Dilsel Kuantum Parçacıkları

Dilbilim uzun bir süredir pozitivist yöntemler ile dili önceden belirlenmiş kalıplara sokmaya çalışmaktadır. Belki de bunun en iyi incelenebileceği yer kelime kategorileridir [word categories]. Ancak, başka makalelerin de gösterdiği gibi (Herbst, 2016), inceleyicilerin incelenen şey üzerine atfettiği özellikler her zaman doğru çıkmamaktadır. Bu yazıda dilbilimde yaşanan bu karmaşıklığa kuantum fiziği ve posthümanist bir yorumlama ile Karen Barad’ın eyleyici gerçekçilik [agential realism] düşüncesi ile yaklaşacağız.

Bu bağlamda, Gabrielotas’ın (2020) linguistic qubits (linguistic quantum bits [dilsel kuantum parçacıkları]) düşüncesini posthümanist yorumlama ile genişletip, birkaç cümleye uyarlayacağız. Makalenin sonunda ise aslında kelimelerin kesin kesitlerle belirlenmiş kategorilere sahip olmadığını, aksine inceleme esnasında inceleyen/incelenen dolaşıklığı [entanglement] içerisindeki içten-etkime sırasında “kategori” kazandığını/değiştirdiğini ve bundan dolayı da kelimelerin kuantum parçacıklarına benzetilebileceğini tartışacağız. Burada unutulmaması gereken bir diğer nokta ise şudur: Dilsel kuantum parçacıkları bir spektrumda yer almaktadır ve bu spektrumun bir kısmında çoğunlukla standart fizik kurallarına uyan parçacıklar gibi, özelliklerini nokta atışı tartışabildiğimiz “kelimeler” bulunurken, spektrumun diğer ucunda ise atom altı parçacıklar gibi, inceleme bazlı değişiklik gösteren “kelimeler” bulunmaktadır. 

Okuyucularımızın yazının devamına bakmadan Başak Ağın’ın bu sitedeki diğer yazılarına, özellikle de posthümanizmin ne olduğuna ve olmadığına dair makalelerine bakması, eyleyici gerçekçilik kavramını biliyor olması önemlidir.

Dilbilimin tarihçesinde de görülebileceği üzere, kelimeleri belli kategorilere ayırıp, onlara belli özellikler atfetmek biz dilbilimcilerin bir parçasıdır. Plato’nun Cratylus eserinde de isimlerin [onomata] üç kategoriye ayrıldığını görüyoruz: a) isimlerin [names] genel kategorisi, b) isimler ve sıfatlar, c) belirli bağlamlarda yalnızca özel isimler. Benzer şekilde günümüz dilbilim araştırmalarında ise herhangi bir dilbilim alt kolundan gelen kişi ile diğer alt koldan gelen kişi “fiil” dediğinde aynı şeyi anladıklarını düşünüyoruz. Bu standardizasyon ve terminolojik anlamda tek çatı altında toplama alışkanlığı, dilin toplu şekilde incelenmesi ve öğretilirken bir gramer temeli oluşturulabilmesi için oldukça yararlı. Ancak, böyle bir durumda incelenen şeye belirli karakteristik özellikler atamış oluyoruz.

Gelin buna biraz daha yakından bakalım, öğrenciyken sizlere “sıfat” nasıl öğretildi? Çok yüksek ihtimalle sıfat bir ismin önüne gelen ve ismi tanımlayan bir parçacık (kelime demekten kaçınıp yavaşça kuantum dünyasına geçiş yapıyoruz) olarak öğrendiniz. TDK’ya göre ise bir sıfat şu şekilde tanımlanabilir:

Ancak İngilizceye baktığımızda, Türkçede sıfat olarak tanımlanabilecek şeylerden bazılarının sıfat olarak görülmediği ile karşı karşıya kalıyoruz:

Mesela, yer belirteci (bu veya this) Türkçede sıfat olarak tanımlanırken İngilizcede bu şekilde tanımlanmıyor, aksine kendine ait kategorisi olduğu düşünülmekte. Bunlara tam Türkçe çevirisiyle “belirleyiciler” başlığı altında başka bir kategori atandığını görüyoruz. Yani “bu / şu / bunlar / şunlar” gibi parçacıkların, sıfat değil belirleyici olduklarına tanıklık ediyoruz (determiners: this that these those). Bu dillerarası basit inceleme bize dilbilimcilerin tek bir çatı altında toplanamadığını ve toplanamayacağını gösteriyor, çünkü dillerin içindeki dilsel kuantum parçacıklarının her dolanıklıkta (gerek dil, gerek bağlam, gerekse inceleyen kişinin doğakültürleri bakımından) içten-etkimeden dolayı farklı bir algıya ya da gerçekleşmeye sahip olacağı aşikar. Gelin bir de aynı dil içerisinde bağlam bazlı değişikliklere bakalım.

Dilbilimde zarflar genellikle geri dönüşüm kutusu olarak bilinir. Böyle olmasının sebebi ise, özellikle kuantum parçacığı gibi davranan dilsel şeylerin tam olarak algılanıp o anlık, küçücük zaman diliminde yakalanamayıp, insanın içinde bulunan indirgemeci arzuya uyarlanamamasıdır. Örneğin; dilbilimciler, uzun zamandır İngilizcede ditransitive ve to-dative adı verilen yapılar arasında geçişim gösteremeyen fiilleri, genellemeler yoluyla bir kategoride birleştirmeye ve bir anlamda onları “yakalayıp bir kutuya koymaya” çalışmaktadır.

