Bu yazı daha önce Prekarya Dergi‘de yayımlanmıştır.
Sosyolojik düşünebilmek nedir veya sosyolojiyi düşünen insan kimdir ya da bu bahsi geçen insan sıradan mıdır yoksa entelektüel midir? gibi sorular sosyolojiyi ve onun çalışma alanını şekillendirmektedir. Ayrıca bu sorular bugünü yaşayan, sıradan ya da entelektüel, kalabalık ile çağdaş her bir bireyin de varlık alanını tanımlamak adına birer yapı taşı konumundadırlar. Burada kalabalık ile kastedilen, toplumu oluşturabilmek adına kulak kabartılması gerekenleri görme/görülebilme duvarının dışında bırakan, dijital/yapay ve nispeten daha genç kanonların varlığıdır. Bahse konu olan kalabalığın evi bu dijital kanonlarda[1]; özü itibariyle insanı yukarıda bahsi geçen soruların aktörü yapan fırtınalar, zorluklar, uçurum kenarında, yükseklik korkusu olan birini hayata bağlayabilecek derinlikteki düşünceler, kırılgan kalpler ve insan beşeriyatının sınırlarını aşan istek ve arzular, gerçek dünyadan bağımsız olarak yaşamını sürdürmektedir (Bauman, 2019). Bu doğrultuda insan ve onun ürettikleriyle ilintili ve eylemlerinden bağımsız düşünülemeyen yukarıdaki sorular ile insani bir var olma arzusu sonucu idealaştırılmış ve nihayetlenmiş dijital kanonlarda sosyolojiyi yeniden düşünmek, entelektüel cübbenin ardında gizlenmiş sıradanı sosyoloji alanına taşımak, bu kısa denemenin ana mahiyetini oluşturmaktadır. Bu yazı, sınırları olan dijital uzamda yaşayanları anlayabilmek adına; sosyolojinin alanı ve ona belirleyici özelliklerini veren insan eylemlerinin geniş çaplı oluşumlarını irdeleyerek, eylem-uzam ilişkisini, eyleme girişme ihtimalini, eylemin başarı şansını, ötekiyi ve ötekinin kim olduğunu ve kalabalıkta ne yapabileceğini ve ayrıca rastlantısal olmayan bu yeni kanon düzeninde kimin görülebileceğini belirleyen bağlılık/bağımlılık düzleminde bir tartışma alanıdır. Bu doğrultuda bu deneme, dijital dünyanın kendisini değil, dijital kanon ile ilişki içeresinde olan dijital insanın dünya imgesini, dijital dünyanın dilinden ve yaşayış bilgisinden kazanılan yapı taşlarından sıkıca örülmüş bir pratiği tartışma konusu yapmaktadır.
Sosyoloji neden kalabalık olanın alanındadır? Bauman’a göre bu bilim dalı en öz haliyle insan ilişkileri, bu ilişkilerden doğan anlam katmanları, kalabalığın artışına bağlı olarak yaşanan ilişkisel kopukluklar ve bu kopukluklardan doğan sancı ve acıların tanım alanıdır (Bauman,2010). Hal böyle ise dijital sanrıda, ilişkisiz ve kopuk biraradalığın sosyolojisi nasıl kavramsallaştırılabilir, kimsenin kimseyi duymadığı bir kanonda sosyolojiden bahsetmek mümkün müdür? Sosyoloji bu ve benzer katmanlı yapıların kavramsallaştırmasını yaparken fail/fiil ilişkisini merkeze alarak yapar. Sözgelimi dini öğretiler kanonları ve o kanonlara bağlı cemaat arsındaki ilişkisel bağ üzerinden bir kavramsallaştırma yoluna gitmekte veya bu ilişkisel bağın bilinmezliğini sorgulamaktadır. Böylesi kurumlarda şeyler/emirler sürekli tekrarlanmakta ve bilindik hale gelmektedir. Böylece soru ve kuşkuyu insan doğasından uzaklaştırmaktadırlar. Diğer bir deyişle görünmez olurlar ve dolayısıyla sosyolojiye de orada pek bir iş bırakmazlar. Dijital evrenlerde kümelenen topluluklara, daha çok toplamsallara bakıldığında, dijital insan da ‘her şey her zamanki gibi’, ‘herkes her zamanki gibi’ tarzı sürekli tekrar eden ve sosyolojiye de yenilik arayışı için müsaade etmeyen, onu sorgulamanın dışına iten dijital ve kalabalık bir evde/evrende yaşamaktadır. Kalabalık olan ve şeylerin bilindik hale geldiği bu evde, görünürlük duvarının dışında kalanı aşikâr etmek veya sorgulamak için sosyolojiye ihtiyaç duyulmaktadır. ‘Kuşku-sorgu-çözüm’ kavramsallaştırması ile sosyolojinin alışkanlıkların, herkesleşen ya da her şeyleşen ve karşılıklı olarak birbirini pekiştiren bu tekrarlar dünyasında değişimi öncelemesi, toplamsal olan sakinler arasında sessizliğe karşı gelerek sorular sorması ve sessizliği bozması, banal bilindikleri açık tartışma alanına taşıması hatta bunu yaparken de günlükleşen ve sorgudan uzaklaşan sıradanın hayatını masaya yatırarak yapması, anlatılmak istenmektedir (Bauman, 2010).
Dijital kanonlarda yaşayanların o sınıra nasıl ulaştıkları, kendilerinin orada tesadüfi bir şekilde kümelenmedikleri ve salt meta değerleri üzerinden orada tutuldukları sosyoloji tarafından irdelendiğinde kimileri kendisini aşağılanmış hissetmektedir. Bu his durumu, toplamsalda aynılaşan dijital insanın ‘timeline’de parmak uçları ile yaptığı rüzgâr atını sürme eyleminin aslında pek de bir kıymet taşımadığını ve değersiz bir çabanın ürünü olduğunun aşikâr olma halidir. Aşikâr olmak ve bu durumdan öfke duymak yukarıda bahsedilen aynılaşma eşiğinin kırıldığı nokta olması nedeniyle anlamlıdır ve sosyoloji biliminin de görevini yaptığını göstermektedir. Sosyoloji toplumsalın bilincidir. Toplamsal, sayılabilme ve kâr getirisi üzerinden bir araya getirilen dijital kalabalığı bilinç alanına taşımak, akademik cübbelerin ardından, 19. yüzyıldan kalma aforizmalar ile toplumsalın hafızasını meşgul eden ve elde ettikleri imtiyazlı algoritmik konumları (mavi tik) ile toplamsalda yaşayan her bir bireyi özgürlük duvarının dışında ve daima gözetlenen çevrimiçi bir özneye dönüştüren dijital derebeylerini rahatsız etmek için sosyolojinin bilmeleştirme mevhumuna ihtiyaç duyulmaktadır (Kinsun, 2021). Öyleyse bu denemenin görevi sosyolojiyi temel alarak bahsi geçen dijital bilmezliği aşikâr etmektir. Sosyoloji toplumsal dünya ile ilintili şeyleri söylemek ve şeyleri olabildiğince toplumsalda var oldukları şekli ile anlatmakla ile görevlidir yani normal olan hatta bayağı olanı anlatır (Bourdieu, 2019). Bourdieu bu düşünceyi ele alırken, özgürlük girdabında debelenen ve gerçekleştirdiği eylemlerin salt öz istenç sonucu olduğunu düşünen özneyi eleştiri odağına almakta ve ‘alternatif insan’ tasavvurunu sistematik bir şekilde tartışmaktadır. Bu eleştiri ve yorumdan hareketle denilebilir ki dijital uzamlarda kendi istekleri ile var olma sanrısı yaşatılan modern insanın hikayesini en banal haliyle anlatmak ve bayağı olanı aşikâr ederek dijital kanonların sahiplerini rahatsız etmek bu entelektüel bilim dalının ve onu üretenlerin en asli görevi olmalıdır.
Kalabalık bir evde yaşayanları anlamak neden zordur? Kalabalık; duygu karmaşası, ilişkisel kopukluk ve kaotik bir ortamı da beraberinde getirmektedir hele ki kaotik olmak sürekli başka değişkenler tarafından tetikleniyorsa o ethosta karşılaşılacak tek şey tekrarlı bir aynılaşma cehennemini yaşamaktan başka bir şey olmayacaktır. Dijital evren de her geçen gün böylesi tekrarlardan oluşan kaotik bir aynılaşma öğretisine doğru evirilmektedir. Yukarıda anlatıldığı gibi aynılaşan insan aslında ilişkisel bir kopuklukta yaşayan ve kendi yüzünün, yaşantısının benzer bir yansıması olan canavarlar ile yaşamaktadır. Bu canavarlar pek tabi Francisco Goya’nın bir zamanlar kavramsallaştırdığı ve akıl/idrak etme halinin uykuya dalması sonucu ortaya çıkan ve bizatihi insanın özüne ait ve rahatsız edildiğinde dişlerini gösteren yaratıklardır (Sleep of Reason, 1797-99). Bu kavramsallaştırmadan yola çıkarak Jose Saramago; milenyum çağının başında, hızlı ve insana ait tüm zihin alanlarını işgal edecek şekilde yayılan iletişim teknolojilerinin gözümüzün önünde yeni canavarlar üretebilme potansiyelini sorgulamaktadır. Her ne kadar teknoloji akıl ürünü de olsa, Saramago’nun (1998) sorguladığı şey teknolojik kalabalıklaşmanın, aklı tam anlamıyla uyanık olmaktan alıkoymak ve özneyi dikkatli, ihtiyatlı ve eleştirel bir düstura sahip olmaktan menetmesiydi. Ne bu inceleme ne de tabii haliyle Saramago’nun eleştirileri ilerleme karşıtı bir tavır sergilememektedir. Aksine bu deneme ilerlemenin insan doğasının gereği olduğu ön kabulü başlamakta ve bu ilerlemiş ethoslarda hülyalara dalan ve bilincin dışında uyuklayan bir hal ile hareket eden öznenin sosyolojisini irdelemektedir. Tüm bu kavramsal değerlendirmeler sonucu Braudel’den esinlenerek denilebilir ki dijital insanın gündelik hayat pratikleri sorgulanırken ‘yalnızca gürültü çıkaran oyuncuların varlığına odaklanmak, sessiz olana kulak vermemek, sessizce bekleyen başka’yı ele almamak (Braudel, 1992) kalabalık bir evde Goya’nın kavramsallaştırdığı canavarları beslemekten başkaca bir anlam ifade etmemektedir. Bu doğrultuda, doğadan kopuk aslında doğanın dışı diye tanımlanabilecek bir uzamda kümelenen bedenler ve özlerine ait canavarları eleştiren ve onları sosyolojinin alanına taşımaya çalışan bilim insanlarını Bauman’nın Ernest Becker’den alıntıladığı şekli ile tanımlamak doğru olacaktır. Ona göre bu bilim insanları; doğanın dışında ve umutsuz bir biçimde var olan ve bir delilik halinden ancak başka bir delilik haline, bir sıradan olma haline geçerek kurtulmaya çalışanları dert edinir (Bauman, 2005). Ancak bu bilim dalını üretenler her ne kadar sınırsız bir alanda toplanan kalabalığı incelemek istese de bu çaba her zaman olumlu sonuç vermemekte ve bazen her şeyi yapmalarına rağmen sonu ve sonun nasıl geleceğini bilmek dışında ellerinden bir şey gelmemektedir. Bu ikilem insanı ve onun mutasyona uğramış hikayesini konu alan hemen hemen tüm çalışmalarda kendini göstermektedir. Bu çalışmalar insan sınırlılığını sınırsız alanlarda var olma arzusu üzerinden ele almakta, onu incelemekte ve görünür kılmaya çalışmaktadır. İnsan benliğinin arkasındaki canavarı görünür kılma durumu ise acı verici olmakta, bir tepkisele neden olmakta dolaysıyla bahsi geçen ikilem için de doğal sınırlar çizmektedir (Bauman, 2005). İçinde yaşanılan dijital evren de mevcut ikilemi yaratmakta hem modern insanı hem de onu araştırmasına konu eden sosyoloğu kendini aşmak üzere tetiklemektedir. Ancak her ikisinin de varmak istediği sınırlar bilincin dışında, sırların ötesinde ve unutmanın katıksız imkansızlığındadır. Bu imkânsızlık neticesinde sosyolog; asli görevinden uzaklaşabilmekte, korunaklı bir entelektüel cübbenin ardından eleştirelmiş gibi görünebilmektedir. Bahsi geçen korunaklı liman sosyologları yukarıda Bauman’dan alıntılanan şekli ile ‘sıradan olanın sosyolojisini’ irdelememekte, daima hatırlamak ve kalabalığı korumak adına tasarlanmış bu dijital sistem içerisinde her daim Goya’nın canavarları ve onların kalabalıklaşmış kimliklerini korumak adına kendilerine bir görev atfetmekte ve bu doğrultuda çaba göstermektedirler. Bu çaba sosyolojiye konu olması gereken sıradan olanı kalabalık bir duvarın ötesinde kalmaya zorlamaktadır. Öte yandan aynı çaba dijital korunakta barınan Goya’nın canavarlarını eleştiri kabul etmeyerek ve kendilerine ait salt öz istencin doğru kabul edilmesi cüretkârlığını göstermelerine de sebebiyet vermektedir. Korunaklı dijital kanon ve elit sosyologlarına rağmen bu çalışma, kalabalık duvarlar ve onların elit/korunaklı entelektüellerinin ardında kalmış ve kulak kabartılması gerekilenleri sosyoloji alanına taşımaya heveslenmiş ve bu doğrultuda bir kapı aralama ümidi taşımıştır.
KAYNAKÇA
Bauman, Zygmunt. (2019). Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? (A. Batmaz, Ed.; 4th ed.). Ayrıntı Yayınları.
Bauman Zygmunt. (2005). Bireyselleşmiş Toplum (1st ed.). Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Zygmunt. (2010). Sosyolojik Düşünmek (7th ed.). Ayrıntı Yayınları.
Braudel, Fernand. (1992). Tarih Üzerine Yazılar (Mehmet Ali Kılıçbay, Ed.; 1st Ed.). Doğu Batı Yayınları.
Bourdieu, Pierre. (2019). Akademik Aklın Eleştirisi Pascalca Düşünme Çabaları (3rd ed.). Metis Kitap.
Saramago, Jose. On Communition, (1998). https://mondediplo.com/1998/12/12saramago, Erişim Tarihi: 15.02.2022
Kinsun, Salih. (2021). “Ustalarını Kaybeden Dünya: Dijital Sınırda Herkesin Hiçleşmesi,” https://thepentacle.org/2021/12/26/ustalarini-kaybeden-dunya-dijital-sinirda-herkesin-hiclesmesi/, Erişim Tarihi: 18.02.2022
[1] Dijital Kanon; çalışma içerisinde sahip oldukları konumlar bakımından daha elit bir tabaka ve haliyle onlara benzeyen ve onları eleştiriyormuş gibi görünen entelektüellerin toplanma alanı/uzamı olarak kavramsallaştırılmıştır.