“İnsanın, hayvanın ölümcül bir hastalığı olduğu söylenebilir.” — Alexandre Kojeve
Eleştirel hayvan çalışmalarındaki başat soru, “hayvan nedir?” sorusudur. “Hayvan” kategorisini sorunsallaştıran bu çalışmalar, insan/hayvan, doğa/kültür ve beden/akıl gibi Kartezyen ikili karşıtlıkları sorgulayarak, Batı düşünce tarihindeki ontolojik insanmerkezciliği tartışmaya açmaktadır. Eleştirel hayvan çalışmaları, insan ile hayvan arasındaki farklılık veya benzerliklerin nasıl konumlandırılması gerektiği gibi konuları insanmerkezci olmayan bir yaklaşımla tartışmaktadır.
İnsan-hayvan ikiliğini irdeleyen Matthew Calarco, Peter Singer, Paola Cavalieri, Jacques Derrida, Giorgio Agamben, Cary Wolfe ve Donna Haraway gibi düşünürler hayvan meselesini kültürel, bilimsel, felsefi ve politik boyutuyla tartışarak Yunancadan gelen “hayvan” [zoe] sözcüğünün “yaşam” [bios] sözcüğüyle ilişkili olduğu ve bu bağlantının biyoiktidar mekanizmaları etrafında oluştuğu üzerinde durmaktadırlar. Bu tartışmalarda öne çıkan temel iki kavram, antroposantrizm olarak da çevrilen insanmerkezcilik (anthropocentrism) ve orijinali speciesism olan türcülüktür. İnsanmerkezciliği felsefi olarak tartışan Agamben, insanın “‘antropofor’ (insana götüren) hayvanlıkla arasında ince çizgiler olduğunu” söyler. Bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın, kendi hayvan oluşunu kabullenmekte zorlandığını ve hayvana yaklaştığı her an, hiç değilse kendini ondan fiilen ayırdığı, hep duraklarla kesilmiş diyalektik gerilim alanlarının bulunduğunu öne sürer.
Öte yandan Haraway, “yoldaş türler” kavramı vasıtasıyla insan ve insan olmayan türler arasındaki sınırların geçirgen olduğunu söyler. Dolayısıyla insan ve hayvan arasındaki bu geçirgenlik hayvan sorununa yönelik insanmerkezci bakış açısını da yıkıma uğratır. Bu durumda “İnsan oluş”, bulunduğu üst mertebeden indirilerek hayvan ve diğer türlerle düz bir ontolojiye çekilir.
Posthümanist hayvan çalışmaları, “insan” ve “hayvan” gibi kategorilerin onto-epistemolojik düzlemde aslında bir olduğunu öne sürer. Bu çalışmalar, hayvan meselesine ilişkin tartışmaların belirlenmesinde önemlidir. Bu açıdan insan ile hayvan, akıl ile beden, doğa ile kültür arasında hiyerarşiye dayalı olmayan olumlayıcı bir yaklaşım oluşturulmasında rol oynar.