Evelien Geerts Söyleşisi

Posthümanizm ve yeni maddecilik alanında önemli katkılar sağlayan ve çoklu disiplinler üzerine düşünce üreten filozof Evelien Geerts ile gerçekleştirdiğim bu röportajda, Evelien’in çalışmalarına, dijital harita oluşturma girişimi vasıtasıyla kavramları birbirine bağlayışına ve posthümanist kuramların maddeci (yeni materyalist) ekolünün bütününü ilgilendiren başka birçok konuya değindik. For the English version, click here.

Öncelikle Evelien Geerts ve çalışmalarından haberdar olmayan PENTACLE okurları için, Evelien hakkında kısa bir bilgi vereyim. Şu anda Birmingham Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışan Evelien, hem Felsefe ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları alanından hem de Etnisite Çalışmaları alanından araştırma odaklı yüksek lisans derecelerine sahip. Doktorasını 2019 yılında University of California, Santa Cruz, Feminist Çalışmalar ve Bilinç Tarihi bölümünde tamamlayan Evelien’in araştırma alanları arasında yeni maddecilikler ve Deleuze-Guattari felsefesi, eleştirel epistemolojiler ve kimlik, fark ve şiddetin politik-felsefi soruları gibi konular yer alıyor.

Philosophy Today, Women’s Studies International Forum ve Rhizomes: Cultural Studies in Emerging Knowledge gibi dergilerde makaleleri yayımlanan Evelien’in çalışmalarına kendi websitesinden erişmek mümkün. Evelien aynı zamanda, merkezi İsveç, Linköping’de bulunan ve kısa süre içerisinde PENTACLE üzerinden küçük iş birliklerine doğru adım atmayı planladığımız posthümanist çalışmalar ağı Posthumanities Hub’ın da üyesi. Ayrıca Evelien’in benim de üyesi olduğum feminist-posthümanist-yeni maddeci çalışmalar topluluğu PhEMaterialisms’e de üyeliği bulunuyor.

B.A.: Söyleşi davetimi ve böylelikle PENTACLE okurlarıyla buluşmayı kabul ettiğin için çok teşekkürler, Evelien.

E.G.: Beni davet ettiğin için ben teşekkür ederim.

B.A.: Hemen ilk soruma geçeyim. Yeni maddeciliklere ilişkin dijital haritalandırma projende, kendi çalışmalarınla yeni materyalist kuramların gelişiminde önemli rol oynayan akademisyenleri bir araya getiriyor ve posthümanist bir tabirle hepsini “öbekleştiriyorsun.” Aslında, bunun zor bir soru olduğunun farkındayım çünkü burada bir anlamda posthümanist düşüncenin öne sürdüğünün ve betimlediğinin aksine doğrusal düşünce süreçlerimize geri gitmiş oluyoruz. Fakat, haritandaki tüm düğümler ve bağlar içerisinden, sence en önemli olan üç akademisyen/düşünür ve üç kavram seçecek olsaydın, kimleri/neleri seçerdin ve neden?

E.G.: Bu soruya dolaylı bir yanıt vermiş olacağım belki ama konuya şöyle başlayayım. Tez projem, Materialist Philosophies Grounded in the Here and Now: Critical New Materialist Constellations & Interventions in Times of Terror(ism) (UC Santa Cruz, 2019) [Şimdi ve Burada Yerleşik Materyalist Felsefeler: Eleştirel Yeni Maddeci Kümeler ve Terör(izm) Zamanlarında Müdahaleler] başlığını taşıyordu. Bu çalışma, çeşitli felsefe ötesi yaklaşım ve metodolojileri birleştiriyordu. Bunlar arasında, Braidotti’den feminist bir ipucu da taşıyan ve Deleuze ve Guattari’ye dayanan haritalandırma düşüncesi, Haraway ve Barad’ın kırınımsal kuramlamaları, duygulanımın kuramsal incelemeleri ve sıfırdan alarak bugünkü son noktasına kadar geldiğim [Ç.N. kendi tabiriyle “zeminden yukarıya düşündüğüm”] materyalist felsefeler bulunuyor. Aslına bakarsan, bunların hepsi bir şekilde rizomatik kıvrılmaları veya insandan ötesini de kapsayan düşünce ve eyleme biçimlerini sergiliyor.

Senin burada bahsettiğin yeni maddeciliklerin dijital haritalandırması, bu tez projesinin pedagojik unsurunu oluşturuyordu. Haraway ve Barad’ın kırınım dedikleri düşünceyi (yani kuramın üretilmesi de dahil, daha eleştirel bir bilinci, dünyaya daha eleştirel yaklaşmayı kasteden, fark yaratan kırınımsal desenleri ifade eden düşünce; bkz: Haraway 1997, Barad 2007 ve Geerts & van der Tuin 2021) daha somut bir pratiğe döküyordu. Üç kavram ve üç kişiyi seçmeden önce, bu konuyu biraz daha açayım.

