“Yalnızca-avcı” bakış açısından besin zincirinin türümüzün üstün değerini yansıttığını düşünüyoruz ve her şeyi yeniden inşa ediyoruz ki bize aynı görüntüyü geri yansıtsın. Bu da hayatta insan olarak rolümüzde her daim üstünlük sahibi olduğumuzu kendimize doğrulama şeklidir.” Val Plumwood, Eye of the Crocodile (2012, s. 36)
Yıl 2021, ortalama bir market günde yaklaşık 800 civarı müşteriyi ağırlıyor. Gelen müşteriler refleksif hareketlerle plastik poşetlerine GDO olan biberleri, kasaba sipariş verdikleri eti, enerji içeceklerini depolayarak eve taşıyor. Bu gıdaları tükettikçe açlığını gideriyor, dizi keyfine bir de lezzet katıyor. Ortalama bir insanın bu koşullarda ortalama 77 yıl yaşaması beklenir.
Yıl 2021, dünyada günde yaklaşık 160 milyon hayvan mezbahalara taşınıyor. Kolay kontrol ve kitlelere kaynak sağlamak için özel üretilmiş kafeslerde otomatikleşmiş bir hayat sürüyor; besleniyor, ürüyor, kaynak sağlıyor. Bu hayvanların yaklaşık 110 milyonu kısa vadede ortalama bir markette kasaba sipariş verilecektir. Ortalama bir hayvanın bu koşullarda hayatta kalma ihtimali yüzde 2.
Uzak bir gelecek, ortalama bir Draag günde yaklaşık 7 saat meditasyon yapıyor. Sonra evcil Omunu eğitiyor, belki arkadaşlarıyla eğleniyor ve doğada yürüyüş yapıyor. Keyfine göre belki ürüyor belki üremiyor. Sebebini tam olarak kendisi de bilmese de ara sıra karşısına çıkan Omları sevimsiz bulduysa dev cüssesiyle eziyor. Ortalama bir Draag, Om yılıyla yaklaşık 3000 yıl hayatta kalabiliyor.
Uzak bir gelecek, ortalama bir Om gününün 16 saatini avlanarak ya da av olmaktan kaçarak geçiriyor. Türünün devamını sağlamak için olabildiğince erken bir yaşta, mümkün olduğunca sık ürüyor. Yılda ortalama 600.000 Om Draaglar tarafından sahiplenilirken 10 milyon kadarı ölüyor.
1973 yılında René Laloux’nun yönettiği film La Planète Sauvage (Vahşi Gezegen), izleyiciyi bakış açısını avcı konumundan avlanan konumuna çevirmeye davet etmekte. Draag adlı bir uzaylı ırkının hakim olduğu Ygam gezegeninde Draaglara Dünya’dan getirilmiş bir başka tür daha eşlik etmektedir; Omlar. Draaglar gezegende spiritüel ve teknolojik açıdan çok daha ilerlemiş, aydın bir yaşantı sürmekteyken, Omlar genellikle sevimlilik kriterine bağlı olarak ya evin çocuğuna evcil Om olarak alınıyor ya da vahşi doğada katlediliyor. Vücutları Omlara kıyasla kat kat iri olan Draagların fiziksel, sosyal, entelektüel ve teknolojik üstünlüklerini yadsımak epey zor. Daha zeki tür olarak bilinmelerine karşın Draaglar Omların da bilince sahip olabileceği fikrini kavramamaktalar, dolayısıyla onları “Draag-dışılaştırmak”[1] ve öldürmek etik açıdan bir sorun gibi görünmüyor. Ortam şimdiye kadar alışageldiğimiz düzene oldukça yakın, fakat Omların insanlara olan inanılmaz benzerliği (nitekim, isimleri Fransızca “erkek” anlamına gelen ve insanlığın tümünü kapsayacak biçimde genelleştirilen “homme” ile yapılan bir kelime oyunudur) sonucu kafalar karışmaya başlamaktadır.
İzleyici kendisini belki de ilk defa av konumunda görüyor. Bir yandan Draagların gelişmişliğine saygı duyarken bir yandan da Omların tarafını tutmadan edemiyor. Gerçekteyse, ikisiyle de kendini bir tutma eğiliminde bir ikileme düşüyor: Üstün olan da benim, insana benzeyen de. Peki ne olacak şimdi?
Val Plumwood, Eye of the Crocodile (Timsahın Gözü) kitabında Herakleitosçu evrenden bahsetmektedir. Herakleitos’un “zıt şeyler özdeştir” teorisinden türetilen bu evren, “bedenlerimizin besin zinciri ile birlikte aktığı” (Plumwood, 2012, s. 36) paralel bir evren olarak düşünülebilir. Bu evrende “uzlaşmaz ve birbirinden ayrı ögeler bir araya gelerek bir bağlam veya uyum oluştururlar” (Herakleitos, çev. 2005, s. 8); zıtlık kaostur ve kaostan her şey doğar. Ortak ontolojik düzlemde zıtlıkları bir araya getiren bu evrende, en basit halinde besin olan bedenlerimiz yalnızca maddedir, gıdadır ve asla bize ait olmamıştır; aslında başından beri ekosistemin bir parçasıydık. İnsanın gözünde timsah; çanta, inek süt, hatta bir başka ırk köleyken, timsahın gözünde hepsi etten ibarettir. Timsahın gözünden bakıldığında bu kadar iç içe geçmiş ve tam olması gereken şekilde işleyen doğal bir düzenin içerisinde hiyerarşilerden nasıl bahsedilebilir?
