir nevi Rönesans ve reform ile yapabileceklerinin farkına varmış ve kendini yaşamda konumlandıracağı yeri kendi seçmiş ve başköşeye oturmuştur. Bu dönemde Leonardo da Vinci’nin meşhur Vitruvius erkekinsanı bize bu hümanist anlayışın “makbul insan”ını tarif eder. Adı üzerinde bu erkekinsan hiçbir uzuv eksikliği olmayan, akli melekeleri yerinde, heteroseksüel, beyaz, güçlü kuvvetli, üreyebilen bir insan modelidir.

Fakat bu “makbul” özellikler dışında yer alan: kadınlar, queer bireyler, sakatlar, hayvanlar, bitkiler, mikroorganizmalar gibi varlıklar görünürlüklerini kaybetmiştir. İşte posthümanizm en temelde görmezlikten gelinen varoluş çeşitlerinin görünürlüğünü ortaya koymak istemektedir. Tabii bunu yaparken herhangi bir varlığın iktidarını öne çıkarmadan, düz bir ontoloji üzerinden ele alır meseleyi. Daha önce belirttiğim “makbul” çerçeve içinde yer almayan bütün varoluş biçimleri posthümanizmin konusu olabilir mesela ekofeminizm, ekoeleştiri, hayvan çalışmaları, yeni maddecilik vs. Özet itibariyle posthümanizm; sınırları belirlenmiş, standart kalıplı bir insan tanımını değiştirmeye çabalarken diğer yandan da bu kalıpların dışında kalmış ötekileştirilmiş varlıkların sesi olmak isteyen bir çatı kavramdır. Bu ses temelde “ben”i değil “biz”i öne çıkarmak ister. Yaşamın bütüncüllüğüne vurgu yapar. bu girizgahtan sonra diğer sorunuza geçeyim. Türkçede posthümanizm çalışmaları son yıllarda oldukça fazla artış göstermiş durumda bu oldukça sevindirici ve yüreklendirici bir durum. Çünkü posthümanizm onu hiç duymayan biri için biraz çetrefilli gözükebilir hal böyle olunca da onun hakkındaki şeyleri Türkçe dışında bir dille okumak bir miktar külfet olabilir bu durumu anlıyorum ve hak da veriyorum. Ama dediğim gibi bu alanda Türkçe hem telif hem çeviri eserler hızla üretiliyor.

Başak Ağın’ın kendi doktora tezinden hareketle kitaplaştırdığı[1] Posthümanizm Kavram, Kurgu, Bilim-Kurgu[2]adlı kitabı Türkçede bu alanda yayımlanmış ilk telif eserdir. Diğer yandan farklı yazarların makalelerinin toplamından oluşan editörlüğünü Serpil Oppermann’ın yaptığı Ekoeleştiri; Çevre ve Edebiyat[3] adlı kitap ise bu alanda öncü eserlerden biridir. Yine bir derleme olan İnsan, Hayvan ve Ötesi[4] adlı çalışma bu sefer posthümanizm bağlamında daha çok hayvan-oluş üzerine yoğunlaşan öncü bir eserdir. Bu çalışmalar dışında bazı dergilerin de söz konusu alan ile alakalı sayıları çıkmıştır bunlardan bazıları: Pasajlar “Posthümanizm”[5], Cogito “Yerküre Krizi, Dönüşen İnsan”[6], Cogito “İnsan Sonrası”[7]. Yazılan bu telif eserler dışında çeviri eserler de mevcuttur bunlardan bazıları: Öznur Karakaş’ın çevirisiyle çıkan Rosi Braidotti’ten İnsan Sonrası[8] adlı kitabı; bir diğeri ise Seyran Sam ve Eda Çaça’nın çevirileriyle sunulan Rosi Braidotti’nin İnsan Sonrası Bilgi[9] adlı kitabıdır. Bu iki eser Türkçeye çevrilen ve posthümanizmi bütünlüğüyle anlamak için giriş mahiyetinde okunabilecek nitelikli eserlerdir. Ayrıca bütün bunlar dışında Başak Ağın’ın kurucusu olduğu, çekirdek ekipte de Fatma Aykanat, Şafak Horzum, Kerim Can Yazgünoğlu ve Z. Gizem Yılmaz’ın yer aldığı PENTACLE adlı bir internet sitesi var. Burada posthümanizmler ile alakalı yazılar mevcut. Bu bağlamda Türkçede posthümanizm çalışmalarının en dinamik yeri olduğunu söyleyebilirim. ­­­­

Vitruvian Cat, Maggie Stiefvater via Flickr

B.Ş.: Posthümanizmi anlamak için birçok kaynağa ihtiyaç duyuyoruz; postmodernizm, postyapısalcılık vb. Senin PENTACLE’daki yazından mülhem soracağım, bu fikrin bir kaynağını da Spinoza’ya dayandırıyorsun. Etik bir mesele haline geldiğinin altını çizmiş oluyorsun. Bize posthümanizmin beslendiği noktaları anlatabilir misin?