O zamanki projem, bugün hâlâ odaklandığım eleştirel düşünce tarzını temsil eden üç koldan geliyordu. UC Santa Cruz’dan Bettina Aptheker ve Carla Freccero gibi eleştirel kuramcılar ile Utrecht Üniversitesi’nden Iris van der Tuin ve Rosi Braidotti gibi feminist pedagojilerle ilgilenen kuramcılardan aldığım ilham ve danışmanlık sonucunda, tezimin kuvvetli bir eleştirel-pedagojik düşünce hattını takip etmesi gerektiğini biliyordum. Elbette doktora tezleri, biliyorsun ki, doğası gereği daha gelenekseldir çünkü karşılanması gereken akademik kriterler vardır. Yani bu alandaki doktora tezlerinin eleştirel pedagojik çalışma alanına dair üretilenleri açarak gelmesi, tek yönlü ilerlemesi, teorilerin, kavram ve fikirlerin, okuyana adeta kaşıkla sunulması beklenir. Eleştirel epistemolojilerden ve düşünmenin ve kuramlamanın konumlu biçimlerinden etkilenen politik bir filozof olarak bahsi geçen projeye açıkça görülebilir, eleştirel pedagojik bir boyut eklemem gerekli diye düşündüm. Bu da, kendi başınıza keşfedebileceğiniz veya benim çalışmamla ilgilenenlerin, çağdaş yeni maddeci düşüncenin çok çeşitli ve dolanık kümelerinde gezinebileceği ve bu kişilerin kendi eyleyici gücünün varlığını gösterebilecek, hatta onlara da belki kendi konumlu haritalarını oluşturma imkanı sunacak dijital bir haritalandırma biçiminde ortaya çıktı.

Ancak böyle bir dijital haritayı oluşturmak dile kolay. Bu, sadece harita için gereken işlenmemiş veriyi nasıl toplayacağımı çözmeye çalışmanın getirdiği büyük zorluktan ibaret de değildi üstelik. Mesela düşüncenin farklı akımları arasındaki incelikli farkları nasıl görselleştireceğime karar verme süreci de bana epeyce uykusuz geceye mal oldu! Ayrıca, Mirka Koro-Ljungberg vd.’nin “verinin ontolojik durumu” (2018: 462) dedikleri şey de kâbusum oldu diyebilirim, özellikle de verinin bize hiçbir zaman ‘dokunulmadan’ dolayısıyla ‘bozulmadan’ gelmeyişi konusundaki tartışılmaz gerçeği düşünürsek. Sonunda basit bir Excel tablosu kullanmaya karar verdim, en ilgi çekici olan yeni maddeci veya ilgili düşünürleri seçtim – elbette burada kendi önyargılarımı, değerlerimi ve konumlu duruşumu göz önüne aldım – ve bu da, ya tezde bu düşünürlerin isminin kaç kez geçtiğiyle ilgili oldu, ya da haritalandırma sürecine dahil olacak diğer kuramcılarla ortak çok şeyi olacağını veya ortak hiçbir şeyi olmayacağını fark ettiğim isimlerden hareket ettim.

Bu nedenlerle, özellikle daha fazla yankı uyandıracak düşünürler üzerine odaklandım ve bunu da yine kendi konumlu yorumlamalarımla, çağdaş yeni materyalist düşünce çerçevesinden ve onun tüm alt kümeleri ve bağlantılı öbekleri ile ilişkilendirerek yaptım; örneğin, eleştirel yeni maddecilikleri, spekülatif realizmleri, obje-odaklı ontolojileri (OOO) ve duygulanım kuramlamaları ile posthümanist düşünceyi ele aldım.

Kavramları seçmek ise düşündüğümden daha uzun sürdü. Tezimde vurguladığım kavramları seçip kullanmaya karar verdim ancak bizi düşünmeye iten başka kavramları da çok çeşitli kitapların dizinlerinden taradım. Başlangıçta basit bir yazarlar, kavramlar ve bu kavramlarla ilişkili değerler listesi çıkarmayı planlamıştım. Bu değerler, yeni materyalist öbekleşmeleri taslak olarak oluşturduktan sonra, 1-5 arası bir rakamla ifade edilecek ve 1 ‘çok az ilgili veya ilgili değil’ / 5 ‘çok ilgili’ şeklinde gösterilecekti. Bunları da kişisel/konumlu yorumlarımdan yola çıkarak elde edecektim ve haritada küçük veya büyük düğümlerle ifade edecektim.

Ancak sonuçta, Utrecht Üniversitesi’nin Digital Humanities Lab oluşumu ve veri görselleştirme programı Gephi yardımıyla ortaya çıkan şey, beklediğimden çok daha az doğrusal ve çok daha az keskin ayrımlar gösteren bir sonuç oldu. Kümelerarası değişik öbekleşmeler ortaya çıktıkça bahsettiğim verilerin seçimi ve haritanın tasarımıyla birlikte tez metnimi de defalarca yeniden gözden geçirip yazdım. Bu yüzden, bu dijital eleştirel haritalama süreci, aslında kırınım fikrinin vücut bulmuş hali gibi düşünülebilir. Karen Barad’ın sözleriyle ifade edecek olursam, “fark yaratan ve dünyayı oluşturan asli unsurlar olan farklılık desenleri” (2007: 72) çıktı ortaya. Bulunan verilere, aparatlara (yani yazılım programına, yazılım geliştirme ekibine ve oluşum sürecindeki haritalamaya…), kullanılan yeni materyalist teorilere kendimi uyumlandırdım; böylelikle de proje verilerin tek yönlü bir yeniden üretimine odaklanacak bir anlayış yerine, bu veri öbekleşmelerine ve konuya dahil olan çeşitli aparatlara kendi eyleyici güçlerini veren bir anlayışa doğru evrildi proje.

