Z. Gizem Yılmaz ve Başak Almaz’ın geçtiğimiz aylarda oyun yazarı Volkan Çıkıntoğlu ile gerçekleştirdikleri söyleşiyi bu yayınımızda PENTACLE okurlarıyla paylaşıyoruz.
Volkan Bey, öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizinle özellikle Tek Kullanımlık Hikâye oyununuz hakkında konuşmak isteriz. İlk sorumuz oyunun konusuyla ilgili. İklim krizi üzerine bir oyun yazmak fikri neden önemli?
İklim krizi çok kapsamlı bir konu. Uzak bir bilimsel bir tartışma gibi dursa da sıradan günlük hayatlarımızı yakinen ilgilendiriyor. Benim için bu meselenin en can alıcı noktası ise, bir şeyleri geri dönüşsüz şekilde kaybetmek ve birtakım insanların da bunun olmaması için içtenlikle mücadele etmesi. Ben de bu noktada hayattaki küçük kayıplarımız üzerine düşünürken buluyorum kendimi. O zaman, her şeyin bir sonu olduğu, her şeyin gelip geçiciliği gibi hayatı anlamsız yapan hisler içime doluyor. Bir yandan da bu anlamsızlığa rağmen, harekete geçiren, hayatı derinleştiren, insanda hayatı dönüştürme, ona katkı sunma isteği sağlayan küçük deneyimler var. Mesela bir çiçeğe bakmak, çocukken büyüdüğümüz sokaklar, denize girdiğimiz sahil, arkadaşlarla dalından yenen bir meyve gibi… İşte, iklim krizi gibi bilimsel bir noktadan çıkıp böyle psikolojik bir alana varabildiğimde, bu konuda bir oyun yazma fikri değerli oluyor.
Tiyatronun insanlarda bir uyanış uyandırmadaki rolü sizce nedir?
Tiyatro, bir performans sanatı olduğu için doğası gereği bir karşılaşma anı yaratıyor. Oyuncunun nefesi, teri, size bakışı özel bir şey. Hele ki sanal dünyanın bu kadar hayatımıza girdiği noktada daha da önem kazanıyor. Bu yüzden sadece iklim krizi değil, herhangi bir güncel konuda sahneden bir şey söylemenin etkili olacağını düşünüyorum. Bu noktada kritik olan, sözü eşit şekilde paylaşmak, didaktik olmamak, bu karşılaşmanın her şeyden önce duygusal bir an olduğunu unutmamak gerekiyor.
İklim krizi sorununu gündeme getirmede tiyatro diğer sanat dalları arasında daha farklı mıdır?
Değil bence. Her sanatın kendine ait doğası var ve onu göz önünde bulundurarak hareket etmek yeterli.
Yıllardır doğa insanlığa karşı nefret saçan bir yermiş gibi anlatılıyor. Böyle bir kurgulamanın neden kaynaklandığını düşünüyorsunuz?
İnsan hiyerarşik düşünmeye meyilli. Neyi merkeze alırsa, onun diğerleri ile eşit olduğunu değil üstün olduğunu düşünmek istiyor. İnsanı merkeze alırsanız, o zaman doğa konforunuzu tehdit eden, kontrol altına almanız ve ona karşı üstünlüğünüzü kanıtlamanız gereken bir şeye dönüşüyor.
Sizce tiyatro, doğanın insanlığa karşı korku ve/veya nefret saçan bir oluşum olduğu anlayışını ortadan kaldırabilir mi?
Olabilir tabii. Ama bunu yapmanın yolunun, kendi bakış açımızı üstünlük ve mutlak doğru görmemek veya diğer tarafa üstünlük taslamamak olduğunu düşünüyorum. Karşımızdaki seyirciye, her şeyin tek sorumlusu, yanlış ve eksik bakan biri olduğu çıkışıyla geçmek sorunlu bir tavır olur mesela. Hayatın bir akışı olduğu, şirketler, devletler, ekonomik rant gibi çok karmaşık sistemler olduğu, bizim de bilgimizin sınırlı olduğu kabulüyle hareket edilirse, tiyatromuz daha kapsayıcı, seyirci için dönüştürücü üretimlerde bulunabilir.
Gezegenimizin en ciddi sorunlarından biri arasında tek kullanımlık plastikler ve plastik atıkların kontrolsüzce doğaya karışıp doğal dengeyi tehdit ve tahrip etmesi bulunuyor. Bu konuda geri dönüşüm uygulamalarının yanı sıra ileri dönüşüm fikri de teşvik ediliyor. Bu konularla ilgili ne düşünürsünüz?
Bu konuda sınırlı bilgimle şunu söyleyebilirim: Bireysel çabamız çok güzel, her şeyden önce sorumlu ve hassas davranmak insanın ruhuna iyi gelen bir şey. Ama burada devletlerin, kamusal örgütlenmenin, sorumsuz dev şirketlerin rolünü unutmamalı, onlara karşı talepkâr olmalıyız. Pipet kullanmamak güzel bir şey ama her şeyi kâr odaklı gören şirketlerin eziciliği, sorumsuzluğu asıl problem.
Biyoçeşitliliğin azalması, türlerin tükenişi ve iklim krizi ile insan ilişkisi hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Tek Kullanımlık Hikâye oyununuz iklim, çevre ve türlerin tahribatına sizce nasıl dikkat çekiyor?
Tek kullanımlık Hikâye bu konuda büyük bir sözü olan bir oyun değil. Küçük anların peşinde. Mesela İstanbul’da olmayan şeyleri sayıyor karakterler ya da büyük bir şantiyeyi yok etmeyi kafa koyuyorlar ya da yanlarındaki balığı, kediyi de ekipten sayıyorlar. Bu bir tavır meselesi; başaramasalar da kendi masum dünyalarından bir eylem geliştiriyorlar o kadar. Tek Kullanımlık Hikâye oyununu benim için özel yapan bu.
Yakın gelecekteki planlarınız ve uzun vadede gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bir planım yok. Biraz daha az kriz ve sadelik diliyorum herkes için 😊