Posthüman Sorgunun Kalbindeki Zombi Varoluşu

Sinema, dizi, roman, müzik ve video oyun sektöründe ortalığı kasıp kavuran ve insanlığın yok oluş senaryosundan beslenen zombi figürünü daha yakından ele alıp acaba bu figürün posthüman bir çağrışımı var mı, bakmak gerekmektedir. Bir canavar ve öteki olarak resmedilen zombiler, kurt adamlar, cadılar ya da vampirlerden farklı olarak tamamen insan bilincini kaybetmiş yaratıklardır. Ayrıca, yine bahsi geçen diğer ötekilerden farklı olarak bir sürü hâlinde hareket ederler. Karşı karşıya olduğumuz şey açlıktan gözleri dönmüş hâlde sürekli yürüyen bir kalabalıkmış gibi görünmektedir Hareketlerinin devamlılığı için yaşayan insan eti ihtiyacındadırlar. Bu açıdan, diğer canavarların aksine insan türüyle aynı zamanda ve mekânda var olamazlar. Mekânlar bölünmemişse Zombi çağı başladığında insanların zamanı geçip gitmiştir artık, ya da tam tersi. Aynı zamanı paylaşıyor olmaları durumundaysa farklı mekânlarda var olmaları gerekir. Toplumsal mekân buna göre örgütlenir, bu iki kardeş düşmanı birbirinden ayırmak için dikenli teller, surlar, hendekler devreye girer. İnsanlığın sonunun gösterildiği felaket ve distopik senaryoların başkahramanlarından olan popüler zombileri daha yakından incelediğimizde zombinin aslında sömürgecilikle bağlantılı olduğunu görmek ya da günümüz zombi temsiliyle tüketim kültürü arasındaki bağa tanıklık etmek mümkündür. Bu bağ, zombilerin kapitalist söylemler çerçevesinde düşünmeden tüketim peşinde koşan insanlara benzetilmesinden ibarettir.

Peki, nedir zombinin kökeni? 1915 yılında Amerika’nın ve Fransa’nın Haiti’yi işgal etmesiyle Amerikan kültürüne tanıtılan zombi kelimesi kökeninde vudu inancının izlerini taşımakta, ilhamını bir Haitili savaşçı olan Jean Zombi’den almaktadır. Amerikan sömürgeciliğine karşı yerel direnişin sembolü olan Zombi, vahşi dövüş teknikleriyle günümüz zombi figürünün vahşice medeni insanlara saldırma temsilinin kıvılcımı olmuştur. Ama zombi, Michael Seabrook’un da Sihirli Ada’da betimlediği gibi sersem sepelek yürüyen ve gece gündüz demeden çalışan insanları da ifade etmektedir. Yani zombi hem köleliğin hem de direnişin sembolü olmuştur.

Folklorik açıdan zombinin kökenlerine indiğimizde, zombinin köleleştirilmeyle alakasını daha net görebiliriz. Haiti vudu uygulamalarında nörofarmakolojik maddelerin (tetrodoxin ve datura) kullanımıyla insanların gerçek anlamda zombiye dönüştürülmesi ve bu dönüştürülmüş bedenlerin de köle ticaretinde kullanılması yine sömürgecilikle yaygınlaşmış bir gelenek olmuştur. Bu maddeler Haiti flora ve faunasında doğal olarak bulunan maddelerdir. Balon balığından elde edilen tetrodoxin ile zehirlenen kurban öldü zannedilip gömülünce, gömülmüş bedeni çıkaran mezar kazıcıları bu bedeni onu ‘zombi’ yapacak bir yiyecekle besleyerek köle olarak çalıştırmaktadırlar.[1] Buradaki maksat canlı köle ticaretindeki rekabeti zombi kölelerle bir adım öteye taşımaktır. Bitki bilimci Wade Davis bu yöntemle zombi olarak köleleştirilmiş, fakat yıllar sonra bilinci yerine gelmiş Clairvius Narcisse örneğini vermektedir.[2] Zora Neale Hurston ise Haiti’de zombi köle ticareti için Bizango gibi çetelerin oluştuğuna da dikkat çekerek başka bir kurban olan Felicia Felix-Mentor’un örneğini vermektedir.[3]

Sömürgecilik söylemindeki medeni düzene tehdit olarak resmedilen beyaz olmayan ırkların yerini zombi senaryolarında medeni insanlara karşı zombilerin alması ise dikkate değerdir. İnsanların bilinçsiz gölgeleri gibi görünen zombilerin, aslında insan eyleyiciliklerinden sıyrılmış ve salt hayvanî dürtüleriyle hareket eden bedenler oluşu ise bizi posthüman sorguya getirmektedir. İnsanı organik ve inorganik pek çok farklı eyleyiciyle ilişkisi içinde yeniden tanımlayan posthümanizm, insanın sadece akıldan ibaret olmadığını ve varoluşun temelinde Aydınlanmacı düşünüş şeklinin yer almadığını vurgulamaktadır. Kaldı ki, Tüm Sırların Sahibi Kız ya da Aşk ve Gurur ve Zombiler gibi yakın tarihli zombi filmlerinde zombilerin insani melekelere de sahip melez varoluşlar olarak sunulduğunu görebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, zombi figürü insanlığın yüzyıllardır içinden çıkamadığı beden ve zihin ikileminin tam ortasına oturmaktadır. Bu ikilem modern çağın ikonik canavar totemi olarak zombide karşımıza çıkmaktadır. Zombi figürü bir kez daha bize insan nedir sorusunu sordurur ve insan akıldan sıyrılırsa salt bedensel dürtülerle hareket edecek korkusunu verir. Hâlbuki beden ve aklın ayrılamaz olduğunu ve bu ayrılamazlığın karmaşık ve dolanıklı ağlar içine örülü olduğunu vurgulayan posthümanizm zombi distopyalarını boşa çıkarır.


[1] William Booth. (1988) “Voodoo Science.” Science, New Series 240. 4850, Nisan. 274-277, s. 275.

[2] Bu konuda detaylı bilgi için bkz: Wade Davis. (2001). Light at the Edge of the World: A Journey Through the Realm of Vanishing Cultures. Douglas and McIntyre.

[3] Bu konuda detaylı bilgi için bkz.: Zora Neale  Hurston. (2009). Tell My Horse: Voodoo and Life in Haiti and Jamaica. HarperCollins ebooks.

+ posts
Onur Kartal
+ posts