Teknolojinin doğuşu ve gelişimi, pek çok gelişmiş ülkede açlık ve kaynak yetersizliği sorunlarını ortadan kaldırmış, fakat aynı zamanda da bir endişe hissini, yeni risk ve güvenlik kaygılarını doğurmuştur. Ulrich Beck’in “risk toplumu” fikrinin temelinde yatan şey, sanayileşme ve modernleşmenin ve bu nedenle de ekonomik genişlemenin özü olan bilimsel araştırmaların ve bilgilerin yavaş yavaş en yüksek kâra ulaşma amacı güden özel şirketlerin ellerinde toplanmasının, güvenlikten daha önemli olduğu gözlemidir. Sonuç olarak, vatandaşların güvenliği artık koruma altında değildir ve hiçbir halk küresel çevre felaketlerinden muaf değildir. Bununla birlikte, toplumsal dezavantajlar ile felaketler karşısındaki savunmasızlık arasında görmezden gelinemeyecek bir bağ mevcuttur. Bu bağ, sınıf, ırk ve cinsiyete dair rahatsız edici gerçekleri akla getirirken, risk dağılımındaki eşitsizliği açıkça gösteren durum da göz ardı edilemez. Ayrımcı tutuma maruz kalmış topluluklar içerisinde yoğunlaşmaları nedeniyle, aslında toplumun bazı kesimleri (çoğunlukla da yoksullar ve beyaz olmayanlar) risklere en çok maruz kalanlar ve kendilerini bunlardan koruma şansına daha az sahip olanlardır. Bu durum, dünya sistemine de açıkça yansımaktadır. Güçsüz ve az gelişmiş ülkeler giderek artan ölçüde riske maruz kalırken, çevresel tahribatın boyutu ve ciddiyeti, siyasi ve ekonomik güç ve çıkarları korumak adına çoğunlukla en aza indirgenmekte ve hatta inkâr edilmektedir. Çevresel risklerin eşit olmayan bir şekilde dağılımının bir sonucu olarak, bazı toplumsal hareketler ortaya çıkmıştır. Beck, bunu modernleşme refleksinin bir parçası olarak görür. Bir başka deyişle, bu, bireysel farkındalık ve eleştirel bir bakış açısı gerektiren, sosyal inanç ve düzenlemelerin tamamının yeniden formüle edilmesi demektir. Beck’in Risk Toplumu teorisi, küresel çevresel risk söylemine genel anlamda katkıda bulunmaktadır. Ancak, toplumbilimciler bu teorinin deneysel araştırmalar ile doğrudan bağlantısının eksik olduğunu düşünmektedirler. Beck’in kuramsal bakış açısının çevresel konulardaki sosyolojik araştırmalarla birleşmesi, küresel toplumda risk dağılımı anlayışının olgunlaşmasını sağlayacaktır.