Bu röportaj daha önce 1 Eylül 2022 tarihinde Filmler Fikirler‘de yayımlanmıştır.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Elbette. Ankaralıyım, tüm hayatım burada geçti. Lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerimi Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden aldım. Yüksek lisans ve doktorada spesifik olarak İngiliz Kültür Araştırmaları alanında çalıştım. Yüksek lisans tezimde Black Metal ve Ska şarkı sözlerinde ırkçılık ve şiddet temasını, doktora tezimde ise posthümanizmin ekolojik kanatlarını ve insan-merkezciliği sorunsallaştıran çizgi filmleri irdeledim.
Mesleki anlamda filoloji alanında çalışabileceğimiz pek çok alan oluyor, biliyorsunuz. Bu alanların neredeyse hepsinde çalıştım diyebilirim. 2003-2006 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda Uzman Mütercim olarak, 2006-2008 yılları arasında Ankara Üniversitesi, TÖMER’de İngilizce okutmanı olarak, 2008-2021 yılları arasında da ODTÜ, Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda Öğretim Görevlisi olarak çalıştım.
Bu ana görevlerin yanında, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Dilbilim Bölümü’nde ve ODTÜ, Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü’nde misafir öğretim elemanı olarak dersler verdim. Yine TÖMER’deki görevim sırasında LANCELOT adını verdiğimiz bir projede, çevrimiçi İngilizce öğretimi programında öğretim elemanı eğitmenliğini yürüttüm ve ODTÜ’deki görevim sırasında da çeşitli dönemlerde akademik koordinatörlük gibi görevler üstlendim.
2021 yılında doçentliğimi aldım ve 2021-22 Güz döneminde TED Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım. Halen buradaki görevime devam etmekte, Modern ve Çağdaş Roman, Çevreci Beşerî Bilimlere Giriş, Yazınsal Eleştiri ve Kuramlar, Gotik gibi dersler vermekteyim.
2020 yazında PENTACLE isimli websitesini kurarak Türkçe’ye posthümanizm ve çevreci beşerî bilimler alanlarını tanıtmaya başladığımız bir ekip oluşturdum. Bu ekip gün geçtikçe büyüyor ve her yaştan, her kuşaktan, farklı disiplinlerden ve akademik kariyerin her basamağından kişilerle işbirliği halinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Üyesi olduğum mesleki kuruluşlar arasında European Association for the Study of Literature, Culture, and Environment (Avrupa Edebiyat, Kültür ve Çevre Araştırmaları Derneği – EASLCE), Modern Language Association (Modern Dil Derneği – MLA) ve Global Posthuman Network (Küresel Posthüman Ağı – GPN) bulunuyor.
Bir okur olarak edebiyatla ilişkinizden bahseder misiniz? (Sevdiğiniz türler, kitaplar, yazarlar)
En çok gotik ve bilim-kurgu türlerini severim. Bunun dışında yeraltı edebiyatını, büyülü gerçekçilik akımıyla yazılmış eserleri ve postmodern kurguyu da seviyorum. Sevdiğim yazarlardan ilk aklıma gelenler Bram Stoker, Mary Shelley, Anne Rice, Poppy Z. Brite, Edgar Allan Poe, Brian Aldiss, Irvine Welsh ve John Fante gibi bahsettiğim türlerin önde gelen isimleri. Şair olarak favorim Sylvia Plath. Bunun dışında Nazlı Eray, Buket Uzuner ve İhsan Oktay Anar’ı da çok severim.
Posthümanizm kitabınızda kavramın birden fazla ve iç içe geçmiş anlamları olduğundan bahsediyorsunuz. Posthümanizm nedir? Birine posthümanizmi tanımlamak isterseniz nasıl tanımlarsınız?
Bu soruyu uzun uzun cevaplamak gerekir ancak pek çok yerde sözlü veya yazılı olarak, çok değişik şekillerde bunu anlattığım için burada kısaca kendi takip ettiğim posthümanist kanadı anlatayım. Bence Posthümanizm tüm ikili karşıtlıkların ötesinde düşünebilmek ve varlığın birliği içerisindeki farklı renk tayflarını görebilmektir. Minerallerden bitkilere, hayvanlar ve insanlar gibi daha kompleks yaşam formlarına ve hatta cansız olduğunu düşündüğümüz sentetik ve robotik bedenlere kadar her şeyin sürekli bir devinim içerisinde olduklarını, bunların birbirleriyle çoğu kez insan-merkezci gözle algılayamadığımız şekillerde dolanıklaştıklarını ve ürettikleri etkileşim biçimlerinin tüm yaşama şekil verdiğini anlatır posthümanizm.
