PENTACLE 101: Çevre

“Çevre” teriminin etimolojik analizi, hakkındaki aykırı ideolojilere ve terimin taşıdığı sembolik yükü kavramaya dair ipuçları verir. Bugünlerde “çevre” sözcüğü, geniş, açık doğal alanları kastediyorsa da, Oxford İngilizce Sözlüğü geçmişteki tüm çevre tanımlarını kayıt altına alarak bu sözcüğe dair pek çok farklı çağrışıma işaret etmektedir. Örneğin, tanımlardan bazıları, bir kuşatılmışlık hissini, insan eylemleri tarafından kordon altına alınarak dışarda tutulmuş bir mekânı çağrıştırmaktadır. Bu açıdan, “çevre” sözcüğünün, “sömürge” terimiyle benzerlikler gösterdiğini ve doğayı dışarda bırakan pek çok tanıma da sahip olduğunu söylemek mümkündür. Anlaşılacağı üzere, modern çevrecilerin günümüzdeki mücadelesi yalnız ekolojik bir mücadele değildir. Aynı zamanda bir çeşit sömürgelikten çıkarma, doğanın el değmemiş bir toprak parçası ya da insan dünyasından bir kaçış çabası olarak görüldüğü duygusallaştırılmış doğa fikrinin, kısacası doğa ve kültür ayrımının üstesinden gelme çabasıdır.

Örneğin, ekofeminist yazar Vandana Shiva, su ve tohumların özelleştirilmesi yoluyla, biyoçeşitlilik ve belli bir bölgeye ait bilgi birikiminin gasp edilmesini meşrulaştıran sömürgeci mantığa karşı mücadele eder ve bu türden “yaşamı patent altına alma / yaşamı patentleme” çabalarını, yakın zamanda görülen kuşatma şekillerinden biri olarak tanımlar. Benzer bir şekilde, Joan Martínez–Alier ise, çevresel adaleti temel bir sürdürülebilirlik gücü olarak savunurken, bir yandan da çevre fikrini, kırsal alan tabiriyle sınırlı tutan yerel ideolojilerin inatla varlığını sürdürmesini üzüntüyle karşılar.

Oxford İngilizce Sözlüğü (OED) tarafından verilen ikinci tanım, insan merkezli yaklaşımların ötesine geçiyor olsa da, ekosistemlerin karşılıklı etkileşime dayalı boyutu bu tanımda da hâlâ eksiktir. Birleşik Devletler’deki kırsal alan akımı ve Norveç’teki bazı ekolojik akımlar sonrasında ortaya çıkan Derin Ekoloji akımının ya da biyo-merkezciliğin fikir babaları olarak Henry David Thoreau, John Muir ve Arne Naess kabul edilir.

Kırsal alanların muhafaza edilmesi konusu, farklı şekillerde ve farklı zamanlarda, tartışma yaratmış ve elitizmle suçlanmıştır: Thoreau’nun vahşi doğa kavramı, pastoral olması nedeniyle eleştirilmiş, Muir’in ekosistemleri, içinde yaşayan insanları dışarda bırakarak arındırılmış, Naess’in biyosferik eşitlikçiliği, toplumsal ve ekonomik eşitsizlik konularını tartışmaya açmıştır. Neticede, 20. yüzyılın sonlarında, toplumsal ve etnik adalet konuları, çevresel adalet konularına bağlanmıştır.

Muhtemelen, çevrelerimizin geleceği, hükümetlerin çevreyi algılama biçimlerine göre şekillenecektir. Bu, “çevre”nin etrafımızı kuşatan şeylerin bütünü olmaktan ziyade, karmaşık ve birbirleriyle bağlantılı ekosistemlerin tamamı olarak tanımlanıp tanımlanmadığına göre belirlenecektir.

+ posts