Şimdi, üç yazar ve kavram seçimi konusuna gelecek olursam… Aslında bu epey düşündürücü bir soru! Sanırım Luce Irigaray (1985), Denise Ferreira da Silva (2007) ve Melinda Cooper (2008) gibi isimlere giderdim. Bu kişiler yeni materyalist düşünce denildiğinde hemen akla gelen kişiler değil, ama bence, geleneksel anlamda erkek olarak sembolize edilen ‘İnsan’ öznenin merkezden posthümanist biçimde uzaklaştırılması fikrine gideceksek ve madde ve maddeselliği yeniden düşüneceksek çok önemliler. Bir écriture feminine [Ç.N.: kadın yazını] düşünürü olarak Irigaray, Rosi Braidotti (2013) ve Elizabeth Grosz (2017) gibi Deleuze ve Guattari ekolü yeni materyalistlerin doğuşuna yol açmıştır ve modern Batı felsefesindeki cinsel farklılığın silinip yok sayılmasına ve somatofobiye [Ç.N.: beden korkusu; Batı geleneğinin bedeni neredeyse yok sayan ya da salt zihne indirgeyen felsefelerini kastediyor] karşı çıkarak bunu yapmıştır. Da Silva da maddeselliğe eşit derecede odaklanır ancak o da bunu ırk konusunu ele alarak ve sömürgeci, madenci kapitalist uygulamaların kolonyal ve ciddi biçimde ırkçılaştırılmış yapısını sökümleyerek yapar. Ve elbette Cooper da bugünkü neoliberal kapitalist sistemin biyo-/nekropolitik bir eleştirisini çok kuvvetli biçimde sunuyor.

Bu üç düşünür, kendilerinden önce gelen materyalizmlerin içerisinde yeni materyalist düşüncenin ‘yeniden zemin kazanmasının’ önemini gösteriyor. Ve elbette yeni materyalist ve posthümanist kuramdan söz ederken önemli olduğunu düşündüğüm pek çok kavramı vurguluyorlar: “Biyo-/nekropolitika” bence bu kavramlardan en önemlilerinden biri. Tıpkı COVID-19 pandemisinin bize gösterdiği gibi, büyük ölçekte eşitsizliğe dayalı deneyimlerin altını çizdiği için. Bugünün biyo-/nekropolitik Zeitgeist’ını, yani zamanın ruhunu yakalamayı başarabilen teorilere çok ciddi biçimde ihtiyacımız var; bu teoriler bazı yaşayan varlıkların insandan daha aşağıda görülenler veya insanlığı tamamen elinden alınanlar, basit bir hammadde gibi atılabilir ya da elden çıkarılabilir duruma indirgenenler karşısında nasıl da kolayca öncelikli konuma taşınabildiğini ifade edebilmeliler…

“Mikropolitika” da bu çok önemli kavramlardan bir diğeri. Makropolitikalar hâlâ önemliyse de – örneğin Kıta Avrupası’ndaki pek çok ulus devletin, pandemi sırasında nasıl egemen güçlerini ortaya koyduklarını düşünecek olursak bunu inkâr edemeyiz – olgular arasında cereyan eden mikropolitik akışlara, duygulanımlara, “patlamalara” veya “doğrusallık veya normativiteyi örnekleyen ya da sorgulayan” duygulanım yüklü yok oluşlara odaklanmak (Koro-Ljungberg 2015: xvii) felsefi analizlerimizi daha da ileri itiyor. Mesela mikropolitika odaklı bir analiz, meme’lerin duygulanım yaratan faşist mesajlarını ve zaman zaman oluşturdukları siyasi güdüleri anlamamıza yardımcı olabilir. Bu yılın başlarında, Trump’çı hakikat sonrası siyasette ve Amerikan Kongre Binası’ndaki olaylarda veya kendi evime daha yakın bir örnek verecek olursam, sağcı ve aşırı sağcı grupların Belçikalı bilim insanlarına ve pandemi uzmanlarına yönelik ve meme temelli saldırılarında da gördüğümüz üzere, meme’lerin kitleleri harekete geçirme kapasitesi var.

Siyasetten bahsetmişken, “düz, ‘iktidarsız’ bir ontoloji” konusuna da burada değineyim çünkü bu görüş pek çok yeni materyalist akımı birbirinden ayırıyor. Alaimo’nun da (2014) değindiği üzere, örneğin pek çok OOO düşünürü, ayaklı nesnelerin eşit biçimde oluşturduğu basit bir dünya tahayyül ediyor. Oysa çoğu feminist, queer veya eleştirel ırk çalışmalarından köklenen pek çok yeni materyalist düşünür bu tarz bir ontolojik düzeylenmeye karşı çıkarak farklı bedenlere bürünmüş varlıkları hesaba katan iktidar farklılıklarına yönelik analizlere eğiliyor. [Ç.N. OOO, nesne yönelimli ontolojiler olarak Türkçeye geçmişse de kısaltmanın orijinalini korumak için obje-odaklı ontolojiler demeyi tercih ediyorum.]

B. A.: Posthümanizmin yeni maddeci kanadı konusunda yeni yeni araştırma yapmaya başlayan biri haritandan nasıl faydalanabilir? Bir öğrenme aracı olarak kullanılabilir mi?