Av ve avcı zıtlığı ele alındığında avcı sayılabilecek insanın gözünde doğa, daima kötücül, vahşi hayvanlar alemi olarak addedilmiş, bir kenara itilmiştir. Sömürülemiyor, kontrol edilemiyor ya da sahip olunamıyorsa uzak durulmuş veya korkudan “şeytanın işi bu” diye yaftalanmıştır. Söz konusu tutum yalnızca doğaya[2] özgü değildir; tehditkar algılanan tüm “ötekiler”[3] (kadın, şizofren, kuir, siyah, virüs, bakteri, robot ve tüm diğer ötekiler) mümkünse bir bahçede kontrol altında yetiştirilmelidir.
Vahşi Gezegen filminde ise avcı konumunda bulunan Draaglardır. Mimari yapıları ve spiritüel yaşam tarzlarıyla doğaya yakın ve medeni görünseler de vahşi doğaya asıl ait olan Omlardır. Omlar, mağara dönemindeki gibi avladıkları ve topladıklarıyla beslenen, giyinen ve barınan varlıklardır. Kısacası insanın habitatı, konumu, rolü “tersine çevrilmiştir.” Bu formata paralel olarak başka medyalarda da aynı temayı yakalamak mümkün. Örneğin, Yousif Al-Khalifa’nın 2012 yapımı End of an Era (Bir Çağın Sonu) adlı animasyon kısa filminde insan-dışı form olan böceklerin insan türü ile yer değiştirmesi söz konusudur. Benzer şekilde Agathocles adlı ağır metal grubunun “Consuming Endoderme Pus” şarkısının sözlerinde hayvan zulmünün bahsiyle yaratılan iğrenme algısı, şiirsel kişiliğin konumunu değiştirerek “öteki” olanla bağdaştırır (Ağın Dönmez, 2015a, s. 74).
İnsanın dışlanmış öteki[4] ile yer değiştirmesinin medyadaki örneklerinden bahsetmişken, bu zıtlık ve yer değiştirme bağlamında posthümanizm, Vicky Kirby’nin deyimiyle “insanlık kimliğinin” (identity of humanness) sorgulanması ve parçalanması olarak karşımıza çıkmakta. Geleneksel olarak insana ait saydıklarımızın ve insanı tanımlarken kullandığımız niteliklerin, yani insan kimliğinin, insandan daha üstün veya hakir görülen insan-dışı (non-human) herhangi bir başka türe atfedilmesi, insanın doğaya yani “öteki olana” karşı bencil ve sömürgeci yaklaşımlarını, uygulamalarını çarpıcı biçimde eleştirmekle kalmaz, bir yandan da türlerarası bağdaşıklıkları, iç içe geçmişliği vurgular. İnsan kimliğini nasıl belirlerse belirlesin, timsahın gözünde hepsi ettir, virüsün gözünde konak hücredir, kanserin gözünde glikozdur, hayatta kalma mücadelesinin sindirilebilir bir parçasından ibarettir. Kısacası, Morton’ın sözüyle, “varoluş bir arada var olmaktır” (Morton, 2010, s. 60). Filme dönecek olursak, bu iç içe geçmişlik Draaglar ve Omlar için de söz konusudur. Hem fiziksel hem yaşamsal özellikleriyle hem insanı hem de insan-dışı tüm ötekileri bünyelerinde barındırır; iki zıtlığın iç içe geçtiği karmaşık bir simbiyozdur.
