İklimkurgu: İklim Değişikliği, Antroposen’in Poetikası ve Ekoeleştirel İzler başlıklı kitap üzerine gerçekleşen bu söyleşi, daha önce Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Aytaç Timur ve Akif Pamuk’un hazırlayıp sundukları programı dinlemek için buraya tıklayınız.
A.T.: Açık Radyo’nun sevgili dinleyicileri, Dünyayı Okumak programından hepinize merhaba. Ben Aytaç Timur. Açık Dergi içinde yayınlanan Dünyayı Okumak’ta bugün yine bir yazarı Açık Radyo’ya konuk olarak aldım: Kerim Can Yazgünoğlu. Kerim Bey Açık Radyo’ya hoş geldiniz.
K.C.Y.: Aytaç Bey, teşekkür ederim. Hoş buldum, merhabalar herkese, bütün dinleyicilerimize.
A.T.: Sevgili dinleyiciler, Çizgi Yayınevi’nden çıkan İklimkurgu kitabının yazarı Kerim Can Yazgünoğlu bugün konuğumuz. Ben bugüne kadar bunca yıldır hiç Çizgi Yayınevi’nden bir yazarı konuk almadığım için de kendimi kötü hissettim. Özellikle değişik yayınevlerinin yazarlarını Dünyayı Okumak’a davet etmeye özen gösteriyorum. O yüzden buradan Çizgi Yayınevi’ne de teşekkürlerimi göndermek istiyorum. Konya merkezli bir yayınevi. Açıkçası ben de yayınevlerinin İstanbul dışında böyle örgütlenip oralardan yayın yapmasını çok önemsiyorum. Türkiye 50’lerde, 60’larda, 70’lerde çok fazla İstanbul dışında yayınevi olan bir ülkeydi. Ne yazık ki bunlar şimdilerde daha çok İstanbul’a, özellikle İstanbul’a, bir miktar da Ankara’ya yerleştiler. Umuyorum ki değişik illerde yayınevleri çoğalsın; oraların sesi olsun, oraların yazılarını, yazarlarını kitaplaştırsın. Kerim Can Yazgünoğlu’nun İklimkurgu kitabının alt başlığı İklim Değişikliği, Antroposen’in Poetikası ve Ekoeleştirel İzler. Kerim Bey, ben kitabınızdaki “İklim değişikliği kültürel bir krizdir” tespitinden başlamak istiyorum. Nasıl bir bağ kuruyorsunuz iklim değişikliği ile kültür arasında?
K.C.Y.: Öncelikle iklim değişikliği, iklim krizi ve iklim kırımı olarak günümüzde dile getirilen bu krizi, aslında insanlığın ya da medeniyetin doğuşundan itibaren iklimle, doğayla insanın mücadelesinde yatan bir tür kriz olarak da görebiliriz. Ancak, kitabın birinci bölümünde de bahsettiğim üzere, iklim krizinin esasen kültürel bir kriz olarak ortaya çıkması 20. yüzyıldadır ve 21. yüzyılda artarak devam ediyor. Tabii ki bu durumu Antroposen dediğimiz İnsan Çağı – ve bu tartışmalı bir kavram aslında çünkü buna mesela Jason Moore “Kapitalosen” diyor, yani kapitalizmle mahvolan yerküre imgesi karşımıza çıkıyor. Endüstri Devrimi’nden başlayarak günümüze kadar insan pratiklerinin, bütün kültürlerin – özellikle tabii buradaki gelişmiş kapitalist endüstrileşmiş ülkelerden bahsediyoruz; yani Küresel Güney ülkelerinden değil de Küresel gelişmiş Kuzey ülkelerinden bahsediyoruz, İngiltere gibi – bu, İngiltere ve Endüstri Devrimi ile birlikte insan kültürü ve toplumundaki değişikliğin artık doğayı mahvetmeye yönelik olduğu ile ilgili açıkçası. Günümüzde de baktığımızda açıkçası bu durum 1950 sonrası tüketici bir topluma dönüşmemizle daha da ivme kazanmış durumda. Hele günümüzde baktığımızda tüketici toplum çılgınlar gibi her şeyi tüketmekte – insanlar, doğa, çevreler dâhil – İnsanları bile tüketmekte ve bu yüzden günümüz iklim değişikliğini, iklim krizini toplumsal bir kriz, kültürel bir kriz olarak görebiliriz. Tabii şunu da eklemek istiyorum: İngiliz Marksist bir yazarımız var, Raymond Williams. Raymond Williams Anahtar Sözcükler