Posthümanizm Ne Değildir?

Bu yazı daha önce 1 Ekim 2020 tarihinde metapolitik‘te yayımlanmıştır.

Kuramların ve kavramların ‘moda’ haline gelip çeşitli mecralarda altlarının boşaltılarak kullanılması, hem akademik dünya için bir sorun teşkil etmekte, hem de toplumda bu kuram ya da kavramlara ilgi duyan kişiler için kafa karışıklığına yol açmaktadır. Örneğin, akademik anlamdaki tartışmaların bütününe hakim olmadan, terimin ne anlama geldiğini tam olarak bilmeden, tanımlanamamış her türlü güncel gelişmeye ‘postmodern’ sıfatının yakıştırılması gibi medyatik hareketler oldukça can sıkıcıdır. Kim bilir, belki de bir haber başlığında bu türden bir yakıştırmayı kullanan kişiye tam olarak neyi kastettiğini sorsak, postmodernizm tanımını veremeyecek bile olabilir. Ya da ortada sanatsal anlamda herhangi bir postmodern referans noktası yokken, sadece ‘değişik’ olduğu için ‘X’in günümüz dünyasına postmodern bir yansıması’ olarak adlandırılan sanat eserlerinin sosyal medyada paylaşılması, bilgi kirliliğinin artık içinden çıkılmaz bir hal aldığına işaret etmektedir. Tüm bunlar elbette pek çok kişi için yanlış bilgilenmeye yol açarken, konu hakkında bilgi sahibi olan kimseler için de dijital zehirlenme kaynağı haline gelmektedir.

Son dönemde yavaş yavaş Türkçede de bilinir hale gelmeye başlayan posthümanizm de bu çeşit bir bilgi kirliliğinden nasibini almıştır. Bu bilgi kirliliğinin en temel nedeni, ismindeki çağrışımlar nedeniyle dijital dönüşüm içerisinde savrulup duran ve robotik bedenlerle iç içe geçmeye meyleden insanın tanımına dair iyimser ya da kötümser varsayımlardır. Dayanağı olsun ya da olmasın, posthümanizm sözcüğü hem akademik hem medyatik pek çok paylaşımda kullanılmaktadır. İçerisinde sayısız felsefi düşünce ve argümanı barındıran bir kuramlar bütünü olarak posthümanizm de, bu kullanımlar sonucunda, ‘havalı argümanların mezesine’ dönüşmeye doğru hızla ilerlemektedir.

Bu hızı oldukça tehlikeli bulduğum için – örneğin, sırf bir kaynağa ulaşabildi ve okuyabildi diye posthümanizm uzmanı kesilen kimselerin etrafa dezenformasyon saçmasını engellemek için – kaleme alınan bu yazıyı bir ‘frene basma’ hamlesi olarak düşünebilirsiniz. Nasılsa etrafta konunun gerçekten ‘uzmanı’ kimse yok diye, alabildiğine atıp tutan makale ve yazıların parsa toplamasına artık daha fazla izin verilmemeli, unvanına ya da önceki başarılarına güvenmiş herhangi bir kimsenin posthümanizm kisvesi altında yalan yanlış bilgiler vermesine bir ‘Dur!’ denilmelidir. Aksi halde, doğru anlaşıldığında tüm gezegen için büyük bir dönüşümü sağlayacak koskoca bir birikim, ne dediğini bilmeyen bir grup insanın pastadan pay alabilmesini sağlayan süslü püslü fakat içi boş bir terim haline dönüşecektir. 

‘Posthümanizm nedir?’ sorusu oldukça geniş kapsamlı bir yanıta sahiptir, bu yüzden soruyu tersten sormanın ve en azından daha sonraki ‘dönüşler’ için ‘fren mesafesini kısaltmanın’ önemine inanıyorum. Bu mesafenin kısalabilmesi amacıyla, posthümanizmin sıklıkla karıştırıldığı terimlere bir açıklık getirmek, bunu da, kapsamı abartmadan ve kısaca üç madde halinde toplayarak yapmak yararlı olacaktır.