M.C.D.: Posthüman etik konusunda kaynağını Spinoza’dan alan daha doğrusu kaynaklık edebilecek birkaç düşünürden biri olabileceğini söyleyen Rosi Braidotti’dir. Braidotti posthüman bir etiğin yokluğundan yakınır ve bunun tesis edilmesi gerektiğini öne sürer. Buna kaynaklık edecek şekilde de Spinoza’nın monizminden el alır diyebilirim. Benim yazıma gelince sadece etiği değil aynı zamanda özgür yaşamın da nasıl olacağını Spinoza’dan aldım. Ondan yapacağım bir alıntı durumu biraz daha anlaşılır kılacaktır. “[Z]ira bizler en yetkin olana, bütünün, yani onun bir parçası olacak şekilde tabiyiz ve deyim yerindeyse, ona tabi olan bin bir türlü iyi düzenlenmiş ve yetkin işin gerçekleşmesine kendi payımızca katkıda bulunmaktayız.”[10] Burada bütün olarak bahsettiği şey Doğa-Tanrıdır. Spinoza için insan Doğa’dan ayrı bir şey değildir; ona içkin bir şekildedir ve tam da bu içkinlik ona özgürlüğün yolunu gösterir. Bütünselliği kavradığımız, doğamıza ve özümüze uygun yaşadığımız, “yetkin bir varlığa bağlı ol(duğumuz) ya da yetkin bir varlığın parçası ol(duğumuz)”[11] müddetçe özgürüzdür. Daha önce Braidotti’nin posthüman etiği öncelediğini söylemiştim fakat bu etiğin bir “insan” hakları mantığı ile kurulmaması gerektiğini de belirtir zira her tekil varlığın kendi varlığını devam ettirme isteği vardır ve bunu insanmerkezci bir bakışla kuramayız.

Bu minvalde bunu Spinoza’nın Conatus’u ile açıklayabiliriz. Conatus’un Etika’da geçen tanımı şu şekildedir: “[H]erhangi bir şeyin ya kendi kendisine ya da başkalarıyla birlikte herhangi bir şeyi yapmasına ya da yapmaya çalışmasına neden olan yetisi, yani çabası, başka bir deyişle kendi varlığını sürdürmek için sarf ettiği güç, yani çaba, o şeyin mevcut özünden, yani fiili özünden başka bir şey değildir.”[12] Daha önce bir bütünün parçaları olduğumuzu belirtmiştim, böylelikle kendilikleri gerçekleştirme yolunda da aslında bir tür işbirliği içerisinde olduğumuz aşikar. Dolasıyla etik yaşam, bu bütünlüğün farkında olarak yaşamak anlamına gelir. İnsan türü olarak insandışı varlıklarla kurulan bağlantıların farkında olarak dönüşmek ahlaki kurallarla hareket etmeyi değil, etik bir yaklaşımla bakma gerekliliğini beraberinde getirir.

B.Ş.: Son sorum çalışmanın pratik boyutuyla ilgili, Yani İlhan Berk şiirinde posthümanizmin izleriyle ilgili olacak. İlhan Berk’in hangi şiirlerini, hangi yöntemle inceliyorsun ve aslında posthüman izler neler onda? Bir yandan da şiir söz konusu burada ve ister istemez metaforları düşünüyoruz. Metaforun posthüman düşünceyi nasıl beslediğini ya da bizi oraya ulaştırırken nasıl bir imkân taşıdığını anlatabilir misin?

M.C.D.: Evet bu kısım tezimin tam da ikinci kısmı bu bağlamda biraz yol haritamdan bahsedeyim. İlhan Berk ikinci yeni şairlerinden ve bu dönemin en üretken şairlerinden biri düzyazıdan şiiri birçok eseri var. Ben tezimde İlhan Berk’in şiirlerine odaklanıyorum tabii düzyazıları da bana fazlasıyla yol gösteriyor. Şiirlerini hayvanlar, bitkiler ve şahsiyet atanmamış unsurlar (impersonal agents) olarak üçe ayırdım. Bu minvalde şiirlerindeki bu üç varoluş biçimini nasıl alımladığını posthümanizm çerçevesinde daha yeni maddecilik bağlamında ele alacağım. Kısaca yeni maddeciliği de açıklayayım bir önceki soruda adı geçmişti. Yeni maddecilik posthümanizmin kaynaklarından biridir temelde ve maddenin eyleyiciliğine odaklanır.  