E.G.: Yeni materyalizmlerin dijital haritası aslında çoklu eleştirel pedagojik fikirlerle tasarlandı. Bunun nedeni ise sadece benim akademik eğitimimle ilgili değil, aynı zamanda eleştirel yeni materyalizmler ve terörizme odaklı olan tez çalışmam da bunu gerektiriyordu. Terörizmi sadece, bizi devamlı hayalet gibi kovalayan maddesel-söylemsel-duygulanıma dayalı bir olgu olarak ele almak istemedim. Veya benim ‘eleştirel’ dediğim ve iktidar ilişkilerine odaklanan yeni materyalist perspektiflerden incelemek istemedim. Eleştirel teorinin pedagojik özünü ve dönüşüm yaratacak potansiyelini de açığa çıkarmak istedim.

Materyalizmler, yeni materyalizmler ve eleştirel pedagojiler arasındaki bağlantılara girmeden önce buraya bir not düşeyim: Harita kesinlikle pek çok posthümanist kuramcıyı ve kavramı içeriyor, ancak ana tasarım amacı, benim iktidar analizi odaklı olarak gördüğüm, dolayısıyla da eleştirel diye adlandırdığım yeni materyalizmler ile OOO’lar, aktör-ağ kuramları (ANT’ler) gibi yeni materyalist düşüncenin diğer akımları arasındaki farklara işaret etmekti. Aşağıdaki harita, benim dijital haritamın basitleştirilmiş ve çok daha az ‘içten-etkin’ bir versiyonu ve çeşitli kümelenmeler içerisindeki farkları ve bunlar arasındaki bağlantıları epeyce başarılı biçimde gösteriyor.

Yukarıdaki haritanın orijinal versiyonu için bkz: Geerts 2021b. Kırmızı oklar gerilimleri gösterirken, diğer hatlar yeni materyalizmin ana dalları ile onların çeşitli alt kümeleri arasındaki değişik bağlantılara işaret ediyor.

Görselin çevirisi Başak Almaz’a aittir.

[Ç.N. Haritaya ilişkin: Evelien’in neden Haraway’i ekofeminizmle bağlantılandırdığını anlıyorum, özellikle son dönemde daha fazla türlerarası ilişkilere odaklanan çalışmaları sebebiyle olabilir ki yakın zamanda yayımlanacak bir çalışmamda materyal feminizmle ekofeminizm arasındaki benzer tekrarlara ben de işaret ettim. Ancak Haraway hiçbir zaman kendini ekofeminist olarak tanımlamadı, onun hattından gelen materyal feministlerden bazıları da kendilerini ısrarla ekofeminist çerçeveden ayırdıklarını belirtiyorlar. PENTACLE okurunun farklı akademik bilgi düzeylerinden gelmesi ihtimaline karşı bu notu düşme gereği duyuyorum ve sözü yeniden Evelien’e bırakıyorum.]

E.G.: Şimdi hepsinin ‘eleştirel’ boyutuna gelecek olursak, pek çok eleştirel yeni materyalist felsefe, örneğin Donna Haraway (1997), Jasbir Puar (2007), Braidotti (2013), Alexis Shotwell (2016) ve Zakiyyah Jackson (2020) gibi isimlerin felsefelerinin yanında daha pek çok başkalarını sayabiliriz, felsefi olarak Frankfurt Okulu’nun eleştirel teoriye materyalist yaklaşımlarından köklenirler. Adorno, Benjamin ve Max Horkheimer gibi düşünürler, “toplumun bütünüyle özgürleşmesini ve değişmesini” savundular (Horkheimer 2002: 208) ve bunun toplum, düşünce ve toplum-düşünce arasındaki süreğen etkileşimin disiplinlerötesi eleştiri işleviyle olacağını öne sürdüler. [Ç.N. Burada Evelien’in kurduğu bağlantıyı anlıyorum ancak bu ifade biçiminde biraz çekimserim, özellikle Haraway’e sorsak Frankfurt Okulu’nu fazla erkek egemen bulabilirdi diye düşünüyorum.]

Tarihsel materyalizmin ve yeni materyalizmlerin bu anlamda ortak noktası çoktur: Her ikisi de dünyayı daha iyi yönde değiştirmek için eleştirel analize inanırlar ve bu değişim sürecinin bir parçası da eleştirel pedagojilerdir. [Ç. N. Bu bağlantılar bakımından Evelien’e hak vermekle birlikte, yine PENTACLE okurları için şu notu düşüyorum: Tarihsel materyalizm, maddenin eyleyiciliğine vurgu yapmaz; diğer yandan yeni materyalizmler de ‘emek’ ve ‘üreme’ konularına eğilmedikleri gerekçesiyle tarihsel materyalist ekolü takip eden feministlerce ve ekofeministlerce eleştiriliyorlar.]