Buna örnek bir fiil olarak “explain” (açıklamak) parçacığını düşünebiliriz. Türkçede “birine bir şeyi açıklamak” veya “bir şeyi birine açıklamak” biçiminde gerekli söz dizimine kavuşarak anlamlı bir bütüne ulaşan bu sözcük, İngilizcede benzeri bir söz dizimine elvermez. “I explain this to you” kabul edilirken, “I explained you this” kabul edilemez bir cümle olarak görülür.

Bu genellemelerin başka dilsel kuantum parçacıklarını, yani kategori vermek gerekirse fiilleri tam olarak kapsayamadıklarını gördükten sonra, artık dilbilimcilerin yüksek-seviye genellemeler vermeleri mümkün olmamaktadır. Bunun yerine düşük-seviye genellemelerden bahsetmektedirler (item-specific constructions). Bu sayede ise dilin her bir örneğe has bir incelemesini yapabildiklerini, her bir örneğe ayrı kategori verdiklerini düşünmektedirler.

İngilizceye dönecek olursak, zarf kategorisi altında akla ilk gelen örnek sıfatların sonuna -ly eki getirerek zarflaştırılması burada açıklayıcı olabilir. Örneğin; beautiful → beautifully, slow→ slowly vb. Bu kategorinin içerisinde aynı zamanda -ly almadan bulunan kelimeleri de görebiliriz. Örneğin; since (Herbst, 2016, s. 29). Since örneğine daha yakından bakacak olursak, dilbilimciler olarak tepeden indirme, indirgeyici ve a priori şekilde yaptığımız kategorik atamaların aslında o kadar da kapsayıcı olmadıklarını fark ediyoruz. Aşağıdaki örnekler (Herbst, 2016, s. 29) since kelimesinin farklı bağlamlarda incelendiğinde (sözdizimsel pozisyon ve kelime kombinasyonları gibi) nasıl farklı kategorilere girebileceğini gösteriyor:

The old man has lived in that house ever since I can remember.

… he had eaten nothing since breakfast…

Nobody’s seen him since.

Since, (a) örneğinde bir bağlaç olarak tanımlanabilirken, (b)’de preposition (edat), (c) örneğindeyse bir zarf olarak tanımlanmakta. Dolayısıyla, kuantum parçacığı konseptini dilsel kuantum parçacığı konsepti olarak yeniden ele alıp işin içine inceleyen/incelenen arasındaki yapısökümü de eklersek, elimizde oldukça posthümanist bir durum olduğunu görebiliriz. İnceleyen/incelenen dolanıklığı içerisindeki eyleyicileri ele alacak olursak, inceleyen dilbilimcinin (veya öğretmenin) tabii ki eğitim arka planı, o sıradaki biyokimyasal durumu -ne kadar aç veya tok olduğu, havanın sıcaklığı, COVID endişeleri gibi sayısız aktörü de konuya dahil ederek-, bu inceleyicinin, since kelimesinin geleneksel kategoriler (mesela bağlaç) dışında farklı bir kategoride tanımlanmasına ne kadar açık baktığı gibi eyleyiciler örnek gösterilebilir. Onun yanı sıra, incelenen (since) ise bir eyleyici olarak içinde bulunduğu bağlam, bulunduğu ortam -dijital veya yazılı, yazılı ise ne kadar okunabilir durumda olduğu- ve belki de bulunduğu resmi veya resmi-olmayan konuşma/yazma biçimlerini de konuya dahil etmemiz mümkündür. Bu durumda, kategorilerin son derece kaygan veya geçirgen olduğunu ve aslında “geçici” ya da “uçucu” olduğunu görebiliriz.

Kısacası, dillerde önceden belirlenmiş ve evrensel şekilde işleyen kategorilerden bahsetmek yerine daha gradyan ve iç içe geçmiş kategorilerden söz etmenin daha anlamlı olduğu anlaşılabilir. Buna bağlı olarak, kategoriler içerisindeki kelimelerin de yukarıda kısaca kavramsal biçimde ele alınan bahsedilen dolanıklıklar sonucu, dilsel kuantum parçacığı olarak incelenmesi daha mantıklı olacaktır. Peki bunun sonucunda ne olacak? Posthümanist bir dilbilim, dilsel kuantum parçacığı düşüncesini ele alarak dil öğrenme materyalleri üretirse, öğrenen kişilere bu parçacıkların da aslında eyleyiciliği olduğunu, gradyan olduğunu ve çoğu zaman da bunların dolanıklıklar içerisinde anlam kazandığını gösterebiliriz. Bu da uzun vadede dili ne kadar etkili öğretebildiğimizi ve dilin bu karmaşık “kuantum-gibi” cazibesine hak ettiği değeri ne kadar verebildiğimizi etkileyecektir.

Kaynakça

Gabrielatos, C. (2020). Conditionals, modality, and Schrödinger’s cat: Conditionals as a family of linguistic qubits. In Hohaus, P. & Schulze R. (Eds.), Re-assessing Modalising Expressions: Categories, Co-text, and Context (pp. 141-172). John Benjamins.

Herbst, T. (2016). Foreign language learning is construction learning–what else? Moving towards pedagogical construction grammar. In S. De Knop & G. Gilquin (Eds.), Applied construction grammar (pp. 21–52). de Gruyter.

+ posts