adlı kitabında kültür kelimesinin çok karmaşık bir kelime, kavram olduğunu söyler. Ancak, kültürün her zaman doğayla bir ilişkisi, iklimle bir ilişkisi olduğunu da aslında biliyoruz. Ve insan krizi iklim krizine neden olabiliyor; iklim krizi insan krizine neden olabiliyor, yol açabiliyor. Birbiriyle ilintili olarak görebiliriz aslında. Tabii burada tüketim toplumu dediğimiz zaman, özellikle geç kapitalizm dönemi, özellikle postmodern sonrası, postmodernizmle gelen geç kapitalizmle birlikle ya da neoliberal ekonomi ile birlikte insanların artık bütün doğadaki yerküredeki, doğayla ilgili, çevreyle ilgili her şeyi bir tür eşya, nesne olarak görmesiyle işler daha da çığrından çıkıyor. Yani insan için yararlı veya zevki için her şeyin, doğada, yerkürede her şeyin kullanılabileceği, sömürülebileceği fikri doğal olarak bir tür kültür krizine yol açıyor. Bu kültür dediğimize, tabii ki, bütün yaşam biçimlerini içine koyabiliriz, yani şehirlerdeki yaşamlardan tutun da şu anda belki köylerdeki yaşamlara kadar bütün her yeri etkileyecek, tabii bunun içerisine küreselleşme, yani tek bir faktörü artık işin içerisine koyamıyoruz. Çok yönlü faktörleri bir bukle gibi düşünmemizin gerekliliğinin altını çizebilirim açıkçası.
A.T.: Şimdi, kitabın adı İklimkurgu, hemen başında da siz Antroposen Çağı’nı biraz detaylandırmışsınız çünkü bu Antroposen Çağı nedeniyle iklim krizini yaşıyoruz. O zaman bu iklimkurgu eserlerinde Antroposen Çağı nasıl yer alıyor, bir arka plan olarak mı yer alıyor yoksa eleştirinin çıkış noktası olarak mı yer alıyor?
K.C.Y.: Aslında Antroposen Çağı tam olarak kabul edilen bir çağ değil, ancak Antroposen Çağı bir arkaplan olarak da kendine yer bulurken iklimkurguda tabii ki Antroposen’in Antropos’u – yani buna Latincede veya Yunancada Homo ya da Anthropos dediğimiz insana karşılık geliyor – tabii “buradaki insan hangi insan?”, “bu insanla neyi niteliyoruz?” gibi karşılıklar olabiliyor. Bu yüzden iklimkurgu romanlarında özellikle insan temsilleri de Antroposen Çağı’yla birlikte eleştiriliyor. Çünkü Antroposen Çağı, İnsan Çağı olarak söyleniyor; hatta Antroposen Çağı’na şu anda yüze yakın terim ortaya konuluyor. Aslında Antroposen bazen “Son İnsan Devri” olarak da Türkçeleştiriliyor mesela, bu Aykut Çoban’ın çevirisidir Antroposen için. Temelde Antroposen’in Antropos’u bir eleştiri çıkışı olarak görebiliriz; yani Antroposen Çağı’na neden olan insanın aslında tamamen değişmiş bir çevrede yaşadığına yönelik bir eleştiri getiriyor. Tabii Antroposen Çağı demek aslında doğanın Holosen Çağ’dan itibaren bir tür insan güdümüne girdiği anlamına geliyor. Yani günümüzde tartışılan şu: “İnsan aktivitelerinin yerkürede ulaşamadığı yer artık yok” demek istiyorlar. Yani Amazon ormanlarından tutun da bütün her yere artık insan pratiklerinin, insanın girmediği bir alan olmadığı ve bu alanın jeolojik olarak katmanlarda kendine yer bulduğu, örneğin plastiklerden bahsedebiliriz. Yani mesela şu anda Pasifik’te yedinci bir kıtanın oluştuğunu, plastiklerden oluştuğunu söylerler. Bu plastik kıtası da aslında bize insanın böyle bir kıtaya, yol açabileceğini göstererek Antroposen’e katkıda bulunduğunu görebiliyoruz. O yüzden iklimkurguda Antroposen hem bir eleştiri çıkış noktası hem bir arka plan hem de bir karakter olarak da görebiliyoruz. Yani Antroposen’in kendisi, evet bir karakter olarak da görülebilir.