Eleştirel pedagoglar, yüksek öğretimde görev yapanlar ve posthümanist, duygulanım teorisyeni ve yeni maddeci düşünürler arasındaki diyalog oldukça verimli oldu. Yakın zamanda pek çok derleme kitap çıktı (bkz: Hickey-Moody & Page 2016; Snaza et al. 2016; ve Braidotti vd. 2018 gibi) ve hepsi kendi düşünce biçimleri içerisinde statüko eleştirisi sunan eleştirel pedagojilerin önemini vurguluyorlar. Örneğin, öğretim sürecinin duygulanıma dayalı, mikropolitik katmanlarını ve insandan-fazlasını-içeren derslik ortamlarımızı dikkate alıyorlar. Delphi Carstens ve ben (2021) yakın zamanda bu zengin geleneğin üzerine ekleme yapmaya çalıştık ve vahşi pedagojiler, Deleuze ve Guattari düşüncesi ve yeni materyalizmler üzerine Matter: Journal of New Materialist Research dergisi için özel bir sayı derledik. Bu sayı özellikle de pandemik kriz gibi zamanlarda bu alanların aralarındaki etkileşimlere değiniyor.

Bu yenilenmiş eleştirel pedagojik anlamda dijital eleştirel harita bir öğrenme aracıdır, ancak, önemli şunu vurgulayayım, bunun yorucu bir harita olması hedeflenmedi. Böyle olması sadece uyandırmayı umut ettiği öğrenme süreçlerini baltalar. Daha ziyade perspektivist bir harita olarak tasarlandı ve konumlu bilgiler ilkelerine (Haraway 1988) ve bölgenin bedenlenen politikalarına (Rich 1986) dayalı olarak geliştirildi. Bu nedenle, zaman ve uzamda yeri tespit edilebilir ve elbette bakış açısıyla sınırlı olarak düşünülmeli.

Braidotti’nin Deleuze ve Guattari’nin eleştirel haritalamasına bakışı da (2011: 4), bu söz konusu haritanın ve haritacının konumlu duruşuna işaret eder. Bu dijital haritanın arkasında yatan metodolojik çerçeve olan bu tarz bir haritalama “bugünün teorik temelli ve siyasi olarak bilgili bir okumasını” sunmayı hedefler ve haritayı yapan perspektifine dayalıdır. Bu, daha önce başka yerlerde de söylediğim üzere, haritayı yapanın kendi jeopolitik konumlu duruşuyla da bir uzlaşmayı ima eder (örn. bkz: Geerts & Carstens 2019 ve Geerts 2021). En nihayetinde, bu bakış açısından, haritalar her zaman bilgi temelli ve iktidar dayanaklıdır. Çeşitli Batılı kolonyal rejimlerin yararına olacak biçimde bölge hakimiyeti kurmak için de kullanılmışlardır (örn. bkz. Smith 1999) ve böylelikle de dünyanın hem yapımına hem yıkımına dahildirler. Haritalama bu şekilde doğası gereği sınırlı biçimde sunulduğunda ve ‘dokunulmamış’ olduğu düşünülecek olursa, veya bunu Barad’cı deyişle eyleyici gerçekçilik açısından söylersek (2007: 185), buradaki harita “varoluştaki biliş” denilen materyalist şiarı ifade ediyor. Elbette bu da dönüp dolaşıp materyalist kuramlama ve haritalandırmanın her zaman dünyanın içerisinden meydana geldiği fikrine geliyor ve otomatik olarak da kişinin dünya hakkındaki bilgi iddialarından sorumlu olduğu, bu konuda hesap verebilir olması gerekliliğine bizi döndürüyor.

Tüm bunları göz önüne alarak dijital eleştirel haritayı bu röportaj ışığında keşfetmek isteyen arkadaşlarımız, umuyorum ki bu haritanın birlikte meşgul olma, birlikte hissetme ve birlikte düşünmeyi gerektiren, veri, aparatlar ve insandan başka biçimlerde de var olabilen ilişkiselliklerin sürekli evrilen bir öbekleşmesi olduğunun farkına varırlar. Haritanın sınırlarını ve kümeleşmelerini cepte görmek yerine ve elbette bilinç uyandıran eleştirel pedagoji geleneğine de uygun biçimde, bu röportajı okuyanlar bu açık uçlu haritalamaya katkıda bulunur, hatta kendi konumlu perspektif ve duruşlarından yola çıkarak kendi haritalarını oluştururlarsa çok mutlu olurum!

B.A.: “Kırınım ve Kırınımsal Okuma” (bkz: Geerts & van der Tuin 2021) makaleni kaleme alırken Iris van der Tuin’le birlikte çalışmıştınız. Kırınım bir metodoloji olarak gözlemleyen ve gözlemlenen arasındaki sözde nesnel sınırları erozyona uğrattığı için, analizi yapanın eldeki okunacak materyale kendi perspektifini getirmesini gerektiriyor. Bu da pozitivist düşünce yapısındaki kişilerin bilgiyi nasıl edineceğini, anlayacağını ve/veya üreteceğini anlamasını zorlaştırıyor. Kendi bakış açından kırınım düşüncesine biraz değinir misin? Kendi kırınım düşüncenin ne kadarını Haraway veya Barad’dan alıyorsun? Kırınımsal okuma yaparken “en iyi metod” denilen bir şey var mı sence?

E.G.: Kırınım ve kırınımsal kuramlama benim için feminist bilim çalışmaları geleneğinde örülü ve elbette, Iris van der Tuin’le birlikte yazdığımız makalede de söylediğimiz üzere özellikle Haraway ve Barad’ın çalışmalarına gömülü.

