Bu yazı, yazarın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü öğrencisi Faruk Karaca’nın, Sibel Yardımcı danışmanlığında bitirme tezi olarak tamamladığı çalışmanın kısaltılmış ve PENTACLE için editoryal düzenlemelerden geçmiş birinci bölümüdür.
Hümanizm nedir?
“Hümanizm, insan dünyasını merkeze alan herhangi bir inanç, yöntem veya felsefedir” (Grudin, 2017). Bu cümle Britannica’daki Hümanizm başlığında yazmakta ve aslında Hümanizmin ne olduğunun da kısa bir özetini sunmaktadır. En başta şunu da söylemek gerekiyor: Hümanizm sadece felsefenin veya sosyolojinin konusu değil; bilimin, ilahiyatın, sanatın ve daha birçok alanın konusudur. Ayrıca oldukça uzun bir dönemi kapsadığı için bu alanların altında da birbirinden farklı Hümanist bakış açıları vardır. Dolayısıyla benim burada dile getireceğim Hümanizm, bu alanın tamamına işaret etmemekte, Braidotti’den hareketle ve onun eleştirileri doğrultusunda düşündüğüm Hümanizmden ibarettir.
İlk cümleye geri dönersek, başlangıç noktası olarak insanın alınmasının nasıl bir sonucu olabilir? Burada şu iki soruyu sormamız bu sonuca ulaşmamızı kolaylaştırır: Buradaki ‘insan’ kimdir? İlk olarak Hümanizmin ne zaman, neden ve nasıl ortaya çıktığına bakalım.
1. Hümanizm ya da Bir Türün Garip Egosu
Hümanizm, 14. yüzyılın ikinci yarısında çıkmış, Rönesans döneminin temel kavramlarından biri olmuştur (Kale, 2019, s. 763). Neye karşı çıktığı da önemlidir: Ortaçağdaki dini baskı ve kilisenin her alanı kuşatmasına karşı çıkmıştır. Bu baskıya karşı insanı merkeze koyan ve bu açıdan dönemine göre ileri bir hamledir. Her kuralın İncil merkezli olmasına karşılık insanın özgür iradesi, akılcılık gibi mefhumları gündeme getirmiştir. Denklemdeki Tanrı’nın yerine doğanın konmasıyla sonuçlanmış, evrendeki her şeyin insana göre yapıldığı bir bakış gelişmiştir. Bu fikre dair sembol eserlerden birisi de Leonardo Da Vinci’nin Vitruvius Adamı’dır. Bu eserde Da Vinci, insan bedeninin altın orana sahip olduğu bir perspektif sergilemiştir. Altın oran ise insan ve doğayı ilişkilendirmeye dair bir fikirdir. Buradaki insan-doğa ilişkisi Rönesans dönemindeki bir filozof olan Giovanni Pico della Mirandola’nın İnsanın Değerine İlişkin Nutuk’unda “Ademoğluna” seslenişinde şu şekilde yer almaktadır: “Seni dünyanın merkezine koydum … özgür bir sanatçı gibi sen kendi biçimini kendin karar vererek ayırdedici özelliklerinle oluşturmalısın” (Kale, 2019, s. 764).
Özetle, Hümanizm, insanı merkeze koyan ve hayata bu merkezden bakan görüştür. Avrupa özelinde hayata bakışın tanrı-merkezcilikten insan-merkezciliğe geçişine işaret eder. Bu açıdan hayata bakışın aşkın bir noktadan daha dünyevi bir noktaya dönüştüğü söylense de bu dünyeviliğin sadece bir tür özelinde olması dikkat çekicidir.
İnsan-sonrasının eleştirilerini daha iyi anlamak için gidebileceğimiz yerlerden biri de Copernicus ve Darwin’dir. Copernicus bize evrenin merkezinde olmadığımızı ve Darwin de Dünya’nın merkezinde olmadığımızı göstermiştir. Bu dönemlere kadar gerek dinlerde gerekse de bilim gibi çalışma alanlarında insana ve insanın bulunduğu gezegen olan Dünya’ya atfedilen bu merkeziyetçi önem, aslında Hümanizmin de yolunu yapan taşlardır. Dini anlatılardaki yaratılış öykülerinde, insanı diğer türlerden daha yukarıda gören bir anlatı görürüz.