Posthümanizm ve transhümanizm kavramlarının ilişkileri/farkları nelerdir?
Her ikisinin de odağında gittikçe içinden çıkılmaz hale gelen insan-teknoloji ilişkileri bulunmakla birlikte, aralarında çok ciddi farklar var. Transhümanizm Aydınlanma geleneğinin devamı olarak insanı merkeze alır ve insanı yüceltmek, onun mevcut kusurları olarak gördüğü ölümlü, hastalanabilir ve yaralanabilir yanını mümkünse ölümsüz, değilse en azından bükülmez veya daha az hasar görebilir hale getirmek için çabalar. Bunun için de teknolojiyi sonuna kadar kullanır. Posthümanizm ise insanın, dünyayı oluşturan etken elementlerden yalnızca biri olduğunu söyler, bu nedenle de teknolojiyi amaç haline getirmez, tanrısallaştırmaz, etik değerleri ve tüm canlıların yaşam haklarını göz önüne alarak teknolojiyi ihtiyaç dahilinde kullanmayı ön görür. Fazladan bir şey eklemeye çalışmaz yani. Temelde böyle diyebiliriz.
Posthümanizm kavramının Türkiye’de bilinilirliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Özellikle yapay zeka makine öğrenimi gibi ilgili konulara mühendislik anlamda yükselen bir ilginin olduğu ve çalışmaların yapıldığını bilmekteyiz. Kavramın sosyal bilimler alanında yeterli seviyede ele alındığını ve kavramla ilgili çalışıldığını söyleyebilir miyiz?
Bence son 1-2 yılda doğru biçimde bilinirliği arttı epeyce bu alanın. Bu konuda genç akademisyenlerin çabaları çok önemli, hepsine teşekkür etmek isterim. Yine de popüler olarak konuyu ele almak isteyenlerin ne hikmetse bile isteye kavramları çarpıttıklarını gözlemliyorum. Özellikle posthümanizmi transhümanizme eşdeğer gören kimselerin buradaki pastadan pay almak istediklerini, oldukça saldırgan bir tutum benimsediklerini veya teknolojik gelişmeleri öve öve göklere çıkardıklarını görüyorum ki bunlar akademik açıdan gerçekten iyi işler çıkaran kişiler için üzücü.
Kavramın sosyal bilimler alanında yeterli seviyede ele alındığını en azından edebiyat, felsefe, güzel sanatlar, görsel iletişim-tasarım gibi bölümlerde üretilen veya üretilmekte olan tezler açısından söyleyebilirim. Yalnız bu alan da postmodernizmin uğradığı kötü talihe maruz kalacak gibi düşünüyordum ki bunun neredeyse kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüştüğünü söyleyebilirim.
Konuyu yüzeysel olarak ele alan ve hiçbir yere varmayacak, birbirinin tekrarı işler de üretilmekte. Açıkçası konunun yanlış biçimlerde ele alınıp şişmesinden rahatsızım. Bunları Türkiye için söylüyorum tabii, posthümanizmin doğduğu yerlerde başka sıkıntılar var – örneğin kuramsal olarak çok iyi işlerliği olan bir alanın siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler gibi hayattaki pratikleri önem arz eden bölümlerde ne biçimlerde ele alındığını düşünürsek, hepimizi politik olarak çıkmaza sürüklüyor gibi. Özellikle ABD’de gittikçe artan ve maalesef altı boş politik doğruculuktan beslenen akımların posthümanizmi bireyselciliği överken kullandıklarını görüyorum. Herkese ve her şeye hak vereceğiz derken hiçbir şeye hak verememenin kısır döngüsü yaşanıyor şu an. Kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros’a dönüşeceğiz diye endişeliyim.
Kitabınızda oyuncağınız Memoş’tan bahsederek onunla ilişkinizden; düşünce ve hayal dünyanızdaki yerinden; anılarınızdan örnekler vererek bahsediyorsunuz. Bu ilişkinin sürekliliğini göz önünde bulundurarak; son dönemde insanın eşya ile ve diğer canlılar ile kurduğu ilişki ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Teknolojinin bu ilişkiye tesiri olmuş mudur?