Fiziksel bir olgu olarak kırınım dalgalar materyal bir objeyle buluştuklarında veya açılarak onları bükülmeye ve kırınım desenlerinin ortaya çıkışına zorlamaları halinde meydana geliyor. Örneğin, güneş ışınları bir CD-ROM’un yüzeyine çarptığında iç içe geçmiş renkli kırınım desenleri ortaya çıkar. Çağdaş ve kuantum fiziği temelli deneysel analizler, tüm maddelerin bu oyunsu ve üst üste binen kırınım desenlerini üretme kapasitesine içsel olarak sahip olduklarını gösterdi. Oysa çağdaş feminist felsefe ve kuramda, kırınımın optik bir olgu yerine daha mecazi olarak, fallus merkezli düşünceye karşı alternatif ve oldukça şaşırtıcı, yeni düşünce biçimlerine işaret etmek üzere kullanıldığını görüyoruz. [Ç.N. Bu durum özellikle aslında biyolog ve tarihçi olan Haraway için doğrudur ancak Barad’ın kendisi de kuantum fizikçi olduğu için kırınımı metafor olmaktan çıkartıp fen bilimlerinden beşerî bilimlere bir metodoloji olarak taşımıştır, bu anlamda Barad’ın kastettiği kırınım Haraway’den daha elle tutulur bir yapıya sahiptir ve mecazi olarak nitelenmesinin doğruluğunu tartışmalı buluyorum.]

Bunu en çok Haraway ve Barad’ın çalışmalarında görüyoruz. Her ikisi de temsiliyetçiliğe eleştiri getiren, özellikle de Haraway’in “hiçbir yerden her yeri görmenin tanrısal numarası” (1988: 581) diye adlandırdığı düşünce ve eylem biçimlerini eleştiren feminist bilim çalışmaları akademisyenleri olarak biliniyorlar. Daha adil bir bilime yönelik hesap verebilir ve sorumlu bilgi ve çalışma üretmek için, düşünür ve uygulamacıların kendi konumlu duruşlarını kabul etmeleri, bu konumların aparatları ve üretilen/kullanılan veriyi nasıl etkilediğini bilmeleri ve öne sürdükleri bilgi iddialarının üzerinde düşünmeleri istenir. Kırınım bu nedenle en iyi biçimde, yansımayı ve (kendine dönük) düşünümselliği zora sokan “optik bir metafor” (Haraway 1997: 16) olarak algılanmalıdır. Haraway’in Modest_Witness’taki sözleriyle:

[D]üşünümsellik, yansıma gibi, aynı şeyi yalnızca başka yerde konumlandırır, kopya ve orijinal konusundaki dertlerimizin temelini oluşturur ve elbette hakiki olan ve gerçekten gerçek olanı arayışımızı da temellendirir […] Asıl yapmamız gereken, teknobilimin ışınlarını kırınıma uğratmak için maddesel-semiyotik aparatlarda bir fark yaratmamızdır böylelikle daha umut verici karşılıklı etkileşim desenlerini yaşamlarımızın ve bedenlerimizin kayıt filmlerinde elde edebiliriz. (1997: 16)

Yeniden üretmeye odaklı ağaç mantığını eleştiren Deleuze ve Guattari’yi (2005) hatırlatır biçimde, yansıma ve düşünümsellik bilimsel ve akademik uygulamalarda sorunsallaştırılmalıdır. Çünkü bunların her biri, temsiliyetçilik iması ile her şey birbirinden bağımsız gören ve indirgemesi düşünce biçimlerini taşır, böylelikle de ikili karşıtlıkları üretir ve yeniden üretirler. Kendine dönük düşünümsellik kırınımsal düşünceye bizi biraz daha yaklaştırır çünkü her ikisi de farkındalık yaratma süreçlerine dairdir, ancak yine de kendine dönük düşünümsellik kendini soyutlayan ve monolog temelli bir düşüncede kapana kısılıdır. Buna karşılık kırınım Ötekinin Öteki olarak varoluşuna alan tanır; farklılık desenlerinin varlığına ve bedene bürünmüş öznelerin farklı biçimde işaretlenmelerinin kabulüne olanak sağlar.

Kırınımı çoğunlukla materyalist, dünyaya ilişkin kuramlama anlamında veya dünyaya yukarıdan süzülerek bakmak yerine Barad’ın içeriden “dünya ile materyal ilişki kurma” (2007: 55) olarak gördüğü çerçevede kullandım. Kırınımsal kuramlamayı eleştirel haritalama ile ilişkilendirecek olursam, ki bu harita da tıpkı kırınımsal kuramlama gibi posthümanist yeni materyalist bir metodolojiydi, hem eleştirel haritacının hem de kırınımsal düşünürün ortak pek çok yanı olduğunu söyleyebilirim. Her ikisi de sürekli olarak dünya ile ve kendilerini çevreleyen olgularla aynı melodiyi çalma çabasındadırlar çünkü ‘zeminden yukarıya’ doğru ve önemli olan her ne ise onunla dolanık olarak düşünürler. Bu iki metodoloji aynı zamanda bedensel olarak da eş-üretkenlik içerirler. Düşünmek, karşılıklı birlikte oluşturmanın bir süreci haline gelir ki burada araştırmacı tüm varlığıyla araştırılan olguların içerisine yerleşik ve onlara dolanıktır.

