PENTACLE 101: Ferrando ile Ders 5 – Post-antroposantrizm Ne Demektir?

PENTACLE, temel kavramlara Francesca Ferrando’nun “Hızlandırılmış Posthüman Kursu” adlı video serisi ile devam ediyor. Toplamda altı ders ve üç kavramdan oluşan bu serinin çevirisi Ferrando’nun kişisel izni ile Zeynep Arpaözü, Billur Bektaş ve Bulut Yavuz tarafından üstlenilmiştir.

Bu dersin çevirisi Bulut Yavuz’a, redaksiyonu Başak Almaz’a, son okuması Başak Ağın’a aittir.

Herkese merhaba, ben Francesca Ferrando.

New York Üniversitesi Liberal Çalışmalar programında felsefe öğretiyorum ve bir posthüman filozofum.

Bu videoda posthümanizmin bir hareket olarak tanımlanabileceği ikinci yönü ele alacağız. Bir önceki videoda posthümanizmi post-hümanizm olarak, insanın tekil olarak değil çoğul olarak görülmesi gerektiğini açıkladım. Bu çoğul bir kavramdır. Bu videoda posthümanizmin ikinci tanımı olan post-antroposantrizmi (insanmerkezcilik) ele alacağım.

İlk olarak, Anthropos’un ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak istiyorum. “Anthropos” Yunanca bir kelimedir – eski Yunancada Anthropos, “insan” demektir. Burada farklı bir etimoloji görebiliriz. İnsan antik Latincedeki “humanos”tan gelmektedir. Roma’daki entelektüel insanlar, o dönemde, Yunan kültürüne çok hayrandılar ve insan kavramını Yunancadaki “anthropos” kavramını esas alarak oluşturdular. İşte bu nedenle “anthropos” kesinlikle bizimle çok alakalıdır. Antik Yunan’a dönersek ve “anthropos” sözcüğünü irdelersek, çok ilginç bir şey buluruz.

“Anthropos” sözcüğü o zamanlarda her insanı kapsamıyordu. Aslında, bir “anthropos” olmak için, her şeyden önce bir insan-hayvan olmak gerekiyordu. Yani bir köpek veya bir kedi gibi insan olmayan hayvanlar “anthropos” olamazdı.

Öte yandan “anthropos”  tanrı(lar) ya da tanrıça(lar) [çoğul kullanmak daha doğru olur çünkü o zamanlar çok tanrılı toplumlarda yaşıyordu] da olamazdı. Yani insan olabilmek için ilahi bir varlık da olamazdınız.

Fakat insanın sınırlarını belirleyen üçüncü kategori oldukça ilginçtir. “anthropos” olmak için barbar da olamazdınız. Öyle ki, Yunan olmalıydınız ve Antik Yunan halkına göre barbarları düşündüğümüzde, çoğunlukla Perslere gönderme yapılmaktadır. O dönemde göz kamaştırıcı bir medeniyete sahip olan Persler, sürekli savaş halinde oldukları için Yunanlılar tarafından tanınmadılar ve “daha az” insan sayıldılar. Böylece burada bizim ve felsefi söylemimiz için çok ilginç bir şey olan insan sözcüğünün temeli “anthropos” kavramını buluyoruz.

Bu kavram kendiliğinden dışlayıcıydı, dolayısıyla insanın ne olmadığına dayanıyordu. Yani “anthropos” [insan] olmak için, bir tanrı ya da tanrıça olamazdınız; insan olmayan hayvan ve barbar da olamazdınız. Yunan olmalıydınız. Eğitimli [Paideia] olmalıydınız. “Paideia” da burada önemli bir kavramdır çünkü “anthropos”un Latince çevirisi olan  hūmānus/hūmāna’nın etimolojisi cinsiyete dayalı farklı çekimlere sahiptir. Bu büyük ihtimalle Yunan eğitimine – “Paideia”ya – dayanıyordu.

Çok ilginç bir şey göreceğiz. Bu ayrımlar, esasında insanın sosyal inşasında kendini tekrar etmeye devam etmiştir. İnsanın “anthropos” ile başlayan etimolojik kökleri dışlayıcıdır; bu kökler kapsayıcı değildir. Onlar insan olmayan hayvanları, ilahi alanı ve insan olarak değil de “öteki” olarak görülen insanları dışlar. Açıkça bu üçüncü ayrımı insanı çoğul olarak, bazı insanların diğerlerinden daha fazla insan sayıldığı hiyerarşik bir kavram olarak tanımladığımız önceki videomuz ile ilişkilendirebiliriz. Bu sistemler cinsiyetçilik, ırkçılık, etnosantrizm ve benzer ayrımcılık biçimleri üzerinde temellenir.

Burada insan ile insan olmayan hayvanlar arasındaki ayrımın tarzıyla bağlantılı başka bir ayrımcılık tarzı daha var. Ait olduğunuz türe dayanan bir ayrımcılık olan türcülükten bahsediyoruz. Bu ayrımcılık tarzı bizim jeolojik dönemimizin tanımlandığı biçimsel tarza  doğrudan bağlıdır. Biz “anthropos”a fiilen bağlı Anthropos/en’de yaşıyoruz. Antroposen, Crutzen ve Stoermer tarafından 2000 yılında tanımlanmış, Holosen’e dahil edilebilecek belirli bir jeolojik dönemdir. 18. yüzyılın ikinci yarısına, özellikle de Sanayi Devrimi’ne kadar geriye doğru izi sürülebilir. O günden beridir, insan eylemlerinin biyosfere, gezegene ve diğer insan olmayan türlere doğrudan etkilerini görüyoruz. Ayrıca, Altıncı Kitlesel Yok Oluş’ta yaşıyoruz; her sene insan eylemleri yüzünden binlerce türün nesli tükeniyor. Böylece insan artık çevre ile olan ilişkisinin iki taraflı olmasına dayalı olarak yeniden tanımlanmaktadır. İlk videoda ekolojinin “yuva” veya “ev”den geldiği olgusu üzerine konuştuk. Darwin türlerin çevresine göre uyum sağladığını gösterdi. Şimdi çok önemli bir şey göreceğiz, insanın çevreye tümüyle doğrudan etkisinin olduğunu.

Bir sonraki videomuzda post-düalizmden, hem tür olarak hem de bireyler olarak konumumuzu nasıl merkezsizleştirebileceğimizden bahsedeceğiz.

Sizlerle bu konular hakkında konuşmak benim için bir zevkti. Bu konuda oldukça tutkuluyum ve websitem www.posthumans.org üzerinde daha fazla bilgi bulabilirsiniz.

Nazik ilginiz için çok teşekkür ederim.

+ posts
+ posts
+ posts