Önce son sorudan başlayayım – elbette olmuştur. İnsanın teknoloji ile ilişkisi varoluşunu şekillendiren bir şey. Daha önce pek çok yerde ve kitabımda da belirttiğim üzere, insanın kalın korteksi dışında hayatta kalabilmek için elinde bir şey yok. Yani mecburuz teknolojiye, eşyalara ve diğer canlı ya da cansız maddelere. Öyle cam bir fanusta sürdürülebilir bir hayatımız yok, hiçbir zaman da olmadı. Eşyalara önem atfetmek ise bir yanda klasik anlamıyla materyalist bir kültürün devamı gibi görülebilir, oysa derinlemesine bakıldığında Bill Brown’un şey kuramından tutun da Nesne Yönelimli Ontolojiler denilen OOO’ya kadar pek çok kuram geliştirildi bu konuda. Benim Memoş ile olan durumum ise bildiğimiz anlamıyla bir oyuncakla duygusal bağ kurmak gibi başladı – sonrasında bir öğretim materyaline dönüştü ve sonra da Memoş neredeyse Posthümanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu kitabının ana kahramanlarından biri haline geldi. Şu durumda hiçbir değeri yoksa bile bir öykü anlatıcı olarak önemi var Memoş’un. Posthümanizm de bundan bahseder zaten, maddenin öykü anlatıcı oluşu, bizlere anlatılar oluşturmakta yarar sağlaması ve insandışı varoluş biçimlerinin anlamlandırılmasında bize faydalı oluşu söz konusu burada.
Sinema ile ilişkinizden bahseder misiniz? Sevdiğiniz türleri, filmleri, yönetmenleri öğrenmek isteriz.
Son dönemde uzun süreli odaklanarak bir şey izlemem ne yazık ki mümkün olmuyor, kısa dizileri bile birkaç parçaya bölerek izleyebiliyorum. Ancak yine edebiyatta sevdiğim türler film ve dizi sektörü için de geçerli. Star Wars serisi benim için çok önemli – ki bunu kitapta da görüyorsunuz zaten. Bunun dışında özellikle sevdiğim yönetmenler arasında Tim Burton, Shane Meadows, Night Shyamalan, Ferzan Özpetek ve Pedro Almodovar’ı sayabilirim. Dizilerde ise favorilerim Penny Dreadful ve Chilling Adventures of Sabrina.
Son dönemde özellikle yapay gerçeklik anlatılarıyla insansı robotlar, cyborglar gibi ilgili diğer kavramların anlatıldığı dizi ve filmlerin arttığını gözlemekteyiz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İnsanların yaşadığı ve tutunduğu gerçeklik ne ise dizi ve filmler de onları anlatıyor aslında, dolayısıyla bu gelişme şaşırtıcı değil. Ben bundan çok mutluyum; son dönemde Upload ve Love, Death & Robots dizilerini severek izledim örneğin. Bir de favorilerim arasında “Dust” isimli bir YouTube kanalı var, bağımsız kısa bilim-kurgular yayınlıyor. Bu gelişmeler posthümanist okumalara da elverdiği ve disiplinlerarası çalışmalara kapıyı sonuna dek açtığı için akademik açıdan da umut verici.
Bundan sonraki çalışmalarınızla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Şu anda Türkçe ve çok yazarlı bir kitabın editörlüğü ile uğraşıyorum; yazar sayısı ve içerisindeki bölüm sayısı çok fazla olduğu için epey uğraştırıyor. Bu arada Posthümanizm: Kavram, Kuram, Bilim-Kurgu kitabımın ikinci baskısı yolda, sonbahara kalmadan yayımlanmış olacak. Bu baskıda okuru derinlemesine diyaloğa gireceği linklere yönlendirecek karekodlar da eklendi, bunu duyurmuş olayım. Bunun dışında kışa doğru öyküsel anlatımla kuramsallaştırdığım ve maddemetin kavramı üzerine yazdığım bir makalem yayımlanacak, hakem süreçleri tamamlandı, editoryal işleri bekliyor. Bundan sonraki süreçlerde kitap ya da kitap bölümlerinden ziyade makalelere odaklanmak istiyorum ve posthümanizmin temellerini anlattığım işler yerine derinlemesine tartışmalara açılan, görsel ve/veya işitsel sanatlar ile edebiyatı bir araya getiren çalışmalar yapmak istiyorum. Pasajlar Dergisinin Transhümanizm ve Antroposen adıyla çıkacak iki ayrı özel sayısına tek yazarlı ve çok yazarlı birkaç makale yazacağım örneğin. Kısaca sırada bekleyen bir sürü iş var ama ben bundan memnunum.
Son olarak varsa eklemek istedikleriniz nelerdir?
Davetiniz için çok teşekkür ederim.