Posthümanizm, transhümanizm değildir. Bu iki terimi eş anlamlı gören ekoller mevcuttur. En azından, posthümanizm henüz kuramsallaşma aşamasındayken durum böyleydi. Ancak son dönemdeki gelişmeler ışığında bakıldığında, bu ikisinin aynı şey olmadığını, hatta birbiriyle tamamen zıt görüşler olduğunu anlamak mümkündür. Temelde posthümanizm, insanın bitip yerini yeni bir biyolojik ya da sentetik türün alacağına dair bir düşünce değildir. Buradaki anlamı, posthüman-izm yerine post-hümanizm olarak değerlendirmek gerekir. Yani posthümanizm, Aydınlanma geleneğini takip eden liberal hümanizmin, ‘yeterince kapsayıcı olmayışı’ sebebiyle buna getirilen bir eleştiri biçimini ifade etmektedir[1]. İnsanı merkezdeki konumundan sıyırıp aldığımızda ve onu, dünyada geri kalan tüm varlıklarla denk bir düzlemde düşündüğümüzde olabileceklerin bir tasavvuru olarak ele alınabilir.

Peki, bu ne demek? Kısaca, posthümanizm, insanın kendi eliyle yaşadığı gezegenin sonunu getirmekte oluşuna bir tepkidir: Ron Broglio’nun deyişiyle, posthümanizmin yaptığı şey, “kendimizi dünyanın çamurundan ayırıp yukarıda bir mertebede konumlandırmamızı sağlayan o üstünlük merdivenini ayağımızın altından çekmek” olarak değerlendirilmelidir[2]. Transhümanizm ise, tam aksine, Aydınlanma geleneğini takip eder ve insanın ‘iyileştirilebilir’ özelliklerine odaklanır. Bu odaklanma, “teknolojiler vasıtasıyla insanın biyolojik kapasitelerinin ve sosyal koşullarının radikal dönüşümünü olumlayan bir duruş” olarak tanımlanabilir[3]. Buradan da anlaşılacağı üzere, transhümanizm altında toplanan pek çok ekolün ortak düşüncesi, insanın yine merkezde olduğu bir yapıdır. Özellikle bu ekolün en radikal ucundakileri temsil eden ekstropyanizm, uzun ömürlülük, hastalıklardan kaçınma, yaralanmaz bir bedene ve genişletilebilir bir akla ya da zihne sahip olma gibi düşüncelerin peşinde koşar.

Posthümanist kuramcılar arasında önemli bir yere sahip olan Cary Wolfe da, transhümanizmi “hümanizmin yoğunlaştırılmış hali” olarak tanımlamaktadır[4]. Yani transhümanizm, yirmi birinci yüzyılda hümanizmin devamı niteliğini taşırken, posthümanizm, aynı yüzyıldaki gelişmeler ışığında hümanizmin ayrıştırıcı ve ötekileştirici özelliklerinin bir eleştirisini sunmaktadır.

Posthümanizm, post-antroposantrizm değildir. İnsanın merkezî konumunu sorgulayan post-antroposantrik düşünce, posthümanizmi besleyen önemli kanallardan biridir. Ancak yer yer posthümanizmle eş anlamlı biçimde kullanıldığını gördüğümüz bu terim, posthümanizmi birebir karşılamaz. İnsanmerkezci düşüncenin sonu, posthümanizm için kilit bir unsurdur çünkü zamanında Charles Darwin’in ve Sigmund Freud’un da attığı önemli adımlardan birinin (onları da eleştiren) devamı niteliğindedir. Nasıl ki Darwin insanı gezegendeki türlerden yalnızca biri olarak yeniden konumlandırmış ve ona atfedilen kutsiyeti sorgulatmıştı, post-antroposantrik düşünce de, özellikle yeni maddecilik akımının katkısıyla, insanı, gezegendeki eyleyici aktörlerden yalnızca biri olarak yeniden konumlandırır ve eyleyiciliği, insana has olduğu düşünülen niyet, özgür irade gibi kavramlardan kurtararak ‘etkide bulunma, olayların akışına yön verme’ biçiminde yeniden tanımlar.