Buna kısaca bir örnek versem daha iyi anlaşılabilir; mesela Napolyon ordusunun üniformalarındaki kalaydan yapılma düğmeler. Bu düğmeler ordu Moskova’dayken ısının aniden düşmesi ile birlikte ufalanır ve bir tür form değişikliğine uğrar tabi dolayısıyla askerlerin kıyafetleri dağılır bunun sonuncunda ordunun zor duruma düşmesi ve askerlerin dondurucu soğuktan etkilenmemesi düşünülemez bu durum ise yenilgiyi beraberinde getirir. Bu örnek maddenin eyleyici-etkileyici gücünü gösteren en güzel örneklerden biridir bizlere maddenin pasif ve eylemsiz olmadığını gösterir. Tabii her eyleme böyle bir sonuca varacak değil bilhassa şiirde böyle olmuyor. Şiirde görülen şey genelde o varlığın söz konusu şiire özne olmasıyla başlıyor. Mesela İlhan Berk’in “Çarık” adlı şiiri buna örnek verilebilir burada bir çarığın bir anlamda yolculuğu anlatılıyor çarık burada hissediyor, görüyor ve duyuyor kendi eyleyiciliğinin farkında bir çarık yani. Bir başka örnek ise “Güneyde Bir Orman” adlı şiiri ile verilebilir. Bu şiirde orman kendisinin farkında yani eyleyeciliğinin, gücünün, içinden akan nehirlerin, büyüyen otların farkında hepsinin iyi bir hayat için büyüdüğünü iddia ediyor orman bir anlamda sistemdeki yerini biliyor farkında. Şimdi dönüp baktığımızda bunu yazan bu şiirleri yazan bir insan, İlhan Berk, bu onun dünyası yani o doğaya pasif bir gözle bakmıyor. Şiir evreni çok geniş bunu sık sık düzyazılarında da belirtiyor. Dolayısıyla kendisi dışındaki şeylerin etkileyen- etkilenen bir güce sahip olduğunun farkında.

Metaforları da bu bağlamda düşünebiliriz, bahsettiğimiz şeylerin üzerimizdeki etkileyiciliğini kabul ediyoruz ve bunu anlatarak dönüştürerek başka bir tarzda etkilemesini bekliyoruz. O metafor gidiyor başka bir şeyi uyandırıyor ve zincir böyle devam ediyor. İlhan Berk doğanın sanıldığı gibi pasif ve eylemsiz olmadığını biliyordu belki bunu yaşarken bu şekilde adlandırmadı ama ben bir okur olarak bunu tezimde iddia edeceğim. Fakat şurayı da belirtmem gerekiyor ki şiir bir insan ürünüdür yani yazılan bütün şiirler insan bakışıyla yazılır burada bahsettiğimiz türden bir insan-merkezciliğin olduğunu söyleyemem çünkü bizde türümüze uygun olarak bir tür algılama yöntemine sahibiz ve bu genelde o şeye karşı insansı nitelikleri atfederek anlamak ile çalışıyor. Dolayısıyla düz bir ontolojiyi savunurken insanı diğer varlıklardan ayırmamak gerekiyor aksi halde tekrar bir hiyerarşi yaratmış oluyoruz.  


[1] Düzeltme: Başak Ağın’ın bahsi geçen kitabı ve doktora tezi ayrı eserlerdir. Kitap, doktora tezinden hareketle yazılmamıştır.

[2] Başak Ağın, Posthümanizm Kavram Kurgu Bilim Kurgu, Siyasal Kitabevi, Ankara 2020.

[3] Ekoeleştiri; Çevre ve Edebiyat, ed: Serpil Oppermann, Phoenix Yayınları, Ankara 2012

[4], İnsan, Hayvan ve Ötesi, der. Kiraz Özdoğan, M.Fatih Tatari, Ali Bilgin Kolektif Kitap, İstanbul 2021.

[5] “Posthümanizm”, Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi, ed. Çağdaş Dedeoğlu,  S.7,  Ankara 2021.

[6] “Yerküre Krizi, Dönüşen İnsan”, ed. Şeyda Öztürk, Cogito Dergisi, S.93, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2019

[7] “ İnsan Sonrası”, ed. Şeyda Öztürk, Cogito Dergisi, S.95-96, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2019

[8] Rosi Braidotti, İnsan Sonrası, çev. Öznur Karakaş, Kolektif Kitap, İstanbul 2014

[9] Rosi Braidotti, İnsan Sonrası Bilgi, çev. Seyram Sam, Eda Çaça, Kolektif Kitap, İstanbul 2021

[10] Baruch Spinoza, Kısa İnceleme, Çev. Emine Ayhan, Dost Kitabevi Yayınları, 2015

[11] Sevinç Türkmen, Ekopraksisin Ontolojisi, İthaki Yayınları, İstanbul 2019

[12] Baruch Spinoza, Ethica, Çev. Çiğdem Dürüşken, Alfa Yayınları, s. 212-213, İstanbul 2016

+ posts