Bu sıradan onto-epitemolojik özne/nesne yapısının (yani bilen/araştırılan nesne/elde edilen bilgi) tamamıyla yeniden karılması, ontolojik olanın, epistemolojik olanın ve etiko-politik olanın birlikte düşünülmesinin önemini gösteren bir sonucu vardır. Bu da pek çok eleştirel yeni materyalizmin ve özellikle Barad’ın çalışmalarının kilit bir noktasıdır. Her iki metodoloji de epistemolojik bireyselliği bir kenara bırakırlar – ki bu aşağı yukarı yansımaya dayalı veya (kendine dönük) düşünümsel modellerin standardıdır. Elbette eleştirel haritalamanın ve kırınımın arkasında araştırmacı olarak özneler vardır ancak asıl hesaba katılacak olan ve vurgulanan onların sosyal çevrelerinin yanı sıra kendi jeopolitik konumlu farkındalıklarıyla olan dolanıklıklarıdır.

B.A.: Yeni maddeci kuramları ve metodolojileri kimlik ve sıklıkla tartışılıp duran çağdaş kimlik politikaları gibi daha siyasi olguları analiz ederken de kullandığını biliyorum. Bu konuda bize neler söylersin?

E.G.: Queer feminist bir filozof olarak, kimlik, fark ve şiddet sorularıyla hep ilgiliydim. Bugünün neoliberal ve sömürücü kapitalist dünyasında hangi bedenlerin ‘önem arz etmesine’ / ‘maddeleşmesine’ izin var? Ve neden? Ve biz, insanların gerçek yaşam deneyimlerine hakkını verecek kavram ve kuramlarda bu süreçleri felsefi olarak ‘yakalayabilir’ miyiz? Bu sorular araştırmacı olarak şu anda beni meşgul ediyor ve Birmingham Üniversitesi’ndeki projem olan

Urban Terrorism in Europe (2004-19): Remembering, Imagining, and Anticipating Violence project’in [Avrupa’da Meskun Mahal Terörizmi (2004-19): Şiddeti Hatırlamak, Hayal Etmek ve Beklemek projesi] bir parçası. Sosyopolitik bağlamlarda aşırı grupların ve teröristlerin yaftalan(ma)ma süreçlerini incelemenin yanında, kırınımsal desenler ve mikropolitika gibi yeni materyalist kavramların kimliğe dair herhangi bir şeyi daha iyi anlamamızda bize yardımcı olup olamayacağı ilgimi çekiyor.

Daha önce de söylediğim gibi, yeni materyalist düşünce, özellikle de bunun özcü olmayan, farkı farklılaşma ve kimliği de ol(uş)ma olarak gören daha akışkan Deleuze ve Guattari’ci akımı, makropolitikanın boyutlarını aşan olgularla karşılaştığımızda çok yararlı oluyor. Kırınımsallığın erken bir düşünürü olarak Haraway’i de etkilediği bariz olan Trinh Minh-ha kimliğe ve benlik/Öteki ilişkilerine dair bu daha akışkan ve ilişkisel yaklaşımı şöyle açıklamıştır:

Bir kategoriden, bir etiketten diğerine, kurtuluşun tek yolu reddetmektir. Modüler bir masanın tak-çıkar parçası olmayı reddet. İstikrarlı olmak için geçici olarak varılmış adlandırmalara izin vermeyi reddet. Bir başka deyişle, isimlendirme sürecini cepte görmeyi reddet. (1996: 48)

Minh-ha kutuplaştıran ikiliklerden köklenen etiketleri reddeder ve bunun yerine sürekli akışta ve oluştayken sosyal kimlik kategorilerinin, sıfat ve etiketlerin birbiriyle etkileşime girip yeniden yapıma girdikleri ilişkisel bir farklılık felsefesini öne sürer. Bu, kimlik ve farklılık konusunda Deleuze ve Guattari’nin (2005) ve Braidotti ve Grosz gibi onların izlerini takip eden yeni materyalist pek çok düşünürün izlediği yola çok benzer.

Iris van der Tuin ile birlikte (bkz: Geerts & van der Tuin 2013), aşağı yukarı kırınım temelli veya etkileşimli bir model geliştirdim ki bu da kesişimselliğin daha ziyade makropolitik paradigmasıyla iletişim içerisindeydi. Burada okuyucuya daha ilişkisel, özcü olmayan bir biçimde farklılık ve kimliğin kavramsallaştırılmasını sunmayı umuyoruz. Aslında yeni maddeciliklere gömülü bu etkileşimli model özneler arası karşılaşmalara yaklaşarak veya uzaklaşarak bakmamızı sağlıyor. Bu karşılaşmalar çok çeşitli duygulanım yüklü olayla, çatışmayla, öngörülemeyen dolanıklarla hatta mikro-agresyonlarla dolu bir biçimde mikropolitik düzeyde oluyor. Yakın zamanda yayımlanacak bir yazımda da bu günlük karşılaşmalara biraz daha derinlemesine baktım ve yukarıdaki modeli kullanarak kutuplaşmış kimlik politikalarına müdahil oldum, bunu da kimliği karmaşık, her zaman değişken ve söylemsel-maddesel-duygulanıma dayalı olanın çapraz bir çokluğu biçiminde ele aldım.

B.A.: Teşekkürler Evelien, bu keyifli sohbet için.

E.G.: Kesinlikle çok eğlenceliydi, ben teşekkür ederim.

Kaynaklar:

Alaimo, S. 2014. “Thinking as the Stuff of the World.” O-Zone: A Journal of Object-Oriented Studies 1: 1–21.