Ortaçağın dini otoritesi karşısında Hümanizm, akılcılık ve insanın egosunu okşayan bir yapıda olduğundan dolayı baskıcı ve Tanrı-merkezli Skolastik düşünceye karşı daha kabul edilebilir bir hal almıştır. Rönesans sonrası dönemde sömürgecilik, sanayileşme gibi dönemler için de merkezi bir yerde durmaktadır. Madem insan Dünya’nın merkezinde, o zaman sahibi olunan bu Dünya’nın egemenliğini sağlamak için yola çıkılmalıdır. Gelişim için gerekli olan hammaddeler doğadan kolayca sağlanamıyorsa zorla söküp alınmalıdır. Fabrika gerekiyorsa ormanlar yok edilebilir, hayvanlar yeteri kadar “ürün” üretemiyorsa onları yaşadıkları çevreden koparıp mezbahalara kapatabiliriz. Bilim de bu yolda bize araçlar vermektedir. Amerika’yı keşfe giden insanlar, gemi, pusula gibi araçlar da kullanmışlar, bu nesneler sayesinde eylemlerini gerçekleştirebilmişlerdir. “… insan artık, içinde yaşadığı doğayı; doğanın insanoğluna sağladığı araçlarla sorgulama, onu bu yolla anlayabilme ve kontrolü altına alma inancına -güvenine- sahip olmaya başlamıştır” (Kale, 2019, s. 769). Fakat bu sahiplik hem insan-dışı varlıkların önemsizleşmesini hem de günümüzdeki hayvan katliamlarını, ormanların yok edilmesini de beraberinde getirmiştir.
Burada gerek nesnelere gerek insan olmayanlara dair hem bilimlerin hem de dinlerin birbirinin karşıtı gibi anlatılagelmesine karşın insanın diğer varlıklardan daha önemli oluşu, bu varlıklarla arasındaki üstünlükle neticelenen farklar gibi bazı sonuçlarda nasıl hemfikir olduklarını görebiliyoruz. Kaldı ki sonrasında Dünya’nın ve Tanrı’nın merkeziliği değişse dahi dikey hiyerarşik sistem değişmeden sürdürülüyor. Hümanizmin getirdiklerine dair daha geniş bir anlatıya ise buradan geçebiliriz.
2. Bireycilik
Hümanizmin toplumsal ürünlerinden ilki kişinin kendisini merkeze koyduğu bireyciliğin sisli perdesidir. Bu perde, yanında türcülük ve Hümanizmi de taşır. Bu üç fikrin birlikteliğiyle merkezdeki birey, erkek-insana dönüşür ve diğer varlıkların bireyliğinin engelleniyor oluşu göz ardı edilir. Bireycilikle Hümanizmin ve türcülüğün birbirine paralel gitmesindeki, bireycilikten anlaşılan şeyin kendini, kendi cinsiyet kimliğini/milletini/türünü düşünmek şeklinde olan düşünce sistemindeki sorunlu yapıya değinmek istiyorum. Böyle gelişen bir düşünce, bireyi merkeze alsa da atıf yaptığı bireyin ne olduğu ve kimi kapsadığı soru işaretidir. Günümüzde artan nefret söylemleri, dışlama ve şiddet belirli kesimlerin “lanetlenmesine” ve toplum içerisinde bireyden ziyade damgalı kişiler olmalarına yol açmaktadır. Kaldı ki bu bireyciliğin kendisi de “söylemsel bir oluşumdur”: “Liberal düşünürlerin inanmaya meylettiği üzere, bireycilik, “insan tabiatının” içsel bir parçası değil, daha ziyade tarihsel ve kültürel olarak belirlenmiş bir söylemsel oluşumdur ve giderek daha da sorunlu bir hal almaktadır” (Braidotti, 2014, s. 34). Burada oluşum ile Hümanizm ve türcülük ile gelişen bir yapı kast edilmektedir. İnsan-sonrası, geçmişi ve şu anı eleştirse de bunu reddetmez, kabul eder fakat değişmesi gerektiğini söyler: “Bu, özne oluşumunda tarihsel olumsallığın ve kültürel kodların rolünün reddi değil, bizzat bu unsurları, kendi değişen yapıları ve bileşenleri ışığında ciddi bir güncellemeye tabi tutmak demektir” (Braidotti, 2014, s. 206). Elbette bir tarih vardır ve bunun üzerine kitaplar da yazılmaktadır. Fakat tarihte bahsedilenler kimlerdir? Padişahlar, komutanlar, zenginler ve bunların hemen hepsi erkektirler. Peki bu tarihte kadınlar, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi heteronormatif kalıpların dışında kalan kişiler, çocuklar, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve yerkürenin diğer üyeleri yaşamamışlar mıdır? İnsan-sonrası bu noktaya dikkat çekerek bundan sonraki zamanda bu üyeleri de kapsayan bir şekilde yaşanması gerektiğini söyler. Dolayısıyla insan-sonrası, kişilerin hem kendileriyle hem de çevreleriyle olan bağını soruşturmaya açarak ilişkisel ve kolektif şekilde yeniden tanımlanmasını sağlamayı amaçlayan bir projedir.