Ancak bunu, Darwin ya da Freud’un kategorilerle ayırarak hiyerarşik kıldığı bir biçimde yapmaz; cinsiyetçi, ırkçı, etnik ayrımcı vb. tüm hareketlerin birbiriyle ilişkili olduklarını, bunun da insanın Anthropos olarak tanımlanagelmesiyle ilintili olduğunu öne sürer. İnsanın ayrıcalıklı konumunu değiştirme, Anthropos’un beyaz ve Avrupalı bir erkek olarak tanımlandığı yapıyı ve bu tanımı tüm evrene mal eden anlayışı yerinden etme, böylelikle de insanın tanımına dair kalıplaşmış algıları yerinden sarsma gibi çabalarda, post-antroposantrizm, posthümanizm için bir dayanaktır. Posthümanizm ise, bu düşünceyi de içerisine alan, ancak bundan çok daha fazlasını içeren bir kuramlar bütünüdür. Dolayısıyla posthümanizm, biyopolitikadan çevre adaletine, postkolonyal eleştiriden ekoleştirinin çeşitli kollarına, feminizm(ler)e, hayvan hakları hareketine kadar pek çok çalışma alanı, akım ve düşünce biçiminin üst çatısı niteliğindedir. 

Posthümanizm, yeni maddecilik değildir. Maddenin de canlı ve eyleyici bir aktör olduğu, insanın yeryüzüne şekil veren tek yönetici ve tek karar verme mekanizması gibi bir konuma sahip olmadığı düşüncesini geliştiren yeni maddecilik akımı (yeni materyalizm olarak da bilinir), köklerini Antik Yunan felsefesindeki eski maddeciliklerden ve Doğu felsefesindeki madde-enerji anlayışından alır. Yeni maddeciliğin özellikle maddeci feminizm (ya da maddesel feminizm) ekolünden ‘ödünç’ aldığı beden ve doğaya ilişkin önemli sorular, posthümanist düşüncenin gelişmesinde önemli bir kaynaktır. Zira posthümanizm de, tıpkı kendisini besleyen bu materyalist ve feminist akımlar gibi, post-yapısalcılığın yapısöküm metodunu kullansa da, post-yapısalcıların her şeyi söyleme (diskura) indirgeyen tavrını yine insanmerkezci bulur.

Özellikle çevreci bağlamda, hatta sağlık ve siyaset bağlamlarında düşünüldüğünde, biyolojik olanın toplumsal olandan ve coğrafi olanın da kültürel olandan ayrılamayacağı, doğal olduğunu düşündüklerimizin kültürel ya da sosyal olarak inşa edildiğini düşündüklerimizle iç içe olduğu fikri burada önemlidir. Yani, ne tamamıyla biyolojik ya da fiziksel bir indirgemeciliğe gidebiliriz, ne de her şeyin sosyal inşa olduğunu öne sürerek bir yere varabiliriz. İki türlüsü de, kendi kuyruğunu kovalayan bir tilki gibi, insanmerkezci düşüncenin sorunlu yapısının yakamıza yapışmasıyla sonlanmaktadır. Richard Lewontin ve Richard Levins’in, Stacy Alaimo’nun Bodily Natures (2010) kitabına epigraf olmuş şu ünlü sözünün üzerinde düşünmeye değer: “Elbette bedeniniz, hangi sınıfsal konumda olduğunuzu bilir; size her ne kadar bunu inkâr etmeniz öğretilmiş olsa da.”

Bu çarpıcı sözler, meslek hastalıkları ya da çevre felaketleri gibi bedensel-doğal olayların, ırk, etnisite, sosyal sınıf, cinsiyet gibi toplumsal-kültürel belirleyici unsurlar ve kaynaklarla iç içe devamlı bir oluş halinde olduklarını, ortaya çıkış veya meydana gelişlerinin de tek bir nedene ya da doğrusal bir nedenselliğe bağlanamayacağını ifade etmekte, dolayısıyla da hem postmodern düşüncenin söyleme dayalı hareket eden ifadelerindeki eksikliği gidermekte, hem de bu düşüncenin eleştiri getirdiği indirgemeci yaklaşımlara olan tavrını korumaktadır[5]. Post-yapısalcılığın her şeyi söylemden ibaret gören tutumuna bir başka eleştiri de, Kate Soper’ın ozon tabakasındaki delinmeye dair sözleridir: Bu delik, salt söylemden ibaret olamayacak kadar büyüktür![6] 