Barad, K. 2007. Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning. Duke University Press.

Braidotti, R. 2011. Nomadic Subjects: Embodiment and Sexual Difference in Contemporary Feminist Theory. 2nd edition. Columbia University Press. Originally published in 1994.

Braidotti, R. 2013. The Posthuman. Polity Press.

Braidotti, R., Bozalek, V., Shefer, T. & M. Zembylas (eds.). 2018. Socially Just Pedagogies: Posthumanist, Feminist and Materialist Perspectives in Higher Education. Bloomsbury Academic.

Cooper, M. 2008. Life as Surplus: Biotechnology and Capitalism in the Neoliberal Era. University of Washington Press.

da Silva, D. F. 2007. Toward a Global Idea of Race. University of Minnesota Press.

Deleuze, G. & F. Guattari. 2005. A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia. Translation and Foreword by Brian Massumi. University of Minnesota Press. Originally published in French in 1980.

Geerts, E. 2019a. Materialist Philosophies Grounded in the Here and Now: Critical New Materialist Constellations & Interventions in Times of Terror(ism). Ph.D. dissertation. University of California, Santa Cruz. https://escholarship.org/uc/item/5p99j0b7.

Geerts, Evelien. 2021a. “Being Haunted by—and Reorienting toward—What ‘Matters’ in Times of (the COVID-19) Crisis: A Critical Pedagogical Cartography of Response-ability.” In: Higher Education Hauntologies: Living with Ghosts for a Justice-to-come, 155–169. Edited by V. Bozalek, M. Zembylas, S. Motala, D. Holscher. Routledge.

Geerts, E. 2021b. “Nieuw Materialisme: Een Cartografie [New Materialism: A Cartography].” Wijsgerig Perspectief 61 (2): 34–41.

Geerts, E. & D. Carstens. 2019. “Ethico-Onto-Epistemology.” Philosophy Today 63 (4): 915–925.

Geerts, E. & D. Carstens. 2021. “Pedagogies in the Wild – Entanglements between Deleuzoguattarian Philosophy and the New Materialisms.” Special issue of Matter: Journal of New Materialist Research 2 (1).

Geerts, E., A. Hebing & J. de Kruif. 2019. Digital Cartography of New Materialisms. Accessed June 17, 2021. http://dhstatic.hum.uu.nl/digicart/.   

Geerts, E. & I. van der Tuin. 2013. “From Intersectionality to Interference: Feminist Onto-epistemological Reflections on the Politics of Representation.” Women’s Studies International Forum 41 (3): 171–78.

Geerts, E. & I. Van der Tuin. 2021. “Diffraction & Reading Diffractively.” Matter: Journal of New Materialist Research 2 (1): 173–177. Edited version of the one published in 2016 on the New Materialism Almanac project (https://newmaterialism.eu/almanac/d/diffraction.html).

Grosz, E. 2017. Incorporeal: Ontology, Ethics, and the Limits of Materialism. Columbia University Press.

Haraway, D. J. 1988: “Situated Knowledges: The Science Question in Feminism and the Privilege of Partial Perspective.” Feminist Studies 14 (3): 575-599.

Haraway, D. J. 1997. Modest_Witness@Second_Millenium: FemaleMan©_Meets_Oncomouse™. Feminism and Technoscience. Routledge.

Hickey-Moody, A. & T. Page. (eds.). 2016. Arts, Pedagogy and Cultural Resistance: New Materialisms. Rowman & Littlefield.

Horkheimer, M. 2002. “Traditional and Critical Theory.” In: Critical Theory: Selected Essays, 188–243. Translated by M. O’Connell and others. Continuum. Originally published as an essay in 1937.

Irigaray, L. 1985. Speculum of the Other Woman. Translated by G. C. Gill. Cornell University Press. Originally published in French in 1974.

Jackson, Z. I. 2020. Becoming Human: Matter and Meaning in an Antiblack World. NYU Press.

Koro-Ljungberg, M. 2015. Reconceptualizing Qualitative Research: Methodologies without Methodology. SAGE.

Koro-Ljungberg, M., M. MacLure & J. Ulmer. 2018. “D… a… t… a…, data++, data, and some problematics.” In The SAGE Handbook of Qualitative Research, 462–484. Edited by N. K. Denzin & Y. S. Lincoln. 5th edition. SAGE.

Minh-ha, T. T. 1996. “An Acoustic Journey.” In: Rethinking Borders, 1–17. Edited by J. C. Welchman. University of Minnesota.

Puar, J. K. 2007. Terrorist Assemblages: Homonationalism in Queer Times. Duke University Press.

Rich, A. 1986. “Notes towards a Politics of Location.” In Blood, Bread, and Poetry: Selected Prose 1979–1985. W. W. Norton & Company. Originally a talk given at the First Summer School of Critical Semiotics, Conference on Women, Feminist Identity and Society in Utrecht, June 1, 1984.

Shotwell, A. 2016. Against Purity: Living Ethically in Compromised Times. The University of Minnesota Press.

Smith, L. T. 1999. Decolonizing Methodologies: Research and Indigenous Peoples. Zed Books.

Snaza, N., D. Sonu, S. E. Truman & Z. Zaliwska (eds.). 2016. Pedagogical Matters: New Materialisms and Curriculum Studies. Peter Lang.

+ posts

One comment

Comments are closed.