3. Öznellik
Braidotti öznelliğin kişisel-sonrası ile bireysel-öncesi bir alanda olduğunu söyler. Bu, aslında oldukça iyi bir tanımdır. Kişisel-sonrasıdır, çünkü herkesin kendi şahsına münhasır beğenileri, özellikleri vardır; fakat bireysel-öncesidir çünkü bu özellikler sadece kişiye ait değildir (Braidotti, 2021, s. 61-62). Kişi, çevresi tarafından da biçimlendirilen bir şeydir, dolayısıyla ilişkiseldir. Ayrıca Özne, sabit ve donuk bir yapı değil, oluş halinde bir süreçtir. Peki nasıl bir oluştur söz konusu olan? Farklı iktidar ve arzu düzeyleri arasındaki değişimdir. Dolayısıyla çevremizdeki dünyayla bilincimizin, bilinçaltımızın gelgitli, uzlaşılar ve dirençler arasında geçişli ilişkisidir. Dolayısıyla özne, sadece bireyin kendi iradesiyle oluşmaz, toplumsallık içerisindeki kendiliği de söz konusudur. Çevresiyle iletişim kuran bir şeydir özne, bunu bazen ister bazen zorunda kalır. Buradaki göçebelik tartışması da bu iletişimin nasıl olacağına dairdir. “Asıl vurgulamamız gereken şey aynı anda süreç halinde olan ama aynı tarz ya da doğrultuda olmayan çoklu özne-konumlarının yeterli ve farklılaşmış anlatılarını (kartografiler) sağlamanın aciliyetidir” (Braidotti, 2019, s. 64). Bu kartografilerin oluşturulmasıyla Amazon Ormanları’nın yok olmasını, pandaların soyunun tükenmesini, patriyarkal şiddetin değişik türlerini farklı değerlendirebilir, bu eylemlere karşı bir değişim gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla burada dile getirilen şey hayatınızın merkezine başkasını koymak değil fakat ötekilerin de hayatlarını, yaşama pratiklerini göz önünde bulundurmaktır. Yapılan her eylemin sadece bireyin kendisini değil, başkalarını da, en basitinden yakın çevresindeki varlıkları da etkilediğinin düşünülmesi gerekmektedir.