Post-yapısalcı ekolün geldiği son noktada yaptığı gibi söylemsel olanı bu denli ön plana çıkarmak, bir anlamda ‘doğal-biyolojik-fiziksel-coğrafi’ olanı yok saymaya kadar giden bir radikalleşmedir ve bu, oldukça sorunludur. Doğayı kültürden, dolayısıyla da atık maddeden, insan eliyle üretilmiş olandan ayrı görmek, tam da içerisine doğmuş olduğumuz atık maddeyle zaten kaplı olan doğayı ve onun eyleyiciliğini, yani bizimle olan sonsuz döngüdeki etkileşimini görmezden gelmek anlamına gelir – ki bu da insanı merkeze koymanın bir başka yöntemidir[7].

Posthümanizm de, benzeri şekilde doğrusal olmayan, yumak gibi birbirine bağlı nedenlerin iç içe dolandığı bir bağlantısallıktan söz ederek bu çok katmanlı düşünceyi, yani postmodern düşüncenin maddeci feminist, yeni maddeci ve ekoeleştirel açılardan eleştirisini sürdürür; ancak dayanak noktalarını büyütür ve bu noktaları hem sibernetik, biyo ve nano teknolojilerden, hem de sualtı biyolojisi ve kuantum fiziği gibi doğa bilimlerinden alır; ilgili örnekleri genişletir, çoğaltır. En basit haliyle, teknolojik kanaldan beslenmesi sebebiyle (yani insan-teknoloji ilişkilerini de irdelemesi nedeniyle) transhümanizmle karıştırılan posthümanizm, yeni maddecilik akımının getirdiği düşünceyi de altında barındırmakla birlikte, görüldüğü üzere, sadece yeni maddecilikten ibaret değildir ve onunla da eş anlamlı kullanılması doğru değildir.

Not: Buradaki alıntıların çevirileri yazara aittir. 2, 3 ve 4’üncü dipnotlardaki alıntılarda, yazarın Posthümanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu (2020 – Ankara: Siyasal Kitabevi) adlı kitabındaki çevirisi kullanılmıştır.

Kaynakça

[1] Hümanizmin neden sorunlu olduğuna dair en sağlam argümanları, özellikle Rosi Braidotti’nin The Posthuman (2013) kitabında bulmak mümkündür. Bu kitap, Öznur Karakaş’ın çevirisiyle İnsan Sonrası (2014) başlığıyla yayımlanmıştır. Türkçeleştirilen nadir kaynaklardan biri olduğu için, posthümanizmi anlamaya başlamak isteyen herkesin bu kitabı okumasını tavsiye ederim.

[2] Broglio, Ron. (2017). Romantic. The Cambridge Companion to Literature and the Posthuman. Ed. Bruce Clarke ve Manuela Rossini. Cambridge: Cambridge University Press, s. 37.

[3] Ranisch, Robert ve Stefan Lorenz Sorgner. (2014). Introduction. Post- and Transhumanism: An Introduction. Ed. Robert Ranisch ve Stefan Lorenz Sorgner. Frankfurt am Main: Peter Lang, s. 7-8.

[4] Wolfe, Cary. (2010). What is Posthumanism? Minneapolis: University of Minnesota Press, s. xv.

[5] Lewontin, Richard ve Richard Levins. (2007). Biology under the Influence: Dialectical Essays on Ecology. New York: Monthly Review Press. Bu sözler, Stacy Alaimo’nun Bodily Natures: Science, Environment, and the Material Self (2010) kitabının ikinci bölümünde kullanılmıştır, bkz: s. 27.

[6] Soper, Kate. (1995). What is Nature?: Culture, Politics, and the Non-Human. Oxford: Blackwell.

[7] Yaeger, Patricia. (2008). Editor’s Column: The Death of Nature and the Apotheosis of Trash; or, Rubbish Ecology. PMLA 123(2): 321-339.

+ posts