Tüm bunlar her ne kadar distopik görünse de posthümandan kastettiğimiz insanlığın sonunun habercisi veya destekçisi değildir. Aksine, karmaşık bağdaşıklıklarımızdan dolayı bir türün sonunun diğer türlerin de sonunu getirebileceğini savunur (Ağın Dönmez, 2015b, s. 47). İnsan için kolonilerini gönderdiği coğrafya, estetik aşkına genetiğiyle oynayıp bedenine hükmettiği her evcil hayvan neyse Draaglar için de Omlar hükmedilme, sahiplenilme hakkı verilendir. Bu hakkı kendine reva gören “üstün” insan türünün yapısökümü (deconstruction) biyolojik türlerin kendi içlerinde ve cansız maddesel her varlıkla (non-living matter) doğalkültürel (naturalcultural) dolanıklıkların farkına varılması ile gerçekleşebilir. İnsanı film ya da animasyon aracılığıyla baskı ve tehdit altında yaşayan Om veya böcek haline getirmek, insanın konumuna bir ayna tutar ve bu farkındalığa yardım eder. Sonuçta “kral bile hiçlikten ibaret bir şeydir.”[5]
Film bu perspektif değişikliğinin devamında eve “evcil hayvan” olarak alınmış Terr isimli Omun Draaglarla etkileşimi sonucu onların dünyasını ve dilini öğrenmesi, bir başka deyişle “zeka” elde etmesi ile ilerler. Bu noktada dilin insan olmakla nasıl bağdaştırıldığını incelemek için Tan Gedik’in yazdığı “Dilbilim ve Posthümanizm” yazısına göz atmak faydalı olacaktır. Terr, edindiği bilgileri evden kaçarak diğer Omlar ile paylaşır ve Draaglara karşı hep birlikte başkaldırırlar. Bu isyan şu anlama da gelebilir; aşağıda olan daha üstün ırktan ne kadar özelliği kendine alırsa o kadar güçlenebilir fakat kendi orijinal halinde herhangi bir üstünlüğü yoktur. Nitekim, Draaglar vahşi Omlara, “Haşere bunlar!” diye hitap etmekte, (tıpkı Batı-Doğu çatışmasındaki gibi) medeniyetten uzak olduklarını ima etmektedir. Bu başkaldırı Om ve Draag arasında güç savaşına dönüşür. Dünya’da da benzeri çatışmalar farklı insan ırkları arasında görülmüş ve hâlâ görülmekte olsa da henüz bir hamamböceği ordusunun birleşip insanları protesto ettiğine denk gelmedik.
Bahsedilen ırklar/türler arası çatışmalar, temelde bir tarafın “yabancı” addedilmesinden kaynaklanır. Bu bağlamda yabancılaştıran/ötekileştiren taraf avcı veya barbar olarak ele alınabilir. Düalist bir düzlemde de bunun zıttı medeni olandır. Filmin başında genel kabul gören gelişmişlik kriterine göre Draagların medeni taraf olduğu apaçık ortadadır. Fakat Omlar Draaglardan öğrendiği teknoloji ile eşit şartlarda savaşabilmek için daha güçlü silahlar üretiyor, kıyafetleri daha fütüristik ve dış etkenlerden korunmak üzere kapalı tasarlanıyor, hatta ilkel olan hayatta kalma mücadeleleri yerini onur, intikam, adalet gibi değerlere bırakıyor. Bu noktada Omlar yine genel kabule göre medenileşme yolunda ilerlemektedir. Fakat avcının barbar olan olduğundan bahsetmiştik, dolayısıyla yanında bir başka türün katliamını getiren medeniyet de barbarlıktır denebilir. Bu noktada Morton’ın akla gelen “yabancı yaban bizle aynı mıdır farklı mıdır?” (Morton, 2010, s. 18) sorusuna şöyle cevap verebiliriz; barbar ve medeni zıtlığı da aslında ayrılamayan bir kaostur, Draagın gözünde Om ne ise Omun gözünde de Draag odur.
Vahşi Gezegen, beklenmedik biçimde Draag ve Omlar arasında barış ve eşitliğin ilan edilmesiyle son buluyor. Bu bir bakıma umut verici gibi görünen bir son olsa da gerçek dünyaya uyarlandığında inandırıcılığını büyük oranda yitiriyor. Filmde “gezegenin efendisi” konumunda gösterilen Draag ırkı Omlar ile birlikte var olmanın yolunu bularak savaşa son veriyor. Filmin son sahnesinde öğrendiğimiz üzere; Draag bilgi birikimiyle kendini donatan Om ırkı dinamik, yeni bir düşünce ve yaşam tarzı sunar ve Ygam gezegeni yapay ve doğal olmak üzere sırasıyla fantastik gezegen (la planète sauvage) ve toprak (Terr) dedikleri iki uyduyla varlığını sürdürmeye başlar. Fakat tüm bunlara rağmen değişmeyen bir şey, Draagın kucağında okşadığı evcil yaratığıdır.
Referanslar:
Ağın Dönmez, B. (2015a), Bang Your Head and Save the Planet: Gothic Ecocriticism, S. Oppermann içinde, New International Voices in Ecocriticism (s. 71-85), London: Lexington.
Ağın Dönmez, B. (2015b), Posthuman Ecologies in Twenty-First Century Short Animations, Ankara: Hacettepe University. Ph.D. dissertation.
Heraclitus (2005), Fragmanlar, (Çev. Çakmak C.), İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Kirby, V. (2011), Quantum Anthropologies: Life at Large. Durham: Duke University Press.
Laloux, R. (Yönetmen). (1973), La Planète Sauvage (film). France: Les Films Armorial Ceskoslovenský, Filmexport.
Morton, T. (2010), The Ecological Thought, Cambridge: Harvard University Press.
Plumwood, V. (2012), The Eye of the Crocodile, Canberra: ANU Press.
[1] Draag türü açısından “insandışılaştırma” (dehumanize) anlamında kullanılmıştır.
[2] Bu bağlamda doğa yalnızca “environment” anlamında kullanılmıştır.
[3] “other”
[4] “Marginalized other”
[5] “The king is a thing- of nothing.” Hamlet, Perde 4, Sahne 2