4. Akılcılık
Bir diğer sonuç ise Hümanizmin akılcılığının her yere yayılmış olmasıyla birlikte kendimizin ve çevremizdeki canlıların davranışlarını akılla açıklama refleksi geliştirmiş bulunmaktayız. İnsanın akılla hareket ettiği doğru olsa -ve bu sadece insana mahsus olmasa- da her eylemin buna dayanarak gerçekleştiği yanlıştır. İnsan aynı zamanda duyguları olan ve bu duyguların etkisine de çokça maruz kalan bir canlıdır. Bunun en açık ve en fazla verilen örneği de sevgidir. Birini sevdiğimizde onun iyi yönlerini daha çok görür, kötü yönlerini göz ardı ederiz. Aklımızın tamamen silinip gittiğini söylemek değildir bu, fakat duygularımızın daha ön planda olduğu ve düşüncelerimizi de etkilediğini söylemektir. Dolayısıyla insanı sadece akılla değerlendirmek oldukça yetersizdir. Kaldı ki akıl, geri kalan her şeyden azade bir yapı değil, “… toplumsal, çevresel ve ruhsal etmenler çokluğunun bir sonucudur” (Braidotti, 2021, s. 86). Bundan dolayı da aklı temel alan yaklaşımlardan ziyade akıl ve duyguların aslında birbirini sürekli etkileyen, birbirleriyle iletişim halinde olduğu düşünce ağlarını kullanmalıyız. Buradan ise duyguları daha önemser hale gelebilir ve tam olarak bu noktada ötekilerle bağlantı kurabiliriz. Çünkü duygu, insanın sadece kendi başına yaşadığı bir şey değildir, etkilenmeler sonucu pekişen ya da azalan bir şeydir. Dolayısıyla da insanın eylemlerinin ötekilerle ilişkisi oldukça önemli bir noktaya taşınmaktadır ve yazı boyunca vurguladığım/vurgulayacağım ilişkisellik de bu noktada başlamaktadır.
5. Çizgisel zaman ve İlerlemecilik
Bir başka önemli nokta ise çizgisel zaman algısıdır. Dünya’yı çizgisel, yani geçmiş-şimdi-gelecek şeklinde görmek buradaki detayları ve çok katmanlı yapıyı kaçırmamıza sebebiyet verir. Şimdi sadece şimdi değildir: ne olduğumuz yani nereden geldiğimiz ve ne olacağımız yani nereye gideceğimiz sorularını da içerisinde taşır. Böylece şimdi, çok katmanlı bir hal alır ve geçmiş ve gelecekle birlikte düşünmeyi gerektirir. Bunun sonucunda da daha farklı bir düşünce içerisine gireriz ve sorumluluk anlayışımız da farklı bir noktaya dönüşür. “Etik düzlemde bu, etik ve politik failliğin koşullarının, faaliyet alanının mevcut durumuna tabi olmadığı anlamına gelir: Karşıtlık ilişkisi içinde olmadıkları için şimdiye olumsuzlama üzerinden bağlı değildirler” (Braidotti, 2021, s. 212). Bu bakıştan yola çıktığımızda şimdinin menziline hapsolmaz, daha geniş bir düzlemde düşünmeye ve böylece içerisinde bulunduğumuz ilişkileri neden-sonuç zincirinden ziyade karmaşık ve ilişkili bir ağ şeklinde düşünmeye başlayabiliriz.
Çizgisel zaman ve bundan türeyen ilerlemecilik fikri Hegel veya Marx gibi filozoflarda bir nihai noktaya da sahiptir: Hegel için Mutlak Tin, Marx için ise Komünizmdir. Ayrıca bu gelişim, düz ve ileriye doğru bir harekete sahiptir, bundan dolayı Dünya’nın farklı yerlerindeki bütün toplumlar eninde sonunda aynı noktaya ulaşacaklardır, denmektedir. Burada ilk ulaşan toplumların diğerlerine Gramsci’nin dile getirdiği bir kültürel hegemonya kurduğu söylenebilir: “Hegemonya, oluşturulduğu ve çeşitli altsistemlerin dolayımının gerçekleştiği sınıfa göre, bir aygıt olarak birliğini kurar: ‘okul aygıtı (ilk ve yüksek öğrenim), kültür aygıtı (müzeler ve kütüphaneler), enformasyon örgütlenmesi, yaşam çerçevesi, kentleşme; önceki üretim tarzından miras kalan aygıtların (yani, kilise ve aydınlar) özgül ağırlığını unutmaksızın’” (Carnoy, 2001, s. 257). Buradan hareketle “ileri ulaşanların, gelişenlerin” diğerlerini her açıdan kuşattığını, onları belirli bir alana kapatmaya çalıştığını, bu kurallara uymayanların ise dışlandığını dile getirebiliriz.
6. Hangi İnsan, Hangi Tür?
Avrupa’nın merkeziliği ise sorgulamaya açık bir konudur. Bu minvalde Suriye’de, Afganistan’da savaş sürerken dünyanın sessizce izleyip şu an yaşanmakta olan Rusya-Ukrayna savaşında herkesin ayağa kalkması örnek verilebilir. Bazı yorumcular direkt olarak “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığınız medeni Avrupalılara has bir kent” (Mardin Life, 2022) şeklinde söylemler dahi vermektedir. Ayrıca Afganistan, Irak, Suriye’deki savaşlardan dolayı ülkeden kaçmak zorunda kalan sığınmacıları kabul etmeyen Avrupa, Ukrayna’dan gelecek olan sığınmacılar için oldukça fazla çaba gösteriyor (Yıldız, 2022). Burada net bir şekilde insan ayrımının coğrafi bölgelere göre yapıldığı görülmektedir. Fakat bu, Avrupa’nın da bütüncül bir yapıda olduğunu göstermez. Kendisini Dünya’nın geri kalanından ayrı görmesine rağmen kendi içinde dahi ayrılıklar mevcuttur. Burada da 1992-1995 yılları arasında süren Bosna Savaşı’ndaki katliamlara dair Avrupa’nın son ana kadarki sessizliği örnek verilebilir.
İnsan, merkeze kendi türünü koyduğunda ortaya ikilikler çıkmaktadır: İnsan ve insan-olmayan, biz ve onlar, vs. Bu ise dışlama mekanizmasını çalıştırır: artık bizden olmayanlar ötekidir. Bu dışlama aynı zamanda belirli bir içeriye almayı da kapsar fakat “Kucaklayışları, görmezden geldiklerini boğar…” (Braidotti, 2014, s. 25).
Bu noktada kimin “biz” ve kimin “öteki” olduğunu sormamız gerekmektedir. Biz: en başta insan, sonrasında ise Avrupalı, Hıristiyan, heteroseksüel, erkektir. Geri kalan herkes ise öteki pozisyonundadır. Batı felsefesi tarihi boyunca insan nedir, kimdir, ne yapar gibi sorulara dair verilen cevapların hepsi Avrupa merkezindeki, Avrupa’daki insan baz alınarak tanımlanmış ve insan da özel ve istisnai bir yere yerleştirilmiştir. Fakat bu özel ve istisnai yere neden yerleştiği ise gün geçtikçe belirsizleşmektedir. İnsanı istisna kılan şey bilinci midir? Düşünmesi midir? Hislerinin olması mıdır? Bu soruların cevapları yine insana atıf yapılarak cevaplanan sorulardır ve bu atfın yapılması da zorunludur çünkü insan, insan dışındaki bir canlının nasıl yaşadığını hala bilmemektedir. Aslında diğerlerini bilmediği için kendisindeki özelliklere ekstra bir anlam atfetmiştir tam da. Felsefe tarihi yaklaşık 2500 yıldır düşünmenin, bilim de aynı şekilde uzun bir süredir bilincin ve hissetmenin ne olduğunu tartışmakta, bunun sadece insana has olup olmadığını araştırmaktadır.
Ayrıca bir kültürden, kültür tanımından veya sosyolojiden bahsederken de merkezde bu insanın kültürü vardır. Yabanilik, barbarlık gibi tanımlar da Avrupa-dışındakileri ifade etmektedir. Hiyerarşik piramit bu özelliklere göre oluşturulduğundan artık düşmanın/hedefin kim olduğu belirlenmiş ve buna göre hareket edileceği anlaşılmıştır. Burada düşman demek de aslında yanlış olur. Çünkü mevzubahis Hümanizmin ve türcülüğün yaptığı şey bir tarafı düşman olarak ele almak değil, bu ötekileri kıymetsizleştirmek, ölmelerinin dahi bir anlam/değer ifade etmemesini sağlamaktır. Buna dair Agamben’in Amerika’daki 11 Eylül saldırıları sonrasında alınan kararları değerlendirmesini örnek verebiliriz. Buna göre ABD Başkanı George W. Bush, 13 Kasım 2001 tarihinde aldığı kararla vatandaş-olmayan ve şüpheli olan kişilere dair “süresiz alıkoyabiliyordu.” Böylece herhangi biri 11 Eylül bağlamında “gözaltına” alınabiliyor fakat burada süresiz bir şekilde kalabiliyordu. Burada vurgulamak istediğim nokta ABD vatandaşı olmayanların açık bir düşmandan ziyade politik haklarının elinden alınması, her türlü hukuk ve anayasal düzenin dışında bırakılmasıdır (Agamben, 2010, s. 167). Eğer bu kişiler düşman olarak nitelendirilseydi yine de belirli hukuksal haklara sahip olacaklardı. Fakat bu kişiler, değersizleştirilmeleriyle birlikte tüm haklarını ellerinden kaybetmişlerdir. Buradaki Hümanizm çeşitli şekillerde -savaşlarla, işgallerle, kültürel hegemonyalarla- diğer toplumlara da zerk edilmeye çalışılmış ve bu doğrultuda insanın merkeziliği görüşü yayılmıştır. İnsanın insan-dışı varlıklara bakışını da bu çerçevede okuyabiliriz: Koyunların gözaltına alınması (T24, 2022), nehirlere insan haklarının verilmesi (Chandran, 2019) bu türlerin kendilerine saygı duyulması demek değil, bu türlerin insanlaştırılarak değerlendirilmesi demektir.
Bu görüşle eşanlı olarak hayvanların, bitkilerin, mantarların ve diğer canlıların daha aşağı görülmesi ve saygı duyulmaması fikri de gelişmiş ve insan-merkezcilikle birbirini desteklemiştir. Kürk endüstrisi bunun en açık örneği olarak verilebilir. Ayı, kurt, geyik gibi hayvanların postlarının; yılan, timsah gibi hayvanların derilerinin; tilki, vaşak gibi hayvanların da kürklerinin bu hayvanlar katledilerek alınması ve ticarileştirilmesi insanın kendisini merkeze koyup diğer canlılara saygı duymamasının yani türcülüğün göstergesidir. İnsan-olmayan canlıların yaşadıkları bölgeleri yok etmemiz[1] (Deutsche Welle Türkçe, 2021), Avrupalı olmayanların sömürgeleştirilmesi, cinsel kimliği veya cinsel yönelimi farklı olanların yakılması (Vikipedi, 2021) bu bakış açısının hala sürdüğünün göstergesiyken aynı zamanda çanların da çaldığını haber vermektedir.
7. Evrenselcilik
Evrenselcilik de Hümanizmin bir diğer fikridir ve bilimsel üretim bu konuda evrensellik dendiğinde akla ilk gelen alanlardan biridir. Bu fikre göre değişmez, mekân veya zaman fark etmeksizin genel geçer kurallar ve değerler vardır. Bu kurallar öylesine doğrudur ki kabul etmek zorundasınızdır. Kabul etmediğiniz, bu kurallara uymadığınız takdirde ise dışlanmayla yüz yüze kalabilirsiniz -yukarıda Agamben’le anlattığım örnek düşünülebilir-. Fakat altını kazıdığınızda gerçek pek de öyle değildir. Örneğin eşcinsellik 1973 yılına kadar Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hastalık olarak görülmüştür (psikiyatri.org.tr, 2015). Toplum, kendi içerisindeki farklılığı kabullenememiş, evrensel doğru olarak heteroseksüelliği görüp bunun dışındaki cinsel yönelimleri engellemek adına psikolojiyi kullanmıştır bu örnekte. Fakat eşcinseller, mücadeleleri sonucunda kendilerinin var olduğunu göstermiş ve “evrensel doğru”nun balonunu söndürmüştür. Tabii ki örnek Amerika özelindedir; orada da tartışmalar halen süredursun, dünyanın başka yerlerinde mücadeleler devam etmektedir.
Michel Foucault’nun bize bilimsel üretimin mekanizmalarıyla iktidarın mekanizmalarının iç içeliğini göstermesi oldukça önemlidir. Bu doğrultuda Braidotti de Foucault’yu izleyerek şöyle demektedir: “… ki bütün bilgi iddiaları, Batı kültürünün ve onun hâkim olma dürtüsünün ifadeleridir” (Braidotti, 2014, s. 35). Buradan yola çıkarak şu an içinde yaşadığımız dünyadaki hangi söylemlerin gelecekte olumlu veya olumsuz şekilde değerlendirileceğini kestirmemiz oldukça güçtür. İnsan-sonrası, tam olarak bu tartışmayı açmakta ve benlik, fark gibi kavramların şu an ne ifade ettiğini, bunun sonucunu ve nasıl daha pozitif bir şekilde ele alınabileceğini dile getirmektedir.
Agamben, G. (2010). Olağanüstü Hal. A. Çelebi içinde, Şiddetin Eleştirisi Üzerine. İstanbul: Metis Yayınları.
Braidotti, R. (2014). İnsan Sonrası. (Ö. Karakaş, Çev.) İstanbul: Kolektif Kitap.
Braidotti, R. (2019). İnsan Sonrası, Pek İnsanca: Bir Posthümanistin Anıları ve Emelleri. Cogito.
Braidotti, R. (2021). İnsan Sonrası Bilgi. (S. Sam, & E. Çaça, Çev.) İstanbul: Kolektif Kitap.
Carnoy, M. (2001). Gramsci ve Devlet. Praksis(3).
Chandran, R. (2019, Temmuz 4). Fears of Evictions as Bangladesh Gives Rivers Legal Rights. Haziran 28, 2022 tarihinde Reuters: https://www.reuters.com/article/us-bangladesh-landrights-rivers/fears-of-evictions-as-bangladesh-gives-rivers-legal-rights-idUSKCN1TZ1ZR adresinden alındı
Deutsche Welle Türkçe. (2021, Mayıs 19). Her Yıl Danimarka Büyüklüğünde Yağmur Ormanı Yok Oluyor. Haziran 28, 2022 tarihinde Deutsche Welle Türkçe: https://www.dw.com/tr/her-yıl-danimarka-büyüklüğünde-yağmur-ormanı-yok-oluyor/a-57577249 adresinden alındı
Grudin, R. (2017, Ekim 25). Humanism. Haziran 28, 2022 tarihinde Britannica: https://www.britannica.com/topic/humanism adresinden alındı
Kale, N. (2019). Hümanizm. Ankara University Journal of Faculty of Educational Sciences, 763-770.
Mardin Life. (2022, Şubat 28). Batının hiç bitmeyen ırkçı sözleri: “Burası Irak veya Afganistan değil mavi gözlü ve sarı saçlı insanlar ölüyor”. Haziran 28, 2022 tarihinde Mardin Life: https://www.mardinlife.com/batinin-hic-bitmeyen-irkci-sozler-burasi-irak-veya-afganistan-degil-mavi-gozlu-ve-sari-sacli-insanlar-oluyor.html adresinden alındı
psikiyatri.org.tr. (2015, Ocak 26). Homofobik ve Transfobik Psikoloji/Psikiyatri Kitapları ve Uygulamaları Hakkında Açıklama. Haziran 28, 2022 tarihinde Türkiye Psikiyatri Derneği: https://psikiyatri.org.tr/1355/homofobik-ve-transfobik-psikoloji-psikiyatri-kitaplari-ve-uygulamalari-hakkinda adresinden alındı
T24. (2022, Mart 30). CHP’li Tanal: Şanlıurfa’da 17 Koyun Gözaltına Alındı. Haziran 28, 2022 tarihinde T24: https://t24.com.tr/video/chp-li-tanal-sanliurfa-da-17-koyun-gozaltina-alindi,46502 adresinden alındı
Vikipedi. (2021, Ağustos 17). Hande Kader Cinayeti. Haziran 28, 2022 tarihinde Vikipedi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hande_Kader_cinayeti adresinden alındı
Yıldız, Ö. F. (2022, Mart 4). Avrupa, Ukraynalı Sığınmacıları Ağırlarken, Orta Doğululara Ayrımcı Tavrını Sürdürüyor. Haziran 28, 2022 tarihinde Anadolu Ajansı: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/avrupa-ukraynali-siginmacilari-agirlarken-orta-dogululara-ayrimci-tavrini-surduruyor/2523553 adresinden alındı
[1] Habere göre “2013-2019 yılları arasında yok olan ormanların yüzde 70’i yasa dışı olarak yok edildi.” Bunun temel sebepleri ise palmiye yağı üretimi, soya ekimi, büyükbaş hayvancılık, kakao ve mısır üretimi olarak zikrediliyor, dolayısıyla insanlar için insan eliyle yapılan eylemler söz konusu.