A.T.: Hemen kitabın giriş bölümünde esasında iklimkurgu eserlerin iklim krizini anlamak, sonra buna karşı bir eyleme geçmek için bir işlev ürettiğini iddia ediyorsunuz. Aynı zamanda kitabın içinde romanlar iklim, sermaye ve teknolojinin enine boyuna tartışıldığını söylüyorsunuz. Gerçekten de iklim krizi sermaye ve teknolojiden bağımsız konuşulamıyor. Birinci bölümü bitirmemize iki-iki buçuk dakika kaldı, biraz da bu iki buçuk dakikada birkaç paragrafla bu iklim-sermaye-teknoloji ilişkisine değinir misiniz?
K.C.Y.: Tabii ki. Öncelikle Carolyn Merchant adlı bir eleştirmen iklimkurgu-Antroposen tartışmalarının antropos, kapitalos, politikos ve natura şeklinde, yani sermaye, siyaset ve doğa ve insan dörtlü diyalektikle birlikte tartışılması gerektiğini söylüyor. Özellikle Ian McEwan’ın Solar adlı iklimkurgu romanında teknolojinin ve sermayenin yerküreyi nasıl başkalaştırdığını ve dönüştürdüğünü görebiliyoruz. Özellikle ağır sanayi endüstrisi ve şirket kapitalizmi yerkürenin bütün kaynaklarını sömürmeye çalışıyor. Doğal olarak da iklimkurgu romanlarında bunların insan hayatını, toplumsal hayatı, kültürel hayatı ve insan olmayan hayvanların hayatını nasıl mahvettiğini ortaya koymaya çalışıyorlar. Teknoloji bağlamında baktığımız zaman da çok ilginçtir, özellikle Julie Bertagna’nın Göç romanında teknokrat toplumların ortaya çıktığını ve iklim mühendisliğini bir tür kendi zengin toplumları için kullandıklarını ve yine sınıfsal olarak altta gördükleri, ötekileştirdikleri insanları ve toplumları bu teknolojiden mahrum tutarak yine mahvettiklerini görüyoruz. Tabii ki teknolojik ilerleme ve kapitalist sermayenin ilerlemesi yerkürenin bir tür mahvı anlamına geliyor, çünkü sürekli üretim, sürekli üretim ve tüketim doğal olarak bu kaynakların limitli olduğunu gösteriyor. Sermaye bir gün bu kaynakları bitirecek ve bitirdikten sonra esas olay o zaman başlayacak gibi görüyoruz, özellikle iklimkurgusal senaryolarda, hikâyelerde.
A.T.: Çok teşekkür ediyorum. Sevgili dinleyiciler, Kerim Can Yazgünoğlu’yla konuşuyoruz. Çizgi Yayınevi’nden çıkan İklimkurgu kitabına ama Kerim Bey izin verirseniz burada dinleyicilere ben Tom Waits’den benim çok hoşuma giden bir parçasını seçtim. Onu dinletip sohbetimize öyle devam edelim. Tom diyor ki “You can never hold back spring”. Şimdi Tom Waits’i dinliyoruz.
…
A.T.: Açık Radyo’nun sevgili dinleyicileri, İklimkurgu kitabını Kerim Bey’le konuşmaya devam ediyoruz. Kerim Bey, size bir iki sorum daha var ama bu arada siz kısaca Kerim Can Yazgünoğlu kimdir, biraz da ondan bahsedebilir misiniz lütfen? Şu anda zannediyorum Niğde’de yaşıyorsunuz.
K.C.Y.: Evet, Niğde’de yaşıyorum. Burada Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi’nde doktor öğretim üyesi olarak İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde çalışmaktayım. Lisans öğrenimim aslında Ankara Üniversitesi DTCF’de İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora öğrenimimi de Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladım. Yüksek lisans ve doktora tezlerimde ekoeleştiri, toplumsal cinsiyet ve Antroposen tartışmalarını ele alıyorum. Özellikle posthümanizm ve ekoeleştiri bağlamında doğa nedir, insan nedir, beden nedir, kirlilik ve bunun romanlardaki toplumlara, insanlara, bedenlere, hayvanlara etkileri nedir bunları genellikle incelemekteyim diyebilirim kısaca.
A.T.: Çok güzel. Bence Türkiye’nin de bu konularda kalem oynatmaya, okumaya, kitaplar görmeye ihtiyacı var. Şimdi bir de bu iklimkurgu eserlerde bana biraz örnek verir misiniz, dinleyicilerimize, iklim krizinin insan dışındaki canlılara etkileri ne, buna odaklanmış eserler ne? Çünkü genellikle bu iklim krizi ne yazık ki sadece insan merkezli değerlendiriliyor. İşte, “bir sel oldu oradaki şehir yok oldu” gibi ama bir yangın olduğu zaman orada kim bilir kaç bin canlı ölüyor. Bununla ilgili iklimkurgu eserleri var mı, bunlara odaklanmış?
K.C.Y.: Aslında Angloamerikan ve Avustralya edebiyatında, günümüz edebiyatında, bu konulara bakan yazarlar var. Yani güncel Türk Edebiyatı’ndan ya da Türkiye’deki edebiyattan da örnek ne yazık ki bildiğim kadarıyla yok ama belki Faruk Duman’dan örnek verebilirim. Ama şöyle diyeyim, bu konulardaki Barbara Kingsolver’ın Flight Behavior kitabı güzel bir örnektir. Flight Behavior romanında, 2012 yılında yazılan bu romanda Kingsolver, Monark kelebekleri (Kral Kelebeği) üzerine yazıyor. Özellikle iklim değişikliği ile birlikte hayvanlar ve hayvanların soylarının tükenmesi üzerine kalem oynatıyorlar. Burada Kingsolver bu Monark kelebeklerin bir anda hiç olmadığı bir iklimde kendilerine yer almasını örneklendirmeye çalışıyor ve bunu araştırmaya çalışıyor romanında. Ve bu kelebeklerin durduk yere niye böyle bir olmamaları gereken bir bölgede yaşamaya başlamalarını görüyoruz. Bu açıdan bu iyi bir örnek olabilir. Diğer bir örnek ise Avusturalyalı, oranın ilk yerleşenlerinden olan yazar Alexis Wright’ın The Swan Book, Kuğu Kitabı diye de Türkçeye aktarabileceğimiz bir romanı var. Burada da yine hayvanlar ve soy tükenme üzerine yine iklimsel olarak tamamen değişmiş bir dünyada bir kadın anlatıcı üzerinden kuğuların ve kuğularla olan iletişimi üzerine kurulu bir kitap. Bunun dışında Laline Paull’un The Bees, Arılar diye bir romanı var. Bu tamamen arılar üzerine ve karakterlerin hepsi arı. Yine iklim değişikliğinin arılar üzerindeki etkisini anlatıyor. Yine Louis Nowra’nın Into That Forest adında bir romanı var. Bu romanda da Tazmanya canavarlarının yok oluşları ve onlarla ilgili hikâyeyi özellikle Tazmanya canavarlarını karakter olarak görüyoruz diyebilirim.
A.T.: Çok teşekkür ediyorum. Bu örnekler iyi oldu. Meraklı okuyucular, dinleyicileri gidip bunları okuyabilirler. Değil mi?
K.C.Y.: Evet, evet.
A.T.: O yüzden ben de değinmenizi istedim. Programımızın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Birkaç dakikamız kaldı. Orada da ben size, lütfen kısaca cevaplamanızı isteyeceğim bir soru yönelteceğim. Şimdi, edebiyat tarihine baktığımızda özellikle 19. yüzyılda doğanın kitapların içine çokça girdiğini ve bu giren doğanın bir romantik atmosferle ortaya çıktığını görüyoruz ama genel olarak ekokurgu, özel olarak iklimkurguyla birlikle siz de doğanın artık karanlık bir pastoralle sunulduğunu yazmışsınız kitabınızda. Tabii böyle olunca da artık korkulan, ürkülen ne yapacağı belli olmayan bir doğa oluyor. Böylece edebiyat eserlerinde doğa bir dönüşüme uğruyor mu sizce?
K.C.Y.: Evet. Günümüz güncel edebiyatında artık doğa bildiğimiz tanıdığımız bir doğa değil. Hatta ekoeleştiri çalışmalarında “doğa” kelimesi yapısöküme uğratılıp daha çok “doğalar”, “çevreler” yani tek bir yeşil, güneşli, devamlı bizi iyi mutlu tutan bir doğa imgesinden sıyrılıp artık doğaların karanlık tarafının da canavar tarafının da tekinsiz tarafının da olduğunu görüyoruz. Aslında edebiyat tarihinde biz bu doğa imgesini örneğin gotik romanda görürüz. Veya tabii söyle bir durum var: romantik doğa, pastoral doğa dediğimiz zaman her zaman böyle bir doğayla birlikte bir aşkınlık hissi duymamız gerektiği görülüyor. Ancak iklim değişikliği, çevre felaketleriyle birlikte doğalar artık çevreler zehirli bir hale dönüşüyor. Veya şehirlerde özellikle çöplerin döküldüğü mahallelerde yaşayan insanların nasıl toksik bedenlere dönüştüğünü görüyoruz. Bu yüzden doğa ve çevre özellikle şehir ekolojisine de baktığımız zaman bize artık böyle bir romantik doğa imgesinin sonuna geldiğimizi gösteriyor. Artık doğa, doğalar tekinsiz, karanlık, şaşırtıcı, bazen canavarımsı da olabiliyor. Bu yüzden tabii ki burada, doğalardan insanları, insansı yapıları veya diğer kültürel yapıları ayrı düşünmememiz gerektiğinin altını çizmek isterim. Doğayla insan her zaman bir mücadele içerisindedir ancak doğanın da doğaların da çevrelerin de bir parçası olduğumuzu unutmamamız gerekir diyebilirim açıkçası.
A.T.: Çok teşekkür ediyorum Kerim Bey. Bence gerçekten iklimkurgu üzerine çok güzel bir söyleşi oldu. Size çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Umarım yazmaya devam edersiniz. Çalıştığınız konular çok kıymetli. Açık Radyo’ya katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.
K.C.Y.: Ben de beni davet ettiğiniz ve bu güzel sohbeti yaptığımız için size ve Açık Radyo’ya Dünyayı Okumak, “dünyayı iklim değişikliğiyle okumak” olarak teşekkür ediyorum ve iyi çalışmalar dilerim ben de.
A.T.: Çok teşekkür ederim. Sevgili dinleyiciler, Çizgi Yayınevinden çıkan İklimkurgu kitabının yazarı Kerim Can Yazgünoğlu’yla bugün programımızı yaptık. Önümüzdeki programda yeni bir kitap, yeni bir yazarla buluşuncaya kadar, ben Aytaç Timur, Dünyayı Okumak’tan, Açık Dergi’den Açık Gazete’den hepinize iyi günler diliyorum